Aleviler ve Devlet – Mehmet Yüksel


Yaşadığımız ülkede, son yıllarda her alanda çok hızlı ve başdöndrücü gelişmeler ardı ardına yaşanıyor. Bunların bir kısmı teknolojik ve ekonomik olarak uluslararası sisteme entegrasyonun gerekliliği şeklinde doğal ve kendiliğinden yaşanan gelişmeler. Diğer bir kısmı ise bunlara paralel olarak sosyo-kültürel ve sosyo-politik alanda olması gereken gelişme ve normalleşmeler. Daha doğrusu, Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne kadar halledilmesi gerekip de bir türlü yerine getirilmeyen demokrasi ve hukuk temelli hak ve hürriyetler de diyebileceğimiz, insanca yaşamaya dair değerler bütünü…

Her anlamda Osmanlı bakiyesi bir ülke olma özelliği gösteren Türkiye, Osmanlı’dan devraldığı sorunları, çözme istemi bir yana “tek ulus, tek dil ve tek din” esasına dayalı bir ülke yaratma uğruna başvurduğu zor ve katliamcı mantıkla daha da katmerli ve içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Kurtuluş mücadelesi ve yeni devletin kuruluşu esnasında, İttihat Terakki artığı kurucu kadrolar, ülkedeki her etnik ya da dini kesimin desteğini, bir takım vaatler vererek ustaca sağlamayı başarmış, ancak daha sonra bu vaatlerini unutarak bütün bu kesimlere despot, ırkçı ve faşizan uygulamalara başvuran bir yönetim anlayışını dayatmıştır.

1950’lere kadar süren bu tek parti (CHP) diktatoryası, kendi içinden çıkan muhalefetin güçlenerek iktidara gelmesi sonrası başka bir yöne evrilmiş, Cumhuriyet’i kuran asker-sivil bürokrasi bu gidiş karşısında askeri darbe seçeneğini devreye koymuş ve ülkenin son elli yılı peşpeşe gelen darbeler neticesinde akamete ve her anlamda kesintilere uğratılmıştır.

Türk-İslam çerçevesindeki Alevilik

Konuyu çok fazla dağıtmadan, Türkiye’deki asker-sivil bürokrasinin bunları yaparken, başta Aleviler olmak üzere birçok değişik kesimin desteğini sağlamış olduğunu da hatırlatmakta fayda var. Özellikle Aleviler açısından Cumhuriyet tarihi tam bir ironidir. Aleviler, Cumhuriyet sonrası oluşturulan tekçi “Türk-Sünni” devlet tarafından sürekli, sistematik baskı ve soykırımlara maruz bırakılmalarına rağmen, resmi ideoloji tarafından üretilen, Cumhuriyet’in ve sözde laikliğin kendileri için yaşamsal bir nimet olduğu yalanına inandırılarak, düzenin gönüllü destekçileri haline getirilmişlerdir.

İşte 20. yüzyılın son çeyreğine bu şekilde giren Türkiye’nin, özellikle 1980 faşist askeri darbesi sonrasında yaşadığı korkunç ve ağır baskı sonrası Kürtlerin başlatmış olduğu silahlı isyan ve özgürlük mücadelesi, birçok kesimle beraber Alevilerin de ezberinin bozulmasına yol açmıştır. Bunu gören devlet, özellikle 1990’lı yıllarda kendi eliyle kurdurduğu (CEM Vakfı) veya desteklediği Alevi kurumları aracılığıyla Aleviliği “Türk-İslam” çerçevesine hapsederek, özellikle Kürt hareketiyle olabilecek bağlarını koparmayı hedeflemiş ve başlarda bu konuda belli oranda başarı da sağlamıştır. Ancak Kürt siyasi hareketinin ağır bedeller ödeme pahasına sürdürdüğü özgürlük mücadelesi, zaman içinde Türkiye’deki bütün ötekilerin ve ezilenlerin sesi ve ortak mücadelesi olma gibi bir özellik de kazanmış, bu anlamda özellikle Kürt Kızılbaş Aleviler devletin bu politikalarını boşa çıkarmıştır.

Diyanet’e bağlı Alevilik olmaz

Ayrıca Kürtlerle girdiği mücadelede başarısız olan, ekonomisi hasar gören ve yorulan devlet, uluslararası sermaye ve Batının kendisine bölgede yeni biçtiği rolün gereği olarak “huzurlu ve güvenli” bir coğrafya yaratılabilmesi için bölge halklarıyla ve Kürtlerle barış yapma zorunluluğunu kabul etmek durumunda kalmıştır. Bu süreçte Aleviler savaşın sürdüğü ortamda devlet tarafından Kürtlere karşı “müttefik” olarak kullanılmak istenmiş, görece rahat bırakıldıkları bir ortamda, ama elbette esasta uzun mücadelelerinin sonucu olarak, kurumsal anlamda örgütlenmelerini başlatabilmişlerdir.

Bugün Avrupa ve Türkiye’de geniş bir örgütlülük yapısına erişmiş olan Alevilerin bu durumu karşısında devlet klasik refleksi gereği, günümüzde AKP hükümeti aracılığıyla yeni bir takım oyunlar sahnelemeye çalışmaktadır. Açılımlar şeklinde ve değişik içeriklerle karşımıza çıkan bu politikaların detaylarına ve Alevilerin bunlar karşısındaki tutum ve davranışlarına ilerleyen zamanlarda detaylıca değinmeye çalışacağız. Ancak burada yer darlığından ilk etapta değinmek zorunda olduğumuz öncelikli konu, önümüzdeki kısa dönemde cemevlerinin yapısı ile, Alevi dedeleri ve kurumlarının Diyanet ile ilişkilendirilmesi çalışmalarının hız kazanacağına yönelik bazı işaretlerin varlığıdır. Devlet bunu ilk defa dile getirmemesine rağmen, burada endişe yaratan, Alevilerin kısmen de olsa ikna edilmesi ve böylece “ocakların” devreden çıkarılarak Diyanet merkezli bir çözümün, üstelik de Alevilerin kendi elleriyle hayata geçirilmesi olasılığıdır.

Sözü, Alevilerin kendilerine ait tüm sorunlarında sadece kendi özgüçleri ve örgütlülüklerine dayanarak çözüm üretmeleri gerektiğini belirterek -şimdilik- noktalayalım.