Vanlı İş-Kur İşçileri ile söyleşi

Söze şöyle başlamak isteriz, tabi bu sürecin Ankara’dan önceki ayağı da var. Van’da devam eden 90 günlük bir sürecin ardından Ankara’ya gelmeye karar verdiniz. Kısaca bahsederseniz, nasıl başladı ve buralara nasıl geldiniz?

ETHEM: Öncelikle teşekkür ediyoruz. Gerçekleştirdiğimiz direnişte, alnımız açık, vicdanımız rahattır. Şerefli insanlar olarak, direnişçiler olarak, devrimciler olarak şu an buradayız. Van’dan 408 kilometre yaya olarak yürüyerek bu sesimizi Ankara’ya taşımanın hep birlikte onurunu yaşıyoruz. Sizinde bildiğiniz gibi Van’da büyük bir deprem yaşandı. Bu depremin ardından Hükümetin Van’ı afet bölgesi ilan etmesi gerekiyordu, ancak bunu yapmadı. Bunu yapmayınca , doğal olarak insanlar bu kıyameti andıran facia karşısında Van’ı kitlesel olarak terk etmeye, başka şehirlere göç etmeye başladılar.

Hükümet bunu önlemek maksadıyla depremzedeleri İŞ-KUR bünyesinde kurulan bir proje kapsamında TYÇP (Toplum Yararına Çalışma Programı) çerçevesinde 7 bin 286 deprem mağdurunu çeşitli kurum ve kuruluşlara dağıtarak işe başlattı. Bunların içerisinde, özürlüler, yaşlılar ve kadınlar da vardı. Yıllık 6 ay olarak başlatıldığımız çalışma sürelerimiz ısrarlı hak arama mücadelemizin sonucunda önce 8 aya, sonra ise 9 aya çıkartıldı. Yıllık çalışma sürelerimizin 12 aya çıkarılması için 3 yıl içerisinde 36 defa eylem yaptık. Çeşitli yürüyüşler, gösteriler ve basın açıklamaları yaptık. 22 kez heyet olarak Ankara’ya gelip yetkililerle görüşme gerçekleştirdik. Mağdur edilmememiz için yaptığımız ziyaretlerde, başta Başbakan olmak üzere diğer ilgili bakanlıklara ve partilerin Grup Başkanvekilliklerine 114 adet resmi başvurumuz ve müracaatımız oldu.

Her seferinde de bize dediler ki, “Evet haklısınız, büyük bir deprem yaşadınız, sayınız ne olursa olsun sizi mağdur etmeyeceğiz, sizler için kalıcı bir çözüm sağlayacağız, inşallah, maşallah.” Oyalamalar 13 Haziran 2014’e kadar sürdü ve bir gün topluca işimize son verdiler. İşimize son verildiği ilk gün sabah saatlerinde valiliğin önünde gösteri yaptık. Polis üzerimize çok şiddetli güç kullanarak acımasızca saldırdı. Saldırı sonrasında tekrar toparlandık ve valiliğin karşısındaki parkta kurduğumuz çadırlarda 90 gün eylem yaptık. Bu 90 günlük direnişimiz sırasında 11 kez çok şiddetli polis müdahalesiyle karşılaştık. Her polis müdahalesinde onlarca yaralı ve gözaltı olmasına rağmen direnişimizi devam ettirdik.

Van’da gerçekleştirdiğimiz direnişlerle sesimizi duyuramayınca , 7 Eylül 2014’te neye mal olursa olsun tüm kararlılığımızla Ankara yürüyüşünü başlattık. Yürüyüşümüzün hemen başında çok şiddetli bir polis müdahalesi gerçekleşti. Oysa emniyet ile yaptığımız görüşmeler sonrasında “Yolu kapatmadan gidebilirsiniz” demişlerdi. Toma, panzer ve yüzlerce polis gücüyle saldırarak bizi dağıttılar. Tekrar bir araya gelerek İpek Yolu girişinde buluşarak yürüyüşümüze devam etmek istedik. Orada da çok şiddetli polis saldırısı oldu, bir çok işçi arkadaşımız yaralandı ve gözaltına alındı. Birinci gün toplamda 22 gözaltı ve onlarca arkadaşımız gerçekleşen polis saldırısında yaralandı.

Ankara yürüyüşüne kaç kişi olarak başladınız?

Ankara yürüyüşüne 500’ü aşkın işçi arkadaşımızla başladık.

Bu sayıda gözaltılar ve yaralanmalarla azalmalar olmuştur tabi..

Biz ne pahasına olursa olsun yürüyüşe devam etme kararı aldığımız için, gözaltılar hariç yaralılar da dahil tekrar organize olarak yürüyüşümüze devam ettik. Edremit ilçesi girişinde tekrar kıstırdılar, beş altı otobüs dolusu çevik kuvvet bizi deniz (Van Gölü) tarafına sıkıştırarak üç tarafımızı sardılar. Ve anons başladı, ” Beş dakikaya kadar dağılmazsanız müdahale edeceğiz.” Biz diyoruz ki, bir koridor açın koridordan yürüyelim, denize de gidemeyiz zaten. Düşünebiliyor musunuz, dağılın diyorlar ama gidecek bir yer yok. Yeri gelmişken; Terörle Mücadele Şubesi’nde çalışan bir baş komiser var, oradaki çevik kuvvet polislerine diyor ki, “çakallar, sizin belinizdeki taşıdığınız silah ne güne duruyor, niye sıkmıyorsunuz?” Polisler dediğini yapmayınca, sonra emretti ” Tutuklayın hepsini, paketleyip götürelim.” İçimizde yaşlılar ve kadınlar vardı, onları tutuklamamaları için biz öne çıktık toplam 119 işçi arkadaşımızı kelepçeleyip tutukladılar, saldırılar sırasında 20’nin üzerinde de içi arkadaşımız yaralandı.

Emniyette gözaltı işlemleri, hastane de yaralılar falan derken iki günümüz gitti. İki gün sonra yine bir araya geldik. Başka çaremizin olmadığını, neye mal olursa olsun yürüyeceğimizi kararlaştırdık. Yine aynı noktada, Edremit kazası önünde polisler yolumuzu kesti. Bu sefer bahaneleri şu, “Karayolları Kanunu’nun şu şu maddeleri gereği yürüyemezsiniz.” Biz, kaldırımdan yürüyeceğimizi söylediğimiz de, “Toplu olarak yürüyemezsiniz, bu da yasak” diyorlardı. O zaman, biz dağdan yürüyeceğiz o da mı yasak diyerek karşılık verdik. Yediğimiz küfürler, karşılaştığımız hakaretler , tüm bu işçilerin başkanı olarak beni de çok etkiledi tabi, bir şeyler yapamamanın çaresizliği ile inanın kendimden, insanlığımdan da nefret ettim. O an T.C vatandaşı olmasaydım keşke dedim, cebimde T.C’nin verdiği kimliğim var, yasadışı bir şey yapmamışım yalnızca hakkımı arıyorum, elimizde yalnızca ekmek var, o ekmek uğruna yola düşmüşüz. Tek sıra yürüyoruz, her geçen araçta kornayla destek veriyor. T.C’nin polisi, emniyeti de bize müdahale ediyor, terörist muamelesi, düşman muamelesi yapıyor.

Diyoruz ki, bizim seyahat özgürlüğümüz yok mudur, bir ilden bir ile seyahat etme özgürlüğüm yok mudur? Herhangi bir kişiyi rahatsız etmişliğimiz var mıdır? O da yok. “Yok gedemezsiniz, talimat böyle.” O zaman madem öyleyse birileri bedel ödemek zorunda, o zaman koştum denize doğru, intihar edeceğim dedim. Polisler peşime düştüler kovalayarak, tam atlayacakken denize, yakaladılar. Yine aynı baş komiser, “Tutuklayın bunu kelepçeleyerek nezarete atın” diye emretti. Tutukladılar, yaka paça arabaya attılar, o an arabada neye uğradığımı şaşırdığım için arabanın camlarını kırarak kendimi dışarı attım. Kendimi dışarıya atınca bu sefer tekme tokat onlarca polis üzerime saldırdı, gözümü açtığımda kendimi hastanede buldum, bayıltana kadar dövmüşler. Bayılmadan, işçi arkadaşlara tek kalsanız da yürüyeceksiniz Ankara’ya, dağdan dahi olsa gideceksiniz dediğimi hatırlıyorum..

Tekrar katılabildiniz mi arkadaşlarınıza, hastane ve emniyet süreci ne kadar sürdü?

Evet, ben ifademin alınmasını istedim bir an önce, ben diretince herhalde şikayetçi olur diye beni savcılığa dahi çıkarmadan salıverdiler. Ben tekrar katıldım arkadaşlara, insan o an yaralı falan olduğunu unutuyor, yetiştim, mola vermişlerdi. Bir köy bir camisinde 70-80 kişilerdi. Buluştuk ve kucaklaştık, sevinçten ağlıyorduk, becerdik, başaracağız diye. Daha sonra 55 kilometre dağda yürüyerek Gevaş yoluna çıktık. Tabi perişan olmuşuz, kimimizin ayakkabıları yırtılmış, kimimiz düşerek yaralanmışız, tam anlamıyla insanlık dışı bir dram yaşadık. Hani şu sıralar Şengal’den katliamdan kaçarak gelenlerden inanın hiç bir farkımız yok. Hatta o sığınmacıların geldikten sonra belki korkuları kalmamıştır, oysa biz tekrar peşimizden gelirler, tekrar yolumuzu keserler. Biz diyorduk ki kendi aramızda, şimdi bizi dağda çevirirler, tararlar hepimizi, kafamıza sıkarlar, kim vurdu ya gideriz, gecenin o karanlığında, öyle de bir korku vardı kafamızda. Arkadaşlarla gece 01.30 gibi camiden çıktık guruplar halinde, Bitlis sınırına ulaşmamız için 35-40 kilometre yürümemiz gerekiyordu dağ yolundan. Sabah ezanı okunduğunda saptadığımız noktaya geldik, orada Balaban jandarma Karakolu vardı yolumuzun üstünde. jandarmalar yolumuzu kesti ve rütbesi yüzbaşı olan komutanlarının yanına götürdüler. komutan sordu halimizi, sorunumuzu. Biz de anlattık derdimizi, dinledi ve “Arkadaşlar serbestsiniz, hakkınızda herhangi bir suç yok, yol kapatma da yok, yürümek en doğal hakkınızdır” dedi. Bitlisin kazası Tatvan’a ulaşmamız için yola koyulduk ve bir kamyona rast geldik. Kamyonun kasasına affedersiniz kurbanlık koyunlar gibi tıkışarak bindik.

Kaç kişi olmuştunuz o esnada?

Sayımız buluşmalarımızla 150 kişiye ulaşmıştı. Kamyon kasasındaki yolculuğumuz Tatvan sınırında son buldu. Sloganlarımızı atarak Tatvan’ın içinden yürüyüş düzenleyerek geçtik. Daha sonra biz yine bir kamyon ya da bir tır durdururuz bineriz diyorduk, maalesef bu sefer gelen bir araçta olmadı. Tatvan- Muş arası 118 km yolu kızgın güneşin altında çakıl taşlarının üzerinde yürüyerek kat ettik. Muş merkeze ulaştığımızda KESK devreye girdi. Muş’ta KESK bir gün misafir etti bizleri. Ertesi gün araç temin etmeye çalıştılar ama biz araç temini gecikince biz Varto’ya kadar 100 kilometrelik yolu yürüdük. Varto’da ilçenin esnafları bizi karşıladılar, çay falan ikram ettiler. Varto’dan bize araç temin edildi ve Bingöl’e kadar yolculuk ettik. Bingöl’de KESK’liler yine bizi karşıladı. Yolun kenarında bir camide konakladık. Sabahleyin KESK’ liler araçlarla bizi Elazığ’a, ordan da temin edilen araçlarla Kayseri’ye, oradan da Ankara’ya göndereceklerini söylediler.

KESK’lilerin dayanışması yüreğimizi ferahlattı. Bizim için Elazığ’da konaklamamız için yer dahi ayarlamışlardı. Ancak Elazığ girişinde polislerce yolumuz tekrar kesildi. Elazığ’a asla giremeyeceğimizi belirterek çevre yoluna yönlendirdiler. KESK’li Yöneticilere ulaştık, bizi şehre sokmadıklarını, önümüzde eskortluk yaparak çevre yoluna doğru götürdüklerini söyledik. Şehir çıkışında KESK’lilerle buluştuk, orada yine müdahale oldu. Baktık ki orda nahoş şeyler olur, bizde yorgunuz, polislerle bir çatışmaya mahal vermeden oradaki KESK’lilerle bir toplantı yaptık. Onlara her şey için çok teşekkür ettiğimizi ama hedefimizin bir an önce Ankara’ya ulaşmak olduğunu belirttik.KESK tarafından verilen yemeğimizi yiyerek yine KESK’in tuttuğu araçlarla Malatya’ya doğru yola koyulduk. Malatya sınırında da polisler yine önümüzü kestiler. KESK’liler yetişti yine, sınırda bir tesiste yemek yedirdiler, biraz dinlendikten sonra araçlarla Kayseri’ye doğru yola çıktık. İlçelerde mola veriyor, slogan atarak biraz yürüyor ve sonra araçlara biniyorduk. Sabah erken saatlerde Kayseri il sınırına ulaştık. Tabi yine önümüz kesildi polislerce.

Her ulaştığınız yerleşim bölgesinde önünüz kesilmiş neredeyse..

ETHEM: Aynen, birbirlerine haber veriyorlar tabi polisler. Hatta bir yerden sonra önümüzde bize eskortluk yapan polis arabası görevlendirilmişti.

SELİM: Elazığ sınırında çok sıkıştırdılar bizi, adeta provaksiyon yaratmaya çalışarak arbede çıkmasını istediler. böylelikle bizi Ankara yolundan uzaklaştıracaklar ve Van’a tekrar yollayacaklardı ama biz bu pravaksiyona gelmedik ve sakinlikle bu oyunu boşa çıkardık.

ETHEM: Kayseri sınırında da karşıladılar bizi ve şehrin içine kadar götürdüler. KESK’in oradaki gücü daha fazla olduğu için daha rahattık.

Kayseri’de basın açıklaması yapabildiniz mi?

Evet, şehir merkezinde bir meydan vardı orda bir kitlesel basın açıklaması gerçekleştirdik. Öncesinde KESK’lilerle kahvaltı yaptık. KESK’in Şube’sinden meydana kadar yürüyüş yaparak sloganlar attık.

Bildiğimiz kadarıyla üç aydır işsizsiniz ve size yapılan bir yardım da olmadı, nasıl geçiniyorsunuz?

Biz, Van’da da Selim arkadaşımıza maliye bakanımız diyoruz, hepimizde olan parayı ve birikimlerimiz olan her şeyi kendisine veriyoruz, O’da bizi geçindirmeye çalışıyor..

Bütçenizin büyüklüğü bayağı fazla galiba..

ETHEM: Ankara’ya gelene kadar toplam paramız 322 TL idi. Gevaş’a geldiğimizde bir acil ihtiyaç oldu başkanımız herkesten son paralarını çıkarmalarını istediğinde bozukluklarla 63 TL ‘yi bir araya getirmeyi başarabilmiştik. Van’dan çıktıktan sonra ayaklarımız, yüreklerimiz yara aldıı ama irademiz yaralanmadı. O inançla bu iradeyi Ankara’ya yansıttık. Çünkü inanmıştık, ne olursa olsun kaybedecek hiç bir şeyimiz yoktur.

İşçiler arasında kadın işçilerin oranı, genç ve yaşlı işçilerin oranları nelerdir?

634 kadın ,4632 öğrenci, 154 engelli, 386 kişi ise 50-60 yaş üstü yaşlı ve geri kalanlar ise en çok işe muhtaç insanlardan oluşmaktadır.

Size bu insanlık dışı muameleyi yapan polisler hakkında suç duyurusunda bulunmayı düşündünüz mü?

Avukat arkadaş bizi bekliyor, gittiğimizde suç duyurusunda bulunacağız. İnsan havsiyetine yönelik bu davranışlara karşı demokratik hakkımızı elbette kullanacağız, bunları bize reva görenlerin cezalandırılmasını istiyoruz.

İLHAN: Başkanım müsade ederse bende bu esnada bir şeyler söylemek istiyorum. Biz hiç bir suç işlemedik, elimizde ne molotof, ne bir taş ne de sert bir cisim olmadı. Biz yalnızca ekmek ve emek mücadelesi veriyoruz. Hatta polisin eline bir malzeme vermeyelim diye aramıza yabancıları dahi almadık direnişimiz ve yürüyüşümüz boyunca. Nihayetinde 90 gün boyunca polis bizi suçlayacak bir kanıt bulamadı, onca gözaltı sonrasında bırakmak zorunda kaldılar.

Ne kadar ücret alıyordunuz? İkramiye, sosyal yardım veya fazla mesai alıyor muydunuz ?

Asgari ücret veriliyordu bize, bunun dışında bize bir ödeme yapılmıyordu. Biz buna da razıyız, güvenceli bir iş olsun da yeter.

Peki, hiç sendikalı olmayı düşündünüz mü?

İlk başlarda düşündük aslında ama bizdeki çalışma hiç bir işkoluna uymadığı için sendikalı olamayacağımız söylendi. Sendikalar da çok yanaşmadılar, bir proje ölçeğinde çalıştırıldığımız için haklı olarak bizi üye yapmadılar. Aslında yapabilirlerdi bence ama belki onların da bazı şartları vardı ve bizim durumumuz onlara uymadı.

Ankara’ya dönersek, temaslarınız olmuştur, kimlerle görüştünüz, kimlerle görüşmeyi istiyorsunuz ?

ETHEM: CHP’den Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ve Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ile görüştük. AKP’den Çalışma Bakanı Faruk Çelik ile görüştük. AKP’li, HDP’li Van milletvekilleri ile görüştük. Başbakan’dan da randevu istedik ancak henüz randevu başvurumuza yanıt gelmedi. Sizin sayenizde dertlerimizi anlatabiliyoruz, biz emekçilerin neler yaşadığının bilinmesini istiyoruz. Biz İş-Ku’un ne olduğunu bilmiyorduk. İnsanlar üç yıl İş-Kur bünyesinde devletin himayesinde çalışınca bir güvence geliyor bir umut ışığı doğuyor içine.

Yani işçiler, devlet beni 3 yıldır burada çalıştırıyor, nasıl olsa bundan sonrada çalışırım diyor ve güvenceli olarak görüyor işi. Sonra pat diye işten çıkarılıyorlar. Çıkışlar verildikten sonra tamamen ortada kalınca tekrar eski iş yerlerini aradı arkadaşlar ama aradan üç yıl geçmiş onların yerine başka kişiler işe alınmış. Sudan çıkmış balık gibi oldular. Van’da da iş imkanı neredeyse hiç yok. Açık konuşmak gerekirse eğer Van’da bu arkadaşlar aylık 500 liraya çalışacak bir iş bulabilselerdi bu

direnişe katılmazlardı. Bu hallerine şükredip kaderlerine razı olacaklardı. Daha önce inşaat sektörü vardı şimdi o da bitti. Van şu an uçuruma doğru giden, diken üstünde, sosyal patlamaya hazır bir il.

Ankara’ya gelmeden önce zamanın Başbakanı Erdoğan ile görüşmüşsünüz, nasıl gerçekleşti ve neler konuşuldu o görüşmede?

Cumhurbaşkanı seçiminde aday olan RTE Van’a gelirken emniyete demişler ki, İş-Kur’cular eylem yapacak, kan gövdeyi götürecek. Emniyet özel bir ekiple gelip beni evden aldı. Dönemin AKP sözcüsü Hüseyin Çelik, “Arkadaşlar Çalışma Bakanı Faruk Çelik’le görüştük. Bayramdan sonra Eylül ayı içerisinde işe tekrar geri alınacaksınız. Eğer bugün eylem yaparsanız bu hakkınızı da kaybedersiniz. Sakın böyle bir eylem yapmayın” dedi.

Bende buna karşılık dedim ki: Biz eylem yapmayacağız ama sizde bizi Başbakan ve Cumhurbaşkanı Adayı Erdoğan ile görüştürün. Sonrasında iki arkadaş miting biter bitmez Erdoğan ile görüştük. Durumu izah ettik. Hazırladığımız yazıyı verdik. Kendisi de bize, “Durumdan haberdar olduğunu, hemen Çalışma Bakanlığı ile görüşeceğini ve bizleri mağdur etmeyeceğini, gereken neyse yapılacağını söyledi. Ve durumun Van milletvekilleri tarafından takip edilmesi talimatını vereceğini” ifade etti. Biz seçimden sonra 3 kişilik bir heyet ile Ankara’ya geldik. AKP Genel Merkez binasında Çalışma Bakanı Faruk Çelik’le görüştük. Cumhurbaşkanının kendisiyle de görüştük. Bu görüşmelerden sonra biz müjdeli haber bekliyorduk onlardan.

SELİM: Biz İş-Kur’ cular ne zaman AKP’nin mitingi olursa alanları meydanları dolduruyorduk. Ne zaman bir bakan gelirse konferans salonlarını dolduruyorduk. Çünkü biz açtık, açıktaydık. Ben Çalışma Bakanı Çelik’e dedim ki; Biz önce Allah’ın doğal afetine uğradık buna yapacak bir şey yok. Daha sonra ise 7 bin 286 işçiyi işten çıkararak AKP’nin depremine uğradık. Van’da tarım ve hayvancılık hükümetin yanlış politikaları yüzünden bitti. Sınır ticaretimiz vardı, komşularımızla olan anlaşmazlık yüzünden o da bitti. Bakana şunu sordum: Biz namuslu bireyler olarak evimize helal lokmayı nasıl götüreceğiz onu söyleyin?

Gölcük’teki, Dinar’daki diğer deprem bölgelerindeki depremzedeler neyse biz de oyuz. Bize bölgeler arası ayrım yapmadan davranın. Doğal afetler sonucu mağdur olanları nasıl istihdam ediyorsanız bizi de öyle istihdam etmenizi istiyoruz. Evet, Van’a depremden sonra 7 trilyon gibi bir girdi oldu. Ama Van’da ticaret neredeyse bitti. Sadece büyük AVM’ lerle kredi kartı arasında gidip gelen bir alışveriş var. Küçük esnaflar bitti. Ayrıca durumumuz sadece ekonomik olarak değil, 7 bin kişiyi bir anda işten çıkarırsanız insanlar ya kaçakçılığa ya uyuşturucuya ya da ahlaki olmayan yollara başvuracak. Bizler çocuklarımızın geleceği için de buradayız. Kaderimize terk edilmek istemiyoruz. Yarını düşünerek yaşamak istemiyoruz demiştim.

Malesef ki, işini kaybeden şu an yalnız siz değilsiniz ama siz başaracağız diye Ankara’ya geldiniz. Hakkımızı alacağız diye geldiniz. Bundan sonraki süreç için ne amaçlıyorsunuz?

ETHEM: Bizler yolda yürürken bu sorulara karşı da bir taraftan hazırlanıyorduk. Öncelikle sosyal devlet anlayışına bakmak gerekiyor. Devlet deprem yaşamış bölgelere eşit olarak davranıyor mu? Öncelikle ben bunu tartmaya başladım. Depremden sonra 76 milyon insan 81 il bir olmuş Van’a yardım göndermiştir. Biz devletten değil Türkiye halklarının dayanışmasından yardım gördük. Biz o birlik ve beraberliği büyük dayanışmayı Edirne’den Hakkari’ye kadar hissettik. Bunu asla unutmayacağız. Bize yapılan haksızlığı Türkiye halkları değil, devletin başında olanlar, bizi yönetenler yapıyor. Ben doğuda yaşıyor olabilirim ama Türkiye toprakları üzerinde yaşayan kimliğimde TC vatandaşı yazan bu ülkenin bir parçasıyım, yurttaşıyım, vatandaşıyım. Biz Van’dan buraya gelirken aslında Van’ın yaşanabilir bir kent haline gelmesini de hedefledik. Van’da şu anda açlık ve sefalet var, üretim yok. Tamamen tüketen bir halk var karşımızda. Geliri olmayan yeteri kadar göç vermiş bir şehir. Biz aynı zamanda Van halkının yaşamış olduğu mağduriyeti de Türkiye’nin gündemine taşımak istiyoruz.

Biliyoruz ki sizin sorununuza çözüm üretecek yegane unsur iktidar partisi. Onlarla diyaloglarınız nasıl sürüyor? Bu sorunu çözecek miyiz diyorlar? Toplantılarda yapıyorsunuz. Siz bu toplantılarda ne istiyorsunuz?

Ankara’ya ilk geldiğimiz gün biz meclise gittik. Biz mecliste Van’dan çıkan 8 milletvekilini dolaştık. Maalesef kimseye ulaşamadık. Biz danışmanlarına dedik ki, Van’dan buraya 408 km yaya yürüyen bu kitle ve bunun arkasında kalan on katı bir kitle daha var. Bu sorunun çözümü için bu sekiz vekilin bir araya gelip çalışması lazım. Bize sadece HDP’ den Nazmi Gür ve AKP’ den Burhan Kayatürk geri döndü. Daha sonra parkta bizi CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu ziyaret etti ve bir heyetle AKP’li vekillerden Faruk Çelik’le, içerisinde CHP’ li vekillerden de Süleyman Çelebi’nin de olduğu bir toplantı yaptık. Durumumuzu ayrıntılı olarak anlattık. Acil olarak bu işin çözümlenmesini istedik. Çok kararlı olduğumuzu hakkımızı almadan Ankara’dan gitmeyeceğimizi aksi halde ancak tabutumuzun Van’a gideceğini belirttik. Diğer vekillerde Faruk Çelik’ i sıkıştırdılar ve acil olarak Van için bir şeyler yapılmasının gerekliliğini söylediler. Bakan bey ise bize 7 bin kişinin aynı anda kesinlikle işe geri alınamayacağını söyledi. Bizde kendisine kısa vadede acil olarak işe ihtiyacı olanları tespit ettiğimizi, ki bunların sayısının 7 bin değil 2 binin üzerinde olduğunu ve hemen bunların işe alınması gerektiğini belirttik. Biz bu rakama işçiler olarak birlikte toplanarak karar verdik. Diğerlerinin haklarından kesinlikle vazgeçmiyoruz, sadece aşamalı olarak işe geri dönüşü öngörüyoruz. Biz nihayetinde acil olarak bu projeyle yerleştirildiğimiz işlerimize kalıcı olarak güvenceli bir şekilde tekrar geri dönmek istiyoruz.

Kamuoyu merak ediyor. Siz nereye kadar devam edeceksiniz? Bir eylem planınız var mı? Görüşmelere devam ediyor musunuz? Sendikalardan, emek örgütlerden sınıf kardeşlerinizden ne bekliyorsunuz?

Biz bu harekete başlarken üç şeyi göz önüne aldık. Müzakere, Müdahale, Mücadele. Biz bu işin içine bu üç kanaldan girdik. Buraya geldiğimizde müzakerelerin iyi gittiğini düşündük. Gerek sendikaların baskısı, gerek sivil toplum örgütlerinin baskısı, gerek Ankara halkının baskısı, gerekse medya ve basının her ne kadar az yer verse de bir baskısı oluştu. Biz müzakere sürecinde eylemlerimizin çıtasını biraz düşürdük. Biz emniyet güçlerinden korktuğumuzdan değil, müzakerelerdeki olumlu havayı kaybetmemek için yaptık bunu. AKP’ li yetkililer bizlere bayrama kadar bu işi çözeceklerini evlerimize müjdeli haberle geri döneceğimizi söylüyorlar ama bizimle herhangi bir protokol imzalanmadığı sürece söylediklerine inanmayacağımızı bilsinler. Şu ana kadar vatandaş olarak emekçi olarak direnişlerimizde hep ağzımıza bir parmak bal çalıp bizi geri gönderdiler.

Biz özelinde Van’ı, Doğu Anadolu’yu temsilen genelinde ise Türkiyeli emekçiler adına bu direnişi gerçekleştiriyorsak biz bir sonuç elde etmeden Van’a asla ve asla geri dönmeyeceğiz. Kesin kararımız budur. Bize, Çalışma Bakanı Faruk Çelik “arkadaşlarınızı alın Van’a geri dönün gereken neyse yapılacak” dediğinde biz Van’daki arkadaşlarımızın yanına müjdeli haber almadan geri dönmeyeceğimizi söyledik. Hatta süreç böyle devam ederse Van’daki arkadaşlarımız Ankara’ya gelecektir. Biz geriye dönersek şayet bir daha Ankara’ya gelme planımız zorlaşır çünkü hava şartları gittikçe kötüleşiyor. Biz, Bakan Çelik’ten acil çözüm bekliyoruz. Van depreminde binlerce insan nasıl toprağın altına girdiyse herhangi bir çözümsüzlük halinde de 7 bin kişi ve ailesi de öyle olacaktır. Sosyal patlama yaşanmaması ve boşanmalar, hırsızlıklar, gayrı meşru işler olmaması için kalıcı ve güvenceli bir şekilde işimizi geri almadan Van’a geri dönmeyeceğiz.

Hatta arkadaşlarımızla yaptığımız toplantıda herkes geri dönse de ben tek başıma burada direnişe devam edeceğim dediğimde işçi arkadaşlarım beni yalnız bırakmayacaklarını, ilk günkü kararlılıkla hakkımızı alana kadar diremeye devam edeceklerini söylediler. Gerekirse açlık grevine ölüm orucuna bile başlayacağız. Şu an müzakereler sonucu olumlu geri dönüşler alıyoruz eğer süreç istediğimiz gibi devam etmezse ilk yapacağımız iş çalışma bakanlığının önünde açlık grevine başlamak. Orada müdahale ile karşılaşırsak açlık grevimize meclisin önünde oturma eylemi halinde devam etmek olacak. Eğer orada da müdahale ile karşılaşır ve haklı olan direnişimizi görmezden gelirlerse artık yapacak en son şeyi bir başkonsolosluğa başvurup iltica hakkımızı isteyeceğiz.

Madem TC bir vatandaş olarak bizi tanımıyor ve sahip çıkmıyorsa burada yaşam koşullarımızın olmadığını bilerek bunu yapacağız. Eğer bu da olmaz, buna da engel olmaya çalışırlarsa o zaman Ankara’nın göbeğinde işçi intiharları başlayacaktır. Çünkü bu insanlar geri dönüşü olmayan bir yola girdiler. Hatta Van’da böyle girişimler de oldu son anda intihardan vazgeçirdik. Bizim ülkemizde ölümler olmadan işi ciddiye almıyor yetkililer. Biz kararlıyız. Ve bu süreçte sınıf kardeşlerimizden, sendikalardan, demokratik kitle örgütlerinden direnişimize sahip çıkmalarını ve yanımızda olmalarını istiyoruz. Şimdi müzakere süreci sebebiyle direnişimiz sessizce devam ediyor eğer süreç olumsuz biterse biz özellikle Ankara’da bulunan sendikalara, emek örgütlerine, ulusal ve uluslararası basına haber vererek direnişimizin çıtasını yükselteceğiz. Bu direniş Tekel’den, Yatağan’dan farklıdır. Ve bu olumsuz süreç Van’da geri kalan kitlemizi de Ankara’ya yürütecektir.

SELİM: Bizler biat kültürüne biat etmediğimiz için yola çıktık. Yola çıkarken çok kararlı bir şekilde yola çıktık. Yaşam hakkımız için en son vereceğimiz bedenlerimizdir onu da onurlu bir mücadele için vermeye hazırız. Hiç olmazsa onurlu bir şekilde ölürsen, aynı Soma’daki gibi, hiç olmazsa arkada kalanlar çoluk çocuğumuza bakarlar. Bedel ödenmeden hiçbir yere varılmıyor. Eğer bir ölüm, taşeronun korkmasına, işçilerin birleşmesine sebep olacaksa içimizde en az on kişi kendini yakarak bu ölümü gerçekleştirecektir. Bizlerin doğum yeri Van olabilir, ama hakkımız olanı almazsak ölüm yerimiz Ankara olacaktır. Aslında biz bir kazanım elde ettik. Bu kazanım, ilk kez Doğu Anadolu bölgesinde sendikasız bir şekilde emek ve ekmek mücadelesi için emekçiler ayağa kalkmış ve Ankara’ya yürümüştür. Biz bir tarih yazdık. Bu direniş işçilerin tarihine altın harflerle yazılmalıdır. Biz bu direnişte kendi kitlemizi gördük. İşçi mücadelesinin hala capcanlı olduğunu gördük.

ETHEM: Dünya emekçilerin sırtındadır diyoruz ama sadece İstanbul’daki Ankara’daki emekçilerin direnişi bize yetmiyor. Türkiye’nin her yerinde emekçi emekçidir. İster Van’da ister Edirne’de ister Hakkari’ de hiç fark etmiyor. El emeği, göz nuru, alın teri gibi kavramları Van’dan alıp Hakkari’ ye taşımak bizim için bir onur meselesi oldu. Daha önce bize verilen sözler, vaatler vardı. Bu sözler, vaatler verilirken düşünülecekti. Bundan sonra Van’da vekil olmak isteyenler bunu düşünecek artık. Biz artık kandırılmak istemiyoruz. Kafalarımızı kumdan çıkardık. Biz bu direnişten kazanımla çıkarsak Edirne’deki emekçi kardeşim bana selam göndermeli ve demeli ki: “sana selam olsun Van’dan kalktın geldin benimde önümü açtın.”

Söyleşi yapıldıktan hemen sonra, Vanlı depremzede İş-Kur işçileri Abdi İpekçi Parkı’nda polis şiddetine maruz kaldı ve aralarından bazıları gözaltına alındılar. Onlar ise pes etmeyeceklerini, neye mal olursa olsun direnişlerini sürdüreceklerini belirtiyorlar. Demokratik kamuoyundan, emek ve demokrasi bileşenlerinden tek istedikleri kendilerinin yalnız bırakılmaması…

Söyleşi: Özlem Bayat, Sait Demir

Yoruma kapalı