Yeni 31 Mart Vakası- Tuncay Yılmaz

Tarihe 31 Mart Vakası (eski takvimle 31 Mart 1325) olarak geçen olaylar “şeriatçı bir ayaklanma” olarak bilinse de, bir yanda İttihat ve Terakkici diktatörlüğe isyanken diğer yanda Sultan Abdülhamid’in 30 yıllık bıktırıcı derebeyi despotizmine itirazdı. İsyanın devrimci bir önderlikten yoksunluğu, halkın öfkesinin yanlış ellerle yanlış hedeflere yöneltilmesine yol açmış olsa da siyasal rejim değişikliğinin önündeki tıkanmayı zor yoluyla açtı. İsyanın vurucu etkisi zamanı gelmiş bir dönüşümün karşısındaki direnişi zayıflattı ve bir dizi gelişmenin ardından padişahlık (saltanat ve halifelik) kurumu resmen lağvedildi.

Seçim arifesinde nereden çıktı bu “31 Mart Vakası”? Seçimler, parlamento, belediyeler sınıflar mücadelesinin cephelerindendir. Bu cephelerdeki çarpışmalar güçler dengesini yansıtsa da aslında var olan gerçekliğe ve savaşın bütününe birebir tekabül etmez. Çünkü bu savaş meydanları tamamen egemenlerin lehlerine olacak şekilde düzenlenmiştir. Seçim sistemlerinden, propaganda imkanlarına, maddi olanaklardan, teknik imkanlara ezilenler 1-0 yenik başlarlar bu savaşa. Ona rağmen tarihin getirip önünüze koyduğu savaşlardan kaçınamazsınız.

Bu dezavantajlı durumu lehimize çevirmenin tek yolu taktik ve stratejik üstünlüğümüzle ezilenler çoğunluğunu, egemenler azınlığının karşısına dikmeyi başarabilmektir. Sistem güçleriyle aynı araç, zihniyet ve yöntemleri kullanarak gireceğimiz bir savaştan mağlup ayrılacağımız aşikar. O zaman burjuvazinin meydanında giriştiğimiz bu savaşta atacağımız her adıma iki kere dikkat etmek zorundayız.

Meseleye gelirsek; 31 Mart Vakası’nın dinamikleri kimi değişim ve sürekliliklerle varlıklarını sürdürmekteler. Bir tarafta muhafazakâr, baskıcı ve otoriter yöntemlerle iktidarını korumak isteyen Sultan Tayyip Erdoğan, diğer tarafta emperyalistlerle hemhal olmuş mali oligarşinin istekleri doğrultusunda şekillenen ittihatçı ittifak. Her ikisi de iktidarı ellerine geçirmek/muhafaza etmek için en omurgasız, zalimane, insanlık dışı yol ve yöntemleri kullanmaktan kaçınmadılar, kaçınmazlar. Sadece son dönem ortaya saçılan tapeler değil, -öncesi bir yana- 90 yıllık cumhuriyet tarihi bu odakların neler yapabileceğinin acı örnekleriyle dolu. Kitlesel katliamlar, siyasi cinayetler, darbeler, yasaklar, işkenceler, yok saymalar, vs, vs. Tabii ki görmek isteyene…

Tablodaki tek nitelikli değişiklik isyan edenler cephesinde. 30 yıldır süren Kürt Halk İsyanı ve 1 yıldır devam eden Gezi İsyan dalgası direnenler cephesine önemli avantajlar kazandırmış durumda. Rejimin ve hatta sistemin bu kadar acz ve kaos içerisine düşmesinde bu isyanların payı büyük. Elbette bütün egemen sosyal güçler (emperyalistler, finans kapital, bezirgan Anadolu sermayesi ve bilcümle gerici güçler) bu isyana nüfuz etmek, isyancıların devrimci enerjisini kendi çıkarları doğrultusunda yedeklemek istiyor. Tıpkı Mısır’da, Tunus’da, Bahreyn’de olduğu gibi. Bunu başarabilmek için de binlerce yıllık iktidar tecrübelerini kullanarak kılıktan kılığa giriyorlar. Bir bakıyorsunuz sosyal sınıfların en gericisi olan finans kapital ve onun desteğini arkasına almış CHP koalisyonu demokrasi havarisi kesiliveriyor. Diğer yanda zulmü, yolsuzluğu ve adaletsizliği iliklerimize işlemiş, finans kapitalin eski gözdesi AKP koalisyonu hala utanmadan meydanlarda demokrasi, özgürlük diye gırtlağını parçalıyor.

Gerici güçlerin (CHP’siyle, AKP’siyle, MHP’siyle, Cemaatiyle bütün sermaye seçeneklerinin) isyanımızı çalamamasının tek koşulu, kendi bağımsız örgütsel hattımızı oluşturabilmekten geçiyor. Yeni 31 Mart Vakası’nın eskisinden farkı da bu olacaktır. 105 yıl önce (31 Mart 1325 – yeni takvimle 13 Nisan 1909) kendi meşreplerince zulme ve yoksulluğa isyan edenler hedef ve önderlik yoksunluğundan dolayı o ya da bu gerici gücün arkasına dizilmek zorundaydılar. Şimdi ise işçi sınıfının ve diğer ezilenlerin dünya dolusu tecrübesi ve birikimi var. 30 yıldır bu ceberut devlete, Ortadoğu’nun çapraşık iktidar ilişkilerine direnen ve Anadolu’nun devrimci, demokratik güçleriyle birlikte davranmak isteyen Mezopotamya devrimcileri var. Sadece İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de değil, en durağan bildiğimiz memleket köşesinde dahi isyan etmiş, ayağa kalkmış bir halk gerçekliği var. Ehveni şer deyip ittihatçıları saltanatçılara tercih etmek yerine, bu kez yolsuz, yönsüz, örgütsüz bir isyan değil, hedefli ve örgütlü bir isyanı hep birlikte büyütebilir, kendi yolumuzu açabiliriz.

Meseleyi karmaşıklaştırmadan sonuçlandıralım. 31 Mart’tan itibaren kimin güçlenmesi için mücadelenizi sürdürecekseniz, 30 Mart’ta onun yanında olmalısınız.

Yoruma kapalı