Bir mücadele cephesi olarak HDK-HDP – Mahir Sayın

Muhalefet hareketi uzun yıllardır hem organik hem de cephesel biçimde nasıl bir araya geleceğinin yollarını arayıp durmaktadır. Bu güne kadar olan girişimlerin hemen hepsi başarısızlıkla sonuçlanırken kimi durumlarda temizlenmesi zor enkazların da oluşmasına neden olmuştur. Örneğin bir ÖDP girişiminin başarısızlığa uğraması, organik birlik fikrinin kolay kolay geri gelmeyecek şekilde yıpranıp bir kenara atılmasına neden olmuştur.

Organik birlik fikriyatının aldığı bu ağır yara cephesel birlik fikrinin ortadan kalkmasını getirmedi. Ya da “madem organik olarak birleşemiyoruz, cephesel olarak birleşerek bir mücadele birliği oluşturalım” fikrinin güçlenmesine yol açtı da denilebilir. Bu anlamda Emek-Barış-Özgürlük Bloku girişimi birincinin yarattığı mahzurlara izin vermeden değişerek Çatı Partisi fikriyatı doğrultusunda ilerlemeye devam etti. Çatı Partisi düşüncesi Öcalan’ın önerisiyle yerel meclislerden oluşan bir kongre yapılanması halini aldı ve Halkların Demokratik Kongresi değişik güçlerin bir mücadele birliği zemini olarak ortaya çıktı. Ancak bu yapılanmanın siyasal bir partiye tekabül etmemesi, seçimler ve parlamento düzleminde de var olmak üzere Halkların Demokratik Partisi isimli bir partinin kurulmasına yol açtı. Ancak yaşadığımız son aylarda HDP’nin ne olduğu meselesinde tam bir mutabakatın olmadığını ortaya koyan tartışmalar yoğunlaştı.[1] Sosyalistlerin böyle bir yapının içinde ne aradığı, Kürtlerle böyle bir yapılanma içerisinde olunup olunmayacağı, bu partinin organik mi, cephesel mi, konfederal mi vb olacağı konusunda değişik görüşler kuruluşun ardından gelişti ve mesele ilk sadeliğini kaybetti.

HDK’siz HDP anlaşılmaz

 HDP, ezilen, dışlanan, aşağılanan, sömürülen, ana dilinden mahrum bırakılan, içinde yaşadığımız ve bir parçası olduğumuz doğanın yıkımına karşı çıkan muhtelif kesimlerin mücadelelerinin ortak bir zeminde bir araya gelmeleri amacıyla oluşturulmuş bir proje olan HDK’nin seçim ve parlamento zeminlerinde yasal gerekliliklere yanıt oluşturabilmesi amacıyla oluşturulmuş cephesel bir partidir. Sorun bu biçimi içerisinde ele alındığında HDP’nin ne olduğunu anlamanın HDK’nin ne olduğunu anlamaktan geçtiğine kuşku kalmaz. Ne var ki, HDP’nin ne olduğu meselesi son aylarda değişik gerekçelere bağlı olarak bu kapsamdan koparıldı ve şimdi kendi başına HDP’nin nasıl bir parti olduğu tartışılmaya başlandı. Tartışmanın bu biçime ulaşmasının en belirleyici nedenini görebildiğim kadarıyla başka faktörler de olmasına karşın, BDP milletvekillerinin tümünün HDP’ye geçmesi ve BDP’nin kendisini yeniden tanımlaması oluşturuyor.

Herkesin bildiği gibi BDP Kürdistan’da demokratik özerkliği hayata geçirecek, bölgesel bir partiye, Batı’da da ideolojik bir kadro partisine dönüşürken[2], bir bütün olarak HDP’ye katılma kararı aldı. HDP bu adımı atmakla diğer bileşenlere de aslında aynı şeyi önermiş olmaktadır. Kendilerinin en büyük güç olarak bireysel olarak katılacakları bir yapıya, başkaları hangi hakla örgütsel yapılarını koruyarak katılacaklardır? Herhalde kendilerini HDK’de benimsenmiş olan “bireysel katılımlara ait % 40 kotasının içine sokacakları beklenemez. Bu ileride ciddi gerilimlerin kaynağını oluşturacak bir konu teşkil etmektedir. Sık sık HDP ve diğer örgütler çelişkisinin gündemimize geldiğine tanık olacağız.

HDK kurulurken bu zeminin özerk varlıkları olan ve var olmaya devam edecek olan partilerin ve bağımsız bireylerin bir araya geldiği bir mücadele birliği tanımı yapıldı ve bu mücadelenin ortak paydasını demokrasinin oluşturduğu benimsendi. Kimimiz bu demokrasiyi, radikal demokrasi, kimimiz de devrimci demokrasi olarak tanımladı. Bu hala tartışılması gereken bir konu olarak durmaktadır.[3] Ancak talepleri bu kadar farklılaşan ve kurumsal varlıklarını devam ettiren yapıların buluşabilecekleri zeminin federal/konfederal yapıya sahip olacak bir cephe olacağı açıktır; ona geleneksel olarak kullandığımız terminolojide durursak cepheden başka bir isim vermek mümkün değildir. Cepheler eğer ortaklarını bir zaman için kandırmak üzere kurulmamış ise farklılıkların yaşanmasına olanak sağlayacak bir esnekliğe sahip olmak zorundadırlar. Bu esnekliğin ifadesi federal/konfederal nitelemesidir. HDK için bu zemin benimsendiğinde, onun üzerinde yükselecek olan bir siyasal partinin de aynı özellikleri taşıması yapılan işin reddedilemez bir zorunluluğudur. Şimdi tartışma konusu haline gelmiş olan bu zorunluluktur. Bunun anlamı, benimsenmiş olan ilk temelin reddedilmesidir. O zaman yeni yapılacak işin bütün gerekleriyle birlikte yeni baştan tartışılması gerekir. Yoksa gerçek olmayan anlaşmalar daha sonraki adımlarda giderilmesi zor açı farklarının oluşmasına yol açar.

Farklı çelişkiler farklı öncelikler yaratır

TC çerçevesinde yer alan Kürdistan ve TC’nin Batısı anlamında Türkiye’nin öncelikli çelişkilerinin farklı olduğu herkesin paylaştığı hakikattir. Sosyal sorunlar derinliğine yaşanmaya devam edilse de Kürdistan’da ve Türkiye’de yaşayan Kürtlerin önemli bir çoğunluğu için öncelikli sorun ulusal hakların kazanılması meselesiyken Türkiye’de bu sorun tamamen sosyaldir; dolayısıyla iki alandaki hareketlerin öncelikleri temelde farklıdır. Bu mücadele temellerinin farklılığından kaynaklanmaktadır. Kürdistan’da süren bir ulusal özgürlük mücadelesidir. Bu mücadele silahlı ve silahsız yöntemleri başarılı bir biçimde birleştirmiş ve kapitalist sömürgeci TC iktidarıyla talepleri için müzakere gerçekleştirme çabasındadır. Taleplerin ana ekseni demokratik bir kapitalist sistemin içine sığacak niteliktedir. Ama bu hareket elbette bundan ibaret değildir. Bünyesinde feodal, burjuva, küçük burjuva, yoksul köylü, işçiyi yurtseverlik temelinde birleştirmiştir ve bunlar sadece Kürt de değildir; Kürdistan’da var olan tüm milliyet ve inanç guruplarını da içerir. Bu bileşenler elbette ki kendi ideolojik ve politik eğilimlerini terk edip bu ortak paydanın altına gelmemiştir ve onun için de yurtsever hareket rengarenk bir görünüm arz eder. Hareketin başlatıcı, örgütleyici ana unsurunun sosyalistler olması, bu ulusal harekete önemli bir sosyal kurtuluş boyutu da eklemektedir.

Batı’daki muhalefet hareketinin de birçok bileşeni vardır ve talepleri birbirinden farklılıklar taşır. Bu muhalefetin yurtsever harekete yakınlık gösteren kesimi büyük ağırlığıyla sosyalistlerden oluşur ve bunların ortak talepler paydasında savundukları temel amaç açısından hükümetle müzakere edilebilecek hiç bir şey yoktur. Talep ettikleri şey mevcut sistemin bir bütün olarak dışındadır; bu hedefe ulaşmak açısından kısmi değişikliklerin hemen hemen hiçbir anlamı yoktur. Hükümetin reform olarak gerçekleştireceği işleri bir müzakere sorunu değil, devrim mücadelesinin yan ürünleri olarak görürler. Bu nedenledir ki, yurtsever hareketin tüm taleplerini destekleyecek olsalar da, güncel taktiklerinin tümünde çakışmaları her zaman olanaklı değildir. Bunun değişik örnekleri geçmişte yaşandı ve günümüzde de Gezi direnişi ve AKP-Cemaat çatışmasında görüldü. Birincisinde hareket özeleştiri yapmış olsa da 17 Aralık soruşturmalarında Cemaat’e karşı Hükümet yanında durmayı güncel taktik olarak doğru bulmaktan kendisini alamamıştır. Aslında Gezi Direnişi karşısında alınan tutum da, 17 Aralık soruşturmalarına karşı alınan tutum da Hükümet’le yapılması beklenen müzakere meselesine bağlıdır.

Hükümetten hiçbir beklentisi olmayan sosyalist hareketin karşısında “bu hükümet yıkılırsa ne olur?” sorusu yoktur. Var olanla da gelecek olanla da aynı mücadele sürdürülecektir. Bu konuda “AKP’nin askeri siyasetten uzaklaştırmış olduğu, demokratikleşme korusunda kimi reformlar gerçekleştirdiği” masalları sosyalist hareketin harekat hattında hiçbir değişikliğe, ya da özel hesaba yol açmaz.

Mücadele birliği kimsenin kimse üzerinde hegemonya kurma alanı değildir

Bu nedenle yurtsever hareketle sosyalist hareketin stratejik bir işbirliği sürdürebilecek olmasına karşın bu stratejik hedefe varabilmek için izlenecek taktiklerin örtüşmeyeceğini ve örtüştürmek için yapılacak olan zorlamaların tarafların birbirini aşındırmasına, iyi olan ilişkilerinin gerilimler içinden ilerlemesine neden olacağını bilmek gerekir. Bunun içindir ki, sözü edilen stratejik işbirliğini sürdürebilmek her kesimin kendi eylemini bağımsız olarak yürütebileceği ve bu eylemlerin çakışabilecek olanlarının ortak zeminde gerçekleştirileceği bir ilişki biçiminin yaratılması gerekir. Mücadele eden örgütlerin eylemlerinin birleştirilebilmesinin zemini tarihen CEPHE olarak tarif edilmiştir ve cepheler bileşenleri üzerinde belirleyici hak sahibi olmamalıdırlar. Tarihen yaşanmış kimi örneklerde cephenin bir bileşeninin diğer bileşenler üzerinde, cephenin belirleyicilik hakkını ilan ederek hegemonya kurduğu, örneğin halk cephesinde yer alan bir emekçi partisinin, komünist partisinin öncülüğünü benimsemesinin dayatıldığı kötü davranış biçimleri vardır. Yıkılan sosyalizmler böyle örnekler vermiştir. Ama sonuç da maalesef yıkılmak olmuştur. Bu yolu açacak hegemonya ilişkilerinden uzak durmamız gerektiği faturası ağır tarihsel bir ders olarak önümüzde durmaktadır.

Eğer savunduğumuz sosyalizm ve demokrasi anlayışı itibariyle bunda mutabık isek ve gerek HDK gerekse HDP cephe karakteri taşıyacak ise bu yapılarda kararların bileşenlere boyun eğdirmeyecek bir ilişki içinde alınması gerekir. Bunun bilinen tek yolu da tüm önemli meselelerde mutabakatla karar almaktır.

HDP’nin oluşumu üzerine yapılan açıklamalarda E. Kürkçü bu yapının konfederal olacağını söylemişti. Konfederal olmanın en karakteristik özelliği kendisini oluşturan yapılar üzerinde hiçbir yaptırıma sahip olmamak, eşit zeminde yer almak demektir. Bunun yolu da kararların mutabakatla alınmasıdır. Örneğin, yukarıdaki iki taktik ayrılıkta HDP karar alacak olsa idi ve bileşenleri de buna uymak yükümlülüğünü taşısa idi ne olurdu? Sadece iyi ilişkileri gerilime sürükleyecek bir çatışma olurdu.

Eğer HDK-HDP’nin böyle bir karakterde olması benimsenmiş ise, diğer tüm bileşenlerden daha fazla ağırlığa sahip olan BDP’nin tüm faaliyetini HDP içinde gerçekleştirmeye karar vermiş olması ne anlama gelir? HDP’nin tüm kararları mutabakatla verilecekse var olan farklılıkların sonucu BDP kimi önerilerini kabul ettiremeyecektir. O zaman ne yapacaktır? Elbette ki, doğru bulduğu eylemi diğerlerinden bağımsız olarak kendi adına gerçekleştirecektir.

Kendi nedir? Artık BDP değil; legal örgütsel varlık olarak sadece HDP vardır; o zaman yapabilecekleri tek şey doğru buldukları eylemi HDP olarak gerçekleştirmek. Var olan güçleri karşısında da bunu hiçbir hukuk engelleyemez. Güç olduğunda da gerekli olduğu yerde kullanılır; bunun önüne hiçbir karar vb geçemez. Peki bu doğru mudur? Onların bu hakkı kullanmaları, başkalarının da aynı hakka sahip olmaları anlamına gelir. Sonuç ne yaptığı belli olmayan bir partinin ortaya çıkması ya da HDP’nin eylemlerinin görünürlüğü nedeniyle BDP-HDP farkının ortadan kalkması. Bu ikincisinin yaratacağı sonuç da birinciden daha iyi değildir. Bu durumda ulaşılacak yer bir Türkiye Partisi değil, Yurtsever Hareket ve Destekçileri topluluğu olarak siyaset sahnesinde eski tecritin içine yuvarlanmaktır. Tabii bunun daha kötüsü, bu yüzden bileşenlerin ilişkilerinin gerilim içine girmesi ve ortaklık ve mücadele birliği ruhunun sönmesidir. Türkiye partisi yaratalım derken dönüp dolaşıp, yıpranmış ve birlik yorgunu olarak yeniden aynı yere gelinmiş olur. ÖDP dersi yetmemiş görünüyor sanki!

Tarihsel deneyimlerin işaret ettiklerini es geçmeden yapılması gereken, HDK’nin kuruluşu için yapılan tartışmalar ve anlaşmaları bir kez daha hatırlayıp HDP’yi de aynı temel üzerinde işletmeye ve onu AKP, CHP+MHP ekseninde seçeneklere mahkum edilmeye çalışan Türkiye halklarının gerçek seçeneğini oluşturacak 3. Cephe olarak örmeye devam etmektir.

 

[1]Mesele sanki daha önce hiç tartışılmamış ve belli kararlara varılmamış gibi bazıları “daha ne istiyorsunuz, Türkiye’nin en yoksul proleterleriyle bir araya geliyorsunuz; bir sosyalist için buna uzak durmak olabilir mi?” diyerek ittifakı cazip kıldıklarını düşünmektedirler. Bu yaklaşım bir yandan “yemleme” olarak görülebilecekken diğer yandan da değişik açılardan saygısız bir içerik sergiler. Ortaklık yaptığı gücü kendisinin örgütlenme alanı olarak görmek samimi ittifak duygularına işaret etmez. Tabii bu gerçeklikleri bilenler de ona göre tedbirlerini alırlar. Böyle Kürt avına gidip avlanan çok oldu şimdiye değin.
[2]İdeolojik kadro partisinin kime ne anlattığını kestirebilmek mümkün değil. Böyle bir ortak tanımımız yok. Ama kastedilenin doğrudan siyaset yapmayan, yapılan siyasetin ideolojisini oluşturan/şekillendiren ve bu amaçla kadro eğitimi yapan bir parti olduğu düşünülebilir. Siyaseti doğrudan yürütenlere dışarıdan müdahale demokratik ilişkiler açısından pek hayırlı çağrışımlar yaptırmaz. Eğer bu da değilse o zaman geriye bir siyasal eğitim kurumu kalır ki, bunun adı da zaten parti değil, okuldur, akademidir, üniversitedir vs.
[3]Öcalan’ın sözünü ettiği ‘TİP’ten beni en büyük birlik’ lafı, BDP’nin kendisini feshiyle birlikte ele alındığında HDP’nin organik bir parti olarak düşünüldüğü çağrışımını yaptırıyor.
HDP’ye biçilen radikal demokrasi mücadelesi rolüyle birlikte düşünüldüğünde, bu homojen parti sosyalizm için değil demokrasi için mücadele edecektir. Bu bizim tarihin gerisinde bıraktığımız kesintili, birbirinden ayrı aşamalara ayrılmış devrim mücadelesi anlayışıdır. Mahir Çayan mirası, İSYANdır, KESİNTİSİZ DEVRİM’dir.
BDP’nin Kürdistan ve Türkiye olarak ikiye ayrılıp Batı’daki parçanın HDP haline gelmesi Türkiye devrimini de demokratik zeminde belirleme anlamına gelecektir.

Yoruma kapalı