Araya başka konular girdiği için zamanında yazamadım. Ama konu önemli olduğu için geç de olsa yazılması gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden bu hafta, geçtiğimiz günlerde Irak’ta KDP Lideri Mesut Barzani’nin liderliğinde, Suriyeli Kürt örgütleri arasında yapılan oturum ve anlaşma üzerine yazacağım.
Biliyorum, belki de bazıları bu yazımı, “pişmiş aşa su katmak” olarak da değerlendireceklerdir. Ama olsun, aynı coğrafyada yaşayan halklar olarak, eğer gelecekte de birlikte yaşamak istiyorsak, birbirimizin hakkındaki düşüncelerimizi açık bir şekilde ortaya koymamız gerekiyor.
Ki Duhok’ta 9 gün devam eden oturumlar sonrasında imzalanan anlaşma sadece Kürt halkını ilgilendirmiyor. Özellikle Suriye’de Kürt halkıyla birlikte yaşayan ve ortak bir yönetim oluşturan başta Süryaniler olmak üzere diğer halkları da ilgilendiriyor.
Bugün aslında dünyanın hiçbir yerinde ve hiç kimsenin etrafını dikkate almadan herhangi bir adım atma “lüksü” kalmamıştır. Çünkü dünya, ortaya çıkan birçok gelişmeyle birlikte “küçük bir köy”e dönüştü ve herkes ile her şey birbirini etkiliyor. Bu yüzden de Duhok’ta yapılan toplantı ve sonrasında imzalanan anlaşma her ne kadar Suriyeli Kürt örgütleri arasında olsa da bizim için de bir şeyler ifade ediyor.
Her şeyden önce şunu söylemekte yarar var: Anlaşma eğer sadece Kürt örgütlerin kendi arasındaki ilişkilerine yönelik olsaydı söyleyecek fazla bir sözümüz olmayacaktı. Ama eğer anlaşma maddelerinin arasında bizim Gozarto dediğimiz Rojava’daki Demokratik Özerk Yönetimlerin Anayasası olan “Toplumsal Sözleşme”ye ve bu yönetimlerin savunmasına ilişkin maddeler varsa, bence başta Süryaniler olmak üzere bu yönetimlerde savunmadan yönetime kadar her kademede yer alan ve bedel ödeyen diğer tüm halkların da düşünceleri ve kararları olmalıydı.
Bunun olmaması, öyle veya değil ama Suriyeli Kürtlerin, birlikte yola çıktıkları Suriye’deki halkları “ciddiye almadıkları” izlemini ortaya çıkarıyor ki bu durum hiç de hoş değil. Kaldı ki ben, bugüne kadar her ortamda “halkların eşit birlikteliği”nden bahseden Kürt Özgürlük Hareketi’nin (KÖH) böyle bir düşünceye sahip olduğuna inanmıyorum/inanmak istemiyorum.
Zaten KÖH’nin bu türden bir düşünceye sahip olması ve böylesi bir yola girmesi, her şeyden önce kendini inkâr etmesi anlamına gelecektir ki bu da içinde çok büyük bir vebali taşımaktadır. Bu yüzden ben imzalanan anlaşmanın içinde yer alan bazı kavramların -mesela “Toplumsal Sözleşme”nin yeniden ele alınması, ülkenin savunması konusunda gösterilen yaklaşım- özellikle KÖH tarafından yeniden ele alınıp gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bu arada şunu söylemekte yarar var; KDP lideri Sayın Mesut Barzani ve çevresindeki yapılanmaların halklara yaklaşımını, bugüne kadar sergiledikleri pratik üzerinden tanıyoruz. Bu nedenle de bu çevrelerden herhangi bir beklenti içinde bulunmuyoruz. Dolayısıyla bizim eleştiri ve beklentimiz KÖH’nin yarattığı değerlerin başında bulunan kişilere yöneliktir.
Tabi bu çevrelerin bizim bu eleştiri ve beklentilerimizi dikkate alıp-almama özgürlükleri var. Ama şunu da unutmamak gerekir; daha dün sınıra hendek kazıp, Rojava’daki Özerk Yönetimleri “yanlızlaştırma”ya ve “boğma”ya çalışan, “koruyacağım” deyip Ninova Ovası’ndaki Süryani ve Şigor’daki (Şengal) Êzidîlerin örgütlenmelerine ve silahlanmalarına izin vermeyen, IŞİD saldırıları olunca da bu halkları “yüzüstü” bırakan bir güç “halkların kardeşliği”ne ve hepimizin özlediği “Ortadoğu Konfederalizmi”ne hizmet edemez.
Durum bu olunca hepimize, yapılan anlaşmaların ve atılan adımların ne anlama geldiğini sorma hakkı doğuyor. Evet gerçekten, Duhok anlaşması, bölgede yaşayan diğer halklar için ne anlama geliyor?
(Özgür Gündem – 09 Kasım 2014 – Yakup Nahumo)