Son üç günde ortaya çıkan serhildan aynı 2006’da olduğu gibi bir çok hakikati birden içeriyor. Ve gene 2006’da olduğu gibi Kürdistan’da yaşayan hemen herkes bunu çoktandır bekliyordu. Çok yakın zamanda Amed’de belediyede yaptığımız görüşmelerde “Buranın halkı ağır bir taştır. Kolay kolay oynamaz. Oynarsa da deprem yaratır, kimse önünde duramaz” denmişti. Taş oynadı. Kimse bu oynamayı bir amaca, bir talebe indirgememeli. Gezi’de mesele nasıl ki hem sadece bir ağaç ve hem de hiç bir zaman sadece bir ağaç değildi, Kürdistan’da da mesele hem Kobani hem de asla sadece Kobani değil.
Vakit ders çıkartmak için erken. Çıkartılan her ders bu büyük halk hakikatini düzleyecek, indirgeyecektir. Halk sahneye çıkınca herkese biraz da susmak düşer. Ancak siyasilerin susmaktan çok uzakta durmaları bizi de yazıda ve sözde başka bakışlara yer açmak zorunda bırakıyor.
Çözüm sürecinin daha ilk haftasında, çözüm sürecinde legal Kürt siyaseti için en büyük sınavın bir 2006 daha yaşanmasını engellemek olduğunu söylemiştik. Bu en basitinden siyaseti toplumsaldan kopartmamak, siyaset ve toplumsal olanın bağlarını kurmaktan geçiyordu. Çözümü toplumsallaştırmak dediğimizde halkın sürece katılım kanallarını açık tutmaktan bahsediyorduk ve bu kanalların açık tutulması da elbette ki her başı sıkıştığında halkı eyleme çağırarak tüketmekten, halkı bir çeşit ders verme aracına indirgemekten geçmiyordu.
Siyaset ve toplumsal arasındaki bağ kopukluğu diyince, HDP vekillerinin olaylar patlak vermeden önce, Davutoğlu’nun değişen tavrını memnuniyetle karşıladıkları, ya da devlet heyetiyle görüşmelerinin iyi gittiğine dair açıklamalarını hatırlamak da fayda var. Her şey iyi gidiyorduysa aslında Türkiye İŞİD’i desteklemiyor muydu, siyasilerin halkta biriken öfkeden haberleri mi yoktu, vardı da kontrol mu etmek istiyorlardı, yoksa halkın öfkesi gerektiğinde başvurulacak bir kozdan mı ibaretti? Bugün artık sormanın zamanıdır: Çözüm sürecinde halkı sürece katmanın hangi mekanizması kuruldu? Halka hangi konuda somut, tutarlı ve bilgilendirici açıklamalarda bulunuldu?
Siyaset ve toplumsallık arasındaki tek iletişimin gerginliği halka enjekte etmek olduğu bu son üç yıllık gelenekte şayet Kobani kurtulursa bu yaşananların arkada bırakılıp siyasetin kaldığı yerden devam edeceği ve seçimlere hazırlanılacağı mı hayal ediliyor? Ondan mıdır ki Atatürk büstüne ne olduğunun hesabı “batı halkına” veriliyor?
Roboski katliamı olduğunda katıldığım parti meclisi toplantısında Selahattin Demirtaş, Roboski katliamının olmasında hepimizin payı olduğunu, bu katliamı önleyememizin sebebinin hali hazırda demokratik özerkliği hayata geçirememiş olmamız olduğunu söylemişti. En etkilendiğim konuşmasıdır. Bugün eğer halk en büyük bedelleri ödemeye hazır bir şekilde isyan ediyorsa, halen tarih sahnesine çıkmasının tek yolu eylem, ölüm ve şiddet olduğu içindir. Ve Kobane ateş altında dünyanın en eşitsiz koşullarında dahi kontrollü bir biçimde şehit verirken, kuzeydeki isyanda iki günde 21 kişi ölüyorsa bu hükümet kadar, HDK’yı da, HDP’yi de, DTK’yı da, DBP’yi de ciddi bir özeleştiriye mahkum etmiştir.
Böyle bir isyanın tek mesajı özgürlük arzudur. Özgür bir Kürdistan. Kaderini kendi tayin eden bir Kürdistan. İstediğine yardım eden, istediğine küfür eden, istediğine kucak açan, her yanı tahakkümle kuşatılmamış bir Kürdistan. Devlet ya Kürtlerin iradesini, coğrafyasını, tahayyüllerini ve ürettiği değerleri tanıyacak ve bunlarla barışacak ve böylece Türkiye ve Kürdistan bölünmeden özgürleşecektir. Ya da Ezidilerin kaybettiği 10 bine, Rojava’nın özgürlüğünü sürdürebilmek için ödediği bedellere yenileri katılacak ve hem Türkiye hem de Kürtler onulmaz yaralarla yollarına ayrı ve gayrı devam edecektir. Bu Türklere “aslında” diye başlayan cümlelerle anlatılabilecek bir şey değil. Kesin ve açık bildirilecek bir şey. Şu an onlarca kişinin canları kucaklarında sokaklarda verdikleri mücadele söz konusuyken şahsım adına ırkçılığı evcilleştirme ve Türk aklını anlayıp sakinleştirme çabalarını son derece beyhude buluyorum. Hakikat bazen kıyıcı ve kırıcıdır.
Bütün bunların yanı sıra Hizbullah meselesine değinmeden de olmaz. Kürdistan’ın bütünlüğü ya da Kürtlerin birliği de he deyince olacak bir şey değil. Demek ki bu birlik seçim listelerinde, yani siyasette sağlanmıyor. Yüzleşmek, acımak ve acıtmak, hakiki olmak gerekiyor…
(Özgür Gündem – 10 Ekim 2014 – Nazan Üstündağ)