Kobanê’nin düşmesini en çok AKP Hükümeti bekledi ve istedi. Oradaki halkın katliamdan geçmesini engellemek için yerelden yapılan yardım çağrılarına verdiği cevaplar, siyasi olgunluktan uzak oldu. Bunu bir muhtaciyet olarak ele aldı ve Kürtlere karşı çirkince kullanmaya çalıştı. Gelinen noktada Kürtlerin Kobanê’deki tarihi görkemli direnişi, dünyanın gündemine oturmuş durumdadır. Belli başlı siyasi güçler, Kürtlerle ilişkilerini yeniden gözden geçirmektedirler. Yaşanan bu gelişmeler, Kürlerin kendi iç ilişkilerini de gözden geçirmesine yol açtı. Rojava’da sağlanmaya çalışılan yeni Kürt ittifağının ardından, Kürtlerin Demokratik Ulusal Kongresini tekrar gündeme alması da beklenen bir gelişmedir. Rojava Demokratik Kantonal sistemi de, er geç kabul gören bir gerçeğe dönüşecektir.
Peki Kürt-Türk ilişkileri nereye varacak?
2013 Newrozu’nda milyonların önünde Kürt Halk Önderi’nin okunan mesajı ile başlayan ve demokratik çözüm sürecine evrilmesi hedeflenen “süreç”in üzerinden tam 19 ay geçti. “Süreç” denen şey, mevcut durumda istenmeyen sona gelip dayanmış bulunmaktadır. Bunun sorumlusu AKP Hükümeti’dir. Kürdistan Özgürlük Hareketi sürecin başlatıldığı günden bu yana üzerine düşen görevleri büyük bir sabırla yerine getirdi. Ama AKP Hükümeti ne yaptı?
Durmadan karakol ve kale kol inşa etti. Var olanları tahkim ettirdi. Kürdistan coğrafyasını ve tarihini tahrip etme temelinde bir çok baraj inşaatı yaptırdı. “Güvenlikli yolların” yapımına son hızla devam etti. Yani geçmiş süreçte gerillanın taktik üstünlüğü karşısında zayıf kalan tüm yanlarını, geçirdiğimiz ateşkes sürecinde onardı, tamamladı. Ateşkes sürecini bu konuda tam bir fırsat olarak değerlendirdi.
Türk devleti ve AKP Hükümeti, Kürtlerle ilişkilerini bir taraftan diyalog içinde tutarken bir taraftan da böyle bir savaş hazırlığı içinde yürüttü. Tutumu bununla da sınırlı değildi. Rojava’da ve Kobanê’de Kürtlerle dolaylı da olsa bir savaş hali içinde oldu. IŞİD’e her türlü desteği vererek ve Kobanê’yi ambargo altında tutarak, Kürtlerle üstü örtülemeyecek kadar açık olan bir savaşın içinde oldu. Kürtleri buradaki savaşın içinde boğmaya o kadar kilitlenmişti ki, Kandil’e bile “neden Kobanê’ye gitmiyorsunuz” demekten kendini alıkoyamadı.
AKP’nin rüyası tutmayacak ve Kobanê ne pahasına olursa olsun düşmeyecek. Bu durum Kürtlerin iç ilişkilerine ve dünyayla ilişkilerine mutlaka yansıyacak. Yansımaya başladı bile. İçinde yaşadıkları Türkiye ve İran ile ilişkilerine de yansıyacak.
AKP şahsında Türk devleti ile yaşanan çıkmaz, en problemli yan olmaktadır. Ancak Kürtler tüm tarihsel problemlerini çözmenin mücadelesini sürdürmeye her zamankinden daha kararlıdırlar. Bunu Kobani’deki direniş gerçeği bir kez daha ortaya koydu. Kürt Halk Önderi 15 Ekim’den itibaren benimle yapılacak görüşme müzakerenin başlaması temelinde olmazsa kabul etmeyeceğim, dedi. Bu tutum özgürlükçü Kürtlerin ortak tutumudur. 19 aydır ağır aksak yürütülen “süreç”in ardından maalesef yine oyalama siyasetinin devrede olduğunu herkes gördü. AKP sadece Kürtleri oyalayıp durmuyor. Tüm Demokratik Türkiye dinamiklerini oyalıyor. Türkiye’nin demokratikleşme takvimini sürüncemeye koyuyor. Türkiye er geç Kürt sorununu çözme ve demokratikleşme kaderiyle yüz yüze kalacaktır. Kürtler ve demokratik güçler cephesi, her seferinde bunu daha az kayıpla gelişmesi için çaba harcıyorlar. Ancak devlet ve hükümet cephesi bunu bir türlü kabul etmiyor. Her seferinde sonunu tekrar savaş ve çatışmayla sonuçlandırıyor.
19 aylık “süreç”in ardından yine istenmeyen o son gelip çatmış durumda. Ancak Kürtler bu istenmeyen sonlardan artık bıktı ve buna mecbur olmadığını gördü. Bu kez daha farklı bir sona doğru takvim işleyecek. Rojava’da işleyen Demokratik Ulus takvimi, Bakur Kürdistanı’na da örnektir. Tüm Kürtler için büyük bir tecrübe ve birikim oluşturdu. Kürtler artık istenmedikleri yerde olmak zorunda değiller. Kendi istedikleri yerde durmayı, son Rojava deneyiminde pratik olarak sağladılar. Bunu Bakur Kürdistan’ında da sağlamaya güçleri ve inançları daha fazladır.
Kürt Halk Önderi ile bu hafta içinde yapılacak görüşme, müzakere içerikli geçen bir görüşmeye dönüşmez ve demokratik çözüm içerikli bir yol haritasını görüşen bir masaya dönüşmez ise Bakur Kürdistan’ı kendi kaderini belirleme hakkını kullanmayı artık herkesin nezdinde hak etmiş olacak.
(Yeni Özgür Politika – 20 Ekim 2014 – Zilar Sterk)