Dün akşam CNN Türk’de yayınlanan Dört Bir Taraf programı gazetecilik eğitimi veren okullar için incelenmesi gereken ciddi bir vaka idi. Sansür nedir, nasıl delinir, gazetecilik etiği nedir, iktidar yanlısı “gazeteciler” istediklerini elde edemeyince neler yapabilirler hepsini bir arada etüd etme olanağını bulduk.
Bizim gazetecilik eğitimi aldığımız yıllarda gazete ve televizyon sahiplerinin (Türkiye’de sadece devlet televizyonu TRT vardıysa da dışarıda özel TV’ler de vardı) başka işlerinin olmamasının önemli olduğu anlatılırdı ama bunun o zamanda bir karşılığı olmadığını bilirdik, devlet denetiminde/güdümünde yayınlar hiçbir zaman gerçeği olduğu gibi yayınlamazlardı. Bugün yayın sermayesinin hem başka işleri hem de neredeyse tamamı iktidardan nemalandıkları işleri vardır. Bunun ne anlama geldiğini son olarak Gezi sürecinde deneyimledik. “Penguenci Medya” kavramı literatürümüze bu sayede girdi. İktidarın baskısı ile medyanın tamamı (sol muhalif medya hariç) üç maymunu oynadı, görmedi, duymadı, konuşmadı. Heyhat, dikkate almadıkları bir şey vardı, bilişim teknolojilerinin gelişimi.
Teknolojinin gelişimi bilgiyi kontrol edenler için çok önemli bir noktada olduğu gibi başkaldıran herkes için de önemli bir direnç yaratmaktadır. Gezi’nin başarısı tüm bu baskılara karşın oluştuğundan çok kıymetlidir ve ciddi bir farkındalık yaratmıştır. Tabii bugün seçimlere geldiğimizde (ki AKP’nin oylarının çok ciddi biçimde düşmediğini görebiliyoruz), eğer medya o gün gerçekleri olduğu gibi verseydi toplumun sadece bir bölümünde değil çok büyük bir kesiminde algı çok daha farklı olacaktı, RTE’nin kendine oy verenleri konsolide etmesi çok daha güç olacaktı. Bunun vebali medyanın üzerindedir.
Dün Suriye ile ilgili tapeler patladıktan sonra yayın organlarına RTÜK’den yayın yasağı gelmiş. Kullanabildikleri tek şey de “özel hayatın gizliliği” maddesi. Twitter’den sonra YouTube da yasaklandığı sırada Cumhuriyet Gazetesi internet sitesinde tape yayınlanıyordu. TİB hemen bir yazı gönderip video’yu yayından kaldırmasını istemiş. Gazete yanıt olarak, bunun kamuyu ilgilendirdiğini, hükümetin ülkeyi savaşa sokma isteğine karşılık halkın haber alma özgürlüğüne engel olamayacaklarını güzel bir yazı ile yanıtlamış.
CNN’deki programda Kadri Gürsel bu yazıyı bütünüyle yayınlayınca tabi yasak masak kalmadı, delindi. Kadri Gürsel bunu kameraya bakarak (Tayyip’in gözünün içine bakar gibi) tane tane okudu. Ardından Nazlı Ilıcak da bu durumu alkışlayarak desteğini belirtti. Ne olduysa bundan sonra oldu. Nagehan avaz avaz bağırarak ve ardından Abdülkadir Selvi diğerlerini “vatan hainliği” ile suçladı. Daha sonra konuşmalarla tümden yasak delinince bu defa Nagehan “bunun hesabını mahkemelerde verceksiniz” diyerek, seçimlerden sonra olacakları ifşa etti. Altan Öymen’in toparlama çabaları yetmedi, Kadri Gürsel etkilenmiş görünmedi, Cemaatçi Nazlı Ilıcak ta Nagehan’ı delirtmeye devam etti.
Tabi bu sırada, “yasak” Twitter saatlerdir dünyada TT olmuş hashtag’i ile yıkılıyordu. Şimdi bunu nasıl değerlendireceğiz? Medya aynı medya, patronlar aynı patronlar. Bunu sadece sermayenin Tayyip’ten vazgeçmesi ile değerlendiremeyiz. Gezi sürecinde medyaya yapılan protestoların, ve onlar vermese de haber almaya ve vermeye devam edileceğinin görülmesinin sonucudur bugün yaşadığımız. Pırıl pırıl zekaya sahip gençlerin mücadelesinin, ölümlere ve binlerce yaralıya rağmen devam edeceğinin görülmesinin sonucudur. Berkin’in cenazesinin, BDP mitinginden dönerken başından vurulan 10 yaşındaki çocuğun ve Van’da AKP mitinginin ardından silahla vurulan gencin sosyal medyada her kesim tarafından nasıl sahip çıkıldığını gördüğümüzde, bu mücadelenin artık seçim/seçimlerin sonuçları ne olursa olsun devam edeceğinin görülmesinin sonuçlarıdır.
Artık geri dönüş yoktur. “Geziden Sonra” hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktır.