Bugün Ukrayna üzerinden yürütülen hegemanya mücadelesinin merkezinde Asya-Avrasya stratejisi bulunuyor. Avrupa ile Asya arasında en stratejik yerde bulunan Ukrayna’nın kontrolü, Asya stratejisinin önemli halkalarından biridir. Emperyalist güçlerin Kalpgah-Avrasya stratejisi anlaşılmadan, bugün Ukrayna üzerinde süren rekabetin politik arka planı anlaşılamaz.
Dünyanın stratejik güçlerinin çatışma merkezinde olan Avrasya’nın tarihsel sürecin hemen her döneminde rekabete ve çıkışmalara konu olması bir tesadüf değildir. İngiltere’nin en önemli jeopolitikçilerinden biri olarak bilinen Mackinder, ‘Kalpgah’ olarak adlandırdığı bölgenin stratejik önemine vurgu yapar ve mutlak olarak denetim altına alınması gerektiğini belirtir: “Kalpgâh, stratejik düşüncenin amaçlarından dolayı Baltık Denizi’ni, gidiş gelişe elverişli Orta ve Aşağı Tuna’yı, Karadeniz’i, Küçük Asya’yı, Ermenistan’ı, İran’ı, Tibet’i ve Moğolistan’ı kapsar. Bu yüzden kalpgâhın içinde Rusya’ya ilâveten Brandenburg-Prusya ve Avusturya-Macaristan da bulunuyordu — tarihte görülen süvari güçlerine sahip olmayan, askerî güce dayanan büyük bir üçlü. Kalpgâh, çağın koşullarında deniz gücüyle ulaşıma imkân tanımayan bölgedir.”[1] Bölgesel tanımlamanın çok boyutlu olması dikkate alındığında bugünkü sürecin nasıl geliştiğini çok daha iyi okumamız mümkündür. Balkanlardan Asya merkezine doğru ilerlemek ve bu bölgeleri kontrol altına almak ekonomik-politik ve askeri stratejinin ana konusunu oluşturmaktadır. “Bütün yollar Roma’ya çıkar” gibi, küresel güçleri bütün yolları da bugün Ukrayna üzerinden Asya-Avrasya’ya çıkmaktadır. Bu, bir tesadüf olmayıp, tersine yüz yıllardır sürdürülen sömürgecilik politikalarının önemli bir halkasıdır.
Kalpgah bölgesini denetim altına alan gücün dünyaya hâkim olabilecek düzeye geleceğini vurgulayan ve bugünkü küresel güçlerin Avrasya stratejisinin temellerini atan Mackinder şunları belirtir: “Doğu Avrupa’ya hükmeden kalpgâhı kontrol eder: Kalpgâha hükmeden Dünya Adasını yönetir: Dünya Adasına hükmeden dünyayı yönetir.”[2] Bu politik belirleme hem Hitler Almanya’sının askeri işgallerinin, hem de ABD’nin uluslararası stratejisinin temellerini oluşurdu. Bu bakımda Avrasya hemen her dönem, uluslararası kapitalist güçlerin çatışma merkezi oldu. Belirlenen bütün ekonomik, politik ve askeri stratejilerin odak merkezi olmayı korudu. Asya bölgesinin merkezi olan Avrasya’ya hâkim olmak fiilen üç kıta üzerinde egemenliğini arttırmanın önemli halkalarından biri olacaktır. Bu bakımdan bir denge ülkesi olarak ön plana çıkan Ukrayna’yı kontrol etmek bu sürecin önemli halkalarından biridir.
Mackinder’in oluşturduğu ve bugün de bütünlüklü olarak uygulanan ‘kalpgâh’ yani Avrasya teorisi büyük bir askeri ve ekonomik güce uygun çok yönlü politikaların oluşturulması ve bunları belirleyen coğrafya üzerinde uygulanması esas alınmıştır. Özellikle 1900’lerden itibaren uygulanan ve dönemsel koşullara göre yenilenen politikanın temel ekseni budur. Küreselleşmede teknolojik gelişmenin devasa boyutları ve bölgesel alanlarda çok hızlı bir gelişme içerisinde olması, doğal olarak coğrafi ilişkileri etkilemede ve yönlendirmede giderek önem kazanmaktadır. Öyle ki, Avrasya bölgesel eksen olmak üzere, coğrafyanın, ekonominin ve teknolojinin birbirini tamamlar ölçüde bütünleşmesinin, bölgesel güç dengelerini etkileyeceğinin, bu alanda yaratılacak etki gücünün bir dünya imparatorluğunu doğuracağının vurgulanması da, bugün oluşturulmaya çalışılan ‘Küresel Kapitalist İmparatorluğu’ kurmanın ipuçlarını vermektedir. “Güç dengesinin eksen devlet lehine alt üst olması sonucunda bu devletin Avrasya’nın kıyıda bulunan topraklarına doğru genişlemesi, yine bu devletin donanma kurmak için kıtaya ait çok geniş kaynakları kullanmasına imkân verecektir ve o zaman dünya imparatorluğu ortaya çıkacaktır.”[3]
Bugün uygulanan 21. yüzyıl küresel yayılma stratejisini Mackinder’in hazırlamış olduğu raporda görmek mümkün. Mackinder, ‘kalpgah’ı elde tutmak için Sovyetler Birliği’nin mutlak olarak parçalanması ve buna uygun politikaların geliştirilmesi gerektiğini belirtir: “Bozkır yangını gibi ilerleyen Bolşevizm ancak Volga nehri donmadan alınacak acil ve sıkı önlemlerle sınırlandırılabilir ve Hindistan ve Aşağı Asya’dan uzak tutulabilir. Bu arada Polonya ve Odessa ile ilgili netice muallâkta kalacaktır. Ayrıca Polonyalıların ve Güney Rusyaların tamamen başarılı bir şekilde Finlandiya Körfezi’nden Azoff Denizi’ne uzanan bir hatta ilerlemelerinin Bolşevik1eri Asya içine sürmelerine yol açacağı unutulmamalıdır ve bu yüzden Hazar ve Kafkas bariyerini daha geniş bir politikanın bir parçası olarak görmek gereklidir. Fakat Kafkasya bariyeri için, sağlam bir karakteri olmayan geçici bir önlem olmanın ötesine geçeceğini söyleyemem: tek kesin çözüm Bo1şevizm’i kaynağında yok etmektir.”[4] Doğu Avrupa’nın ve Kafkasya’nın Kuzey’den Güney’e uzanan bir dizi devlete bölünmesini ve Beyaz Rusya, Ukrayna, Güney Rusya, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve Dağıstan’dan oluşacak tampon bölgelerin oluşturulması gerektiğini belirtir.
Avrasya’yı kontrol eden ‘sosyalist’ içerikli bir devletin kurulması ve bölge halklarını birleştiren ‘Sovyetler Birliği’nin oluşması, uluslararası kapitalist güçlerin bütün stratejik çıkarlarını alt-üst etmişti. Dünyanın hâkim gücü durumunda olan İngiltere, kapitalist sisteme karşı ortaya çıkmış olan ve ezilenleri temsil eden SSCB’nin dağıtılması veya etki gücünün zayıflatılması, coğrafya olarak, özellikle Avrasya bölgesinin dışına çıkartılması için sürekli yeni askeri ve politik projeler uygulamaya çalıştı. Bir zamanlar ‘güneşin batmadığı imparatorluk’ olarak anılan İngiltere, dünyaya hâkim olmanın bir bakıma Avrasya’yı ele geçirmekten geçtiğinin bilincindeydi.
Jeostratejik öneminden hiçbir şey kaybetmeyen Avrasya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya kapitalist sisteminin lideri ABD’nin stratejisinin en önemli halkasını oluşturdu. ABD’nin bütün stratejistlerinin çalışmalarının merkezinde Avrasya politikası önemli bir yer işgal eder. Ekim 1950’de oluşturulan ve 1954’te son şekli verilen Amerika’nın ulusal güvenlik politikasında belirleyici bir öneme sahip olan ‘anti-komünist’ mücadele politikasının arka planında Avrasya’nın ele geçirilmesi bulunmaktaydı. Almanya’nın bir devamı niteliğinde olan Avrasya’nın ele geçirilmesi politikası sadece Amerika için değil, bütün kapitalist ülkeler ve uluslararası tekeller için son derece önemsenmektedir. Bu nedenle 1990’lerden beri Avrasya’nın jeostratejik konumu, önemini artırmayı sürdürdü.
ABD’nin önde gelen bütün stratejistlerinin gündeminde Avrasya her zaman birincil sırada oldu. Brzezinski şöyle diyor: “Amerika için en önemli jeopolitik ödül Avrasya’dır. Bu bin yılın yarısı boyunca dünya meseleleri Avrasyalı güçlerce, bölgesel güç için birbiriyle mücadele eden ve küresel güce erişmeye çalışan bu insanlarca belirlendi. Artık, Avrasyalı olmayan bir güç Avrasya’daki üstün güçtür ve Amerika’nın küresel üstünlüğü doğrudan doğruya Avrasya kıtasındaki hâkimiyetinin ne kadar süre ve ne kadar etkili sürdürüldüğüne bağlıdır.”[5] Küresel sistemin belirleyici gücü olarak ön plana çıkan ABD’nin uluslararası stratejisi için Avrasya’nın ‘jeopolitik bir ödül’ olarak görülmesi, bu bölgeye verilen önemle doğrudan ilişkilidir.
ABD’nin, dünya kapitalist sisteminin lider gücü olarak Avrasya dışında bulunması, onun stratejik yönelimlerini her zaman etkilemektedir. Çünkü bölgede ABD dışında küresel aktörler de bulunmaktadır. “Avrasya aynı zamanda siyasal olarak dünyanın en iddialı ve dinamik devletlerinin bulunduğu yerdir. ABD’den sonra en büyük altı ekonomi ve en büyük altı silah alıcısı Avrasya’da bulunmaktadır. Dünyanın, biri hariç, resmi olarak bilinen ve bilinmeyen tüm nükleer güçleri Avrasya’da bulunmaktadır. Dünyanın en kalabalık nüfuslu bölgesel hegemonya ve küresel nüfuz talepkarları Avrasyalılardır. Amerika’nın üstünlüğüne meydan okumak için gerekli siyasi ve/veya ekonomik potansiyele sahip olanlar Avrasyalılardır. Özetle, Avrasya’nın gücü büyük ölçüde Amerika’nınkini gölgede bırakmaktadır. Avrasya’nın siyasi olarak bütünleşmek için fazla büyük olması Amerika için bir şanstır.”[6] ABD’nin bugün AB’den çok daha fazla bir şekilde Ukrayna sorunu ile ilgilenmesi, Avrasya stratejisiyle doğrudan ilişkilidir.
Küresel sistemin lideri olarak ön plana çıkan ABD ve AB ülkelerinin Avrasya stratejisine karşı aynı bölgede bulunan Rusya, Çin, hatta Japonya ve Hindistan, İran gibi ülkeler önemli aktörler olması, bölgesel dengeleri olduğundan çok daha karmaşıklaştırmaktadır. Çünkü Avrasya bölgesi, “yerkürenin en büyük kıtasıdır ve jeopolitik olarak bir eksendir. Avrasya’ya hükmeden bir güç, dünyanın en ileri ve ekonomik olarak en verimli üç bölgesinden ikisini kontrol edecektir. Haritaya daha yakından bakıldığında, Avrasya üzerindeki denetimin, Batı Yarıküre’yi ve Okyanusya’yı jeopolitik olarak dünyanın merkezi kıtasının çevresi haline getireceğini ve Afrika’nın neredeyse kendiliğinden Amerika’ya tabi olması gerekeceğini gösterir. Dünya nüfusunun yaklaşık %75′i Avrasya’da yaşamaktadır ve dünya fiziksel zenginliklerinin çoğu, hem yatırımlar hem de yeraltı zenginlikleri bakımından burada bulunmaktadır. Avrasya, dünya GSMH’sinin % 60′ına ve dünyanın bilinen enerji kaynaklarının dörtte üçüne sahiptir.”[7]
Dünyanın stratejik merkezi olmasının nedenleri çok daha belirgin olarak ortaya çıkan Avrasya ve çeper bölgesi, uluslararası ilişkilerin merkezinde olduğu gibi aynı zamanda uluslarüstü sermayenin de çekim merkezinde bulunuyor. Dünyanın önemli enerji yataklarının bulunduğu bir bölge olduğu gibi aynı zamanda dünya nüfusunun nerdeyse üçte ikisini barındıran eşsiz bir pazar oluşturmaktadır. Bu nedenle Avrasya’da bir tek gücün üstünlüğünden bahsedilmeyeceği gibi birden çok küresel oyuncu bölgede etkinliğini çok yönlü arttırmanın yollarını aramaktadırlar. Bölgede küresel üstünlüğü sağlayabilecek aynı zamanda uluslararası ilişkilerde birkaç adım ön plana çıkacaktır. Hemen hemen bütün küresel sistem güçleri bu gerçeğin farkında olup, bölgesel politikalarını buna göre belirlemektedirler. Avrasya’ya dışarıdan müdahale eden ABD ve nispeten AB gibi küresel oyuncular ile Çin, Rusya ve Japonya gibi bölgesel güç olan oyuncuların ilişkisi sanıldığından çok daha karmaşıktır. Bir bakıma jeostratejinin satranç oyunundaki bütün taktikler ve dengeler bu bölgede oynanmaktadır. Ukrayna’nın beklenilenden çok daha fazla ön plana çıkması, bölgesel stratejilerin uygulanmasıyla doğrudan ilişkilidir. Rusya’nın bir Asya gücü olarak Kafkasya’yı ve Avrasya’yı denetim altına alması onu uluslararası bir güç haline getirebileceği gibi ex-Sovyetlerin tarihsel sınırlarına doğru genişlemesi çok daha olanaklı hala gelecektir. Brzezinski’nin tanımlamasıyla, “Avrasya, üstünde küresel üstünlük mücadelesinin sürdürülebileceği satranç tahtasıdır. Her ne kadar jeostrateji, yani jeopolitik çıkarların stratejik yönetimi, satrançla kıyaslanabilirse de oldukça oval olan Avrasya satranç tahtasında, her biri farklı güçlere sahip sadece iki değil, pek çok oyuncu bulunmaktadır. Esas oyuncular satranç tahtasının batısında, doğusunda, ortasında ve güneyinde yer almışlardır. Satranç tahtasının hem batı hem doğu uçları yoğun nüfuslu bölgeleri kapsar; buralarda çeşitli güçlü devletler nispeten kalabalık alanlarda örgütlenmişlerdir. Avrasya’nın küçük batı bölgesinde, Amerikan gücü doğrudan konuşlanmıştır. Uzakdoğu, giderek güçlenen ve devasa bir nüfusu yöneten bağımsız bir oyuncunun mekânıdır. Uzakdoğu yakınlarındaki adalarda sınırlandırılmış enerjik rakibin bölgesiyle, küçük bir Uzakdoğu yarımadasının yarısı, Amerikan gücü için tünek sağlamaktadır.”[8] Küresel oyuncuların çokluğu bölge ilişkilerinde kaçınılmaz olarak yeni sorunlara da yol açmaktadır. Bu bir bakıma bağımlılık ilişkilerini zorunlu hale getiriyor. Bölgesel hâkimiyetin tek başına sağlanmasının mümkün olmayacağı gerçeği çok net olarak ortaya çıkmış bulunuyor.
21. yüzyılın küresel sömürgeciliğin ilk işgal denemelerinin başarısızlığı ve Avrasya kıtasındaki bölgesel küresel kapitalist sistemin lider oyuncularının artan bölgesel etkinliği nedeniyle, dengeler yeniden belirlenmeye başlandı. Uluslararası ilişkilerde karşılıklı artan ekonomik bağımlılığının en somut örneği olarak karşımıza çıkan Avrasya, aynı zamanda diplomasinin çok yoğunluklu olarak kullanıldığı bir bölgedir. Böylece çatışma, rekabet, uzlaşma, ittifak gibi unsurların iç içe geçtiği bir süreç içerisinde küresel sistemin Avrasya politikası giderek belirginleşiyor. Bu nedenle bölgede aktif rol almak isteyen ABD, bölgesel ilişkileri yeniden şekillendirmektedir. Her ne kadar halen dünyanın en büyük askeri ve ekonomik gücü de olsa, bölgesel stratejisini uygulamada önemli bir gerileme içine girdi. Dünya küresel kapitalist sistemin bölgesel rekabetinde bir gücün tek başına hegemonya kuramayacağı hemen herkes tarafından anlaşılır oldu.
Avrasya bölgesine biçilen stratejik rol nedeniyle, uluslararası küresel güçlerin bölgedeki etkinlikleri çok yönlüdür. ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi dünyanın önemli küresel güçleri olmakla birlikte, Rusya, Çin ve Hindistan, Japonya, Türkiye, İran gibi küresel oyuncuların önemli bir kesiminin bölge ülkeleri olması nedeniyle Avrasya jeostratejisindeki rolleri çok daha belirgindir. Avrasya’nın merkez ve çevre etki alanı dikkate alındığında bölgesel oyuncuların önemi çok daha net olarak kavranabilir. Hiç şüphesiz ki bunların içerisinde Rusya ve Çin’in ayrıcalıklı bir yeri var. Ukrayna örneğinde olduğu gibi küresel oyuncuların çıkarlarına bağlı olarak ittifak ilişkileri de değişmektedir. Örneğin AB’nin lider gücü olan Almanya, Rusya ile olan stratejik ilişkileri nedeniyle ABD’nin ‘yaptırım’ taleplerine destek vermedi. Baltık ülkesi AB üyeleri Estonya, Letonya ve Litvanya gibi ülkeler, AB’nin olası ekonomik kararlarına karşı çıktılar. Söz konusu bu ülkelerin birbirleriyle olan bağları, bölgesel ilişkileri de farklı boyutlarda yansımaktadır.
Bölgesel küresel güç olarak tartışmasız bir etkinliğe ve hatta ilişkileri yönlendirmeye sahip olan Rusya ile ilişkiler belirleyici bir öneme sahiptir. Özellikle Avrupa Birliği’nin fiili lideri olan Almanya’nın Rusya politikası oldukça önemlidir. Almanya’nın Avrupa’nın ekonomik motor gücü olması ve özellikle Doğu Avrupa üzerinde artan etkinliği ile Rusya’ya fiili sınır komşusu olması, bu iki ülkenin Rusya ile ilişkilerinde bazı sorunlar olmakla birlikte uzlaşı-işbirliği esas alınmaktadır. Bu konuda ABD ile aralarında bir görüş ayrılığı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Avrupa’nın çok özel olarak ihtiyaç duyduğu ve kaynağı Avrasya’da bulunan enerji yataklarının nerdeyse tamamını elinde bulunduran Rusya ile ilişkiler bir bakıma zorunlu ve kaçınılmaz bir gerçeği oluşturuyor. Bu reel ilişki, aynı zamanda Rusya’nın jeostratejik konumunu ve bölgesel gücünü hızla arttırmaktadır. Bu durum, özellikle bölgede etkin olmaya çalışan ABD bakımından oldukça rahatsızlık verici bir durum oluşturuyor.
Rusya, Sovyetler Birliği dönemindeki gibi uluslararası ilişkileri belirleme gücüne henüz tam sahip olmasa da, gücünü önemli oranda toparladı, iç istikrarını önemli oranda tamamladı, uluslararası ilişkilerde stratejik olan enerji kaynakları üzerinde belirli bir üstünlük sağladı. Avrasya’nın kalbinde bulunan Rusya’nın, Avrupa Birliği ülkeleri bakımından önemli olduğunu hemen herkesin kabul ettiği bir gerçekliktir. Bu bakımdan Rusya-Avrupa Birliği ilişkisi çok daha orijinaldir. Özellikle AB’nin Rusya ile bir çatışmaya girmeksizin bölgesel ilişkilerde Rusya’nın gücünü kullanarak gelişme eğilimi içinde olduğunu söylemek sanırım yanlış olmayacaktır. Öyle ki ABD’nin baskısıyla AB, Rusya’ya karşı bazı önlemler alsa da, Ukrayna nedeniyle Rusya ilişkilerini tehlikeye atmayacaktır.
Ukrayna’nın jeopolitik önemini daha önce sendika.org sitesinde yayınlanan bir makalemde belirtmiştim. Fiilen bir iç savaş durumu yaşayan Ukrayna’nın geleceği bugünkünden çok farklı olacaktır. Küresel güçlerin rekabet ve çatışma alanına dönüşen Ukrayna federatif bir yapıya doğru ilerliyor. Federatif bir yapı bugün bölgede güç olmak isteyen ama aynı zamanda doğrudan bir savaş istemeyen Rusya, Almanya ve ABD için en makul çözüm olarak görünüyor.
Ukrayna’da en avantajlı gücün Rusya olduğu çok açıktır. Kırım bölgesini topraklarına katması, Doğu Ukrayna’da artan etkinliği ve orta vadede bu bölgelerdeki eyaletlerin Rusya’ya katılma istemleri çok daha fazla gündeme getirecektir. Ukrayna’ya bağımlı olacak bu bölgeler, fiilen Rusya’nın bir parçası olarak işlev göreceklerdir.
Ukrayna’da ortaya çıkan politik durum, Doğu Avrupa ve Balkanları çok daha derinden etkileyecek bir sürecin parçası olarak yeni rekabetin, çatışmaların ve ittifakların önünü açacaktır. Bu bakımdan Almanya ile Rusya ilişkileri süreci belirleyecektir.
[1] Aktaran SLOAN Geoffrey, “Sid Halford J. Mackinder: Geçmişte Günümüze Kalpgah Kuramı, Jeopolit. Strateji ve Coğrafya, ASAM yay. 2003, syf:31
[2] Age,. Syf:34
[3] Age.
[4] Age, s.36.
[5] BRZEZİNSKİ Z., Le Grand échiquier, Bayard Edition. Paris 1997, s.59.
[6] Age. s.61
[7] Age, s.63
[8] Age, s.66
Bu yazı sendika.org sitesinden alınmıştır.