1 Ocak 2002 yılında, yürürlükten kalkan eski Türk Medeni Kanunu tarım arazilerinin miras yoluyla intikalini düzenleyen bir madde içeriyordu. Bu maddeye göre mirasta yer alan ve iktisadi bütün halinde işletilen zirai mallar, ancak işletmeye “muktedir” olduğu anlaşılan talibe tahsis edilirdi. Daha açık bir ifadeyle tarım arazisini de kapsayan zirai mallar, işletmeye uygun niteliklere sahip olduğu düşünülen kişiye verilirdi. (1)
Zamanında çokça tartışılan bu madde en çok Kadın Hareketinin oklarını üzerine çekmişti. Kadınlar bu madde karşısında geliştirdikleri refleksleri nedeniyle hiç de haksız değildiler. Çünkü yasanın aradığı “tarım arazisini işletmeye muktedir olma” niteliği doğrudan erkeği işaret ediyordu. Yasa ile gelenekler bu konuda bir paralellik de arz ediyordu. Toprak mülkiyeti ve üzerindeki tüm tarım araçları ile birlikte miras olarak erkeğe geçerdi. Türkiye bundan muzdarip iken Kürdistan’da durum daha da vahimdi. Kadınların miras dışında kalması son derece olağan karşılanırdı. Gelenekler açısından bu gün de çok şeyin değişmediğini söylemek mümkün.
Avrupa Birliği Müktesebatına uyum zorunluluğu ve kuşkusuz ki kadınların da mücadelesinin etkisiyle bahse konu kanun, 2002 yılında yürürlükten kaldırılarak ölü kanunların tozlu raflarına taşınmış, yerine bu gün yürürlükte olan Türk Medeni Kanunu gelmişti. Yeni kanunda böyle ucube hükümler yoktu, tüm toplumun ve özellikle kadınların yaşamını olumlu yönde etkilemişti. Hala tartışmalı maddelerinin varlığına rağmen yeni Medeni Kanun görece de olsa, çağımıza uygun bir çerçeve çizmektedir. Örneğin mirasta eşitlik sağlanmış, kadın ve erkek arasındaki adaletsizlik asgariye indirilmiştir.
Ancak geçtiğimiz Cuma günü, kaşla göz arasında geçmiştekini aratmayacak yeni bir düzenleme geçti meclisten. 564 sıra sayılı tasarı ile “5578 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ve Türk Medeni Kanunu’nda değişiklik yapılmasına dair kanun” eğer Cumhurbaşkanı tarafından da onanıp yürürlüğe girerse tarım arazilerinin mirasla intikali konusunda 2002 öncesine döneceğiz.
Meclisten geçen 564 sayılı tasarı ile iki kanunda değişiklik getiriyor. İlki Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu, diğeri Türk Medeni Kanunu. Birbirini destekleyecek şekilde her iki kanunda da yapılan değişiklikler özet olarak miras hakkını sınırlayarak, tarım arazisinin tek bir kişiye, o da “ehil kişiye” verileceği hükümlerini içeriyor. Yasanın detayları bu hükmün nasıl uygulanacağını düzenleyerek, miras kapsamındaki tarım arazisinin mirasçılardan ehil olana hasredileceğini, mirasçılar aralarında anlaşamıyorlarsa mahkeme yoluna gidebileceklerini, mahkemeye gitme halinde hakimin “ehil” olan mirasçıyı tespit edeceğini, bu yollar olmuyorsa taşınmazın bir bütün olarak satılabileceğini zorunlu kılıyor.
Tüm bunlar; yazının en başında dile getirdiğim eski Türk Kanunu Medenisi’nin ilgili hükmünün neredeyse aynı içerikte düzenlemeler. Yani eskiye dönüş söz konusu. Özellikle eski Medeni Kanun’da tartışma konusu olan “muktedir” olma kavramının bu yasa ile “ehil” biçiminde yeniden hortlatılması özellikle dikkatlerin yoğunlaşması gereken bir husus.
Her ne kadar Tarım Bakanı Mehdi Eker, “‘Topraklarımız miras yoluyla küçülüyor. Üretim düşüyor. Toplulaştırma yoluyla arazileri yeteri kadar büyütemiyoruz. Hiç olmazsa miras yoluyla bölünmeyi durduralım. Üretim artsın. Tarımda çalışanlar geçinebilsin’ diyerek yasaya gerekçe yaratıyorsa da yasanın açık fark arayla kadınlar aleyhine olduğu ortada.
Özellikle Kürdistan’da ve kısmen Türkiye’nin kırsal alanlarında kadınların zaten miras dışı bırakıldıkları bilinen bir gerçek. Geleneksel olarak kadınların miras dışı bırakılmasının üzerine böyle bir yasal düzenlemeyi de ekleyince, kadınların tarımsal arazilerde mirasçı olabilme şansları ellerinden alınıyor. Mahkemenin arayacağı “ehil” olma özelliğinin kadınlar için gözetilmeyeceği de muamma değil. Eski kanun uygulamasında kadınların tarım arazilerinin işletilmesi konusunda ehil olarak görülmediği sayısız örnek dava söz konusu.
Bir an için yasanın uygulandığını düşünelim. Kadın öncelikle mirasa konu taşınmazı almak için öncelikle diğer mirasçıları ikna etmek zorunda kalacak. Akabinde taşınmazı alabilmek için diğer taraflara taşınmazın değerini, eğer parayı bulabilirse, nakden ödeyecek.
Diyelim ki taraflar hiçbir şekilde anlaşmadı ve mahkeme yoluna gitti. O zaman da hakim “kimin toprak ekip biçmekten anladığını, kimin tarım aletlerine hakim olduğunu, bir zirai işletmeyii yönetecek yeteneğin kimde olup olmadığını” kendisi değerlendirerek, karar verecek. Bu seçim sürecinde kadın mirasçıların sıralamaya bile giremeyeceği aşikar. Nitekim “ehil” denilen kavram gerek kararı verecek olan hakimin kafasında, gerekse de kanunun lafzı ve yorumunda erkeğe gönderme yapmakta. Dün yürürlükte olan eski Medeni Kanun uygulayıcılar tarafından bu şekilde yorumlanmıştı, bu gün de değişen bir şey olmayacaktır.
Bu güne kadar kadınların tırnaklarıyla, alın terleriyle elde ettikleri kazanımların tek tek ellerinden alındığına tanık olduk. Sosyal Güvenlik Mevzuatından tutun da, Vergi Mevzuatı, Sağlık Mevzuatı, Milli Eğitim Mevzuatına değin hep böyle oldu.
Kadınlar, miras hükümleri açısından 1926 tarihli Eski Medeni Kanun uygulamalarına mahkum edilmek isteniyor. Bunu görmemezlikten gelemeyiz.
Anlaşılan daha pek çok kazanımımızın kaş-göz arası elimizden alınmasına rıza göstermemiz isteniyor.
Bu yazı www.feminkurd.net adresinden alınmıştır.