Diyelim ki hiç Kürt kalmadı. Hepsi katledilerek yok edildi.
Diyelim ki Rojava diye bir yer yok. Emperyalist güçlerce yok edildi.
Diyelim ki Kobanê direnişinde Kürtler yenildi, orada halk kaybetti. IŞİD denilen eli kanlı İslami erkek çeteleri kazandı.
Hiç düşündün mü o zaman ne olacak?
Yok, sandığın gibi sıra sana gelecek demeyeceğim. Başka bir şey diyeceğim.
Çok değil, daha dün Ezidi ve Süryani halkları bilmem kaçıncı kez sürüldü bin yıllardır yaşadığı topraklarından… Susuzluktan öldü insanlar. Açlıktan öldü. Tıpkı yüz yıl öncesi gibi zalimlerin elinden ancak dağlara kaçarak, dağlara sığınarak hayatta kalabildiler. Hem de bu zamanda.
Zayıf olanlar, bu kahıra dayanamayanlar sapır sapır döküldü yaşamak için çıktığı yollarda.
Günlük koşturmacanın yoğunluğundan vakit ayırabilen kimilerimiz gün içinde birkaç dakika ayırıp üzülüverdi bu insanlık dramı karşısında. Sonra unuttu çabucak. Dağlar ona çok uzaktı. Açlık. Ölüm. Katiller. Çeteler. Çok uzaktı nasılsa.
Ona ulaşamayacak kadar uzaktı. Unutmasının hızı bundandı.
Hayat ne garip! Dönüp dolaşıp aynı şeyi öğretiyor. Defalarca. Usanmadan.
Diyor ki; iki taraf var. Ya o taraftasınız, ya bu tarafta. Ortası yok. Zalimin zulmüne dimdik karşı durmuyorsanız, susuyorsanız, bu zulme karşı içeriden içeriden seviniyorsanız, ama şöyle ama böyle diyorsanız, onlar da şunu yaptı diye eveleyip geveliyorsanız… Yaşanan zulmü normalleştiriyorsanız… Zalimden yanasınız demektir.
Aslında daha ötesi var. Bizzat zalim olmuşsunuz demektir. Artık zalim sizsiniz.
Diyelim ki hiç Kürt kalmadı. Hepsi katledildi. İşte o son Kürt katledildikten sonra sana kalacak olan budur. Zalimliğin ve zulmün. Kürtler bitmiş olacak ama sen çok daha evvel bitmiş olacaksın.
İçinde bir damla su kalmamış olacak. Yüreğine gün huzmeleri değmemiş olacak. Orada hayat kalmayacak. Kupkuru olacaksın.
Sen şimdi gevrek gevrek gülüyorsundur… Bitsin de onlar diye hesap yapıyorsundur… Bu yazılanları küçümsüyorsundur… Pis pis bıyık buruyorsundur… Kürt’ün bittiğini hayal etmenin zevkinden kıvranıyorsundur… İçin kıpır kıpır.
Yine de anımsatayım sana…
Diyelim ki hiç Kürt kalmadı. Hepsi bitti. Yerin genişleyecek sanıyorsun. O “Bir tek çakıl taşı bile vermem” diyerek kutsadığın, çok düşkün olduğun çakıl taşının tek sahibi olacaksın. Ama işte altı üstü bir taş. Yesen olmaz… Sevsen olmaz. Yastık yapıp başını koysan uymaz.
Bunu fark eder misin? Doğrusu bunu ben bilemem. Orası artık senin taş kafana kalmış.
Biz devam edelim…
Diyelim ki hiç Kürt kalmadı. Hepsi bitti. Yok oldu. Ama dur, hemen sevinme.
Sen ne yapıp edip kendine yeni “Kürt” bulursun. Bulamazsan yaratırsın. Bu kez başlarsın onunla savaşmaya. Onu bitirmeye. Onu yok etmeye. Kendinin ne kadar güçlü, kudret sahibi olduğunu göstermen için illa düşman gerekli. Hep bir karşı taraf olmalı. Olmalı ki savaş güçlerin zinde kalabilsin. Gücünü, görkemini hot zotla elinin atında tutabilesin.
Nasılsa kanun sensin ve hep sen haklısın.
Karşı taraf olmalı ki sen, sen olabilesin. Karşı taraf olmazsa sen de yok olabilirsin. Seni var eden başkalarına duyduğun nefret ve bu karşıtlık durumu.
Bu nedenle yinelemekte fayda var. Diyelim ki yerküre üzerinde hiç Kürt kalmadı. Hepsi bitti. Hatta onları bizzat sen ellerinle bitirdin.
Ne olacak biliyor musun?
Hiçbir şey değişmeyecek. O zaman anlayacaksın meselenin Kürtler olmadığını. Kendin olduğunu.
O yüzden IŞİD Kürtlere saldırırken susuyorsun ya… Onların ölümünden mutluluk duyuyorsun ya… Sayı sayı Kürt’ün azalmasını hesap ediyorsun ya… İnan ki ölen sensin.
Hem de insanlıktan çıkıp IŞİD’leşerek ölüyorsun.
O yüzden yol yakınken, nefret taşlarıyla döşeli bu yoldan vazgeçmelisin. Belki de Kürtlerle dayanışmak, bugün Kürt olmak senin için fırsat olabilir. Hep birlikte, yan yana eşitçe yaşamak dışında başka yol yok. Bu, herkes için böyle.
Elinde emperyalistin verdiği silahlarla insan cellatları yanı başımızda. Üstelik ayrımsız hepimize düşmanlar. Onlara karşı birlikte savaşmaya ne dersin?
Ne diyordum? Diyelim ki hiç Kürt kalmadı…
Bunu hiç demeyelim. Hatta aklımızdan bile geçirmeyelim…
(Birgün Gazetesi – 12 Ekim Pazar – Gülfer Akkaya)