Sınıflar mücadelesi bizim niyetimizden, irademizden tümüyle bağımsız olarak vardır, onu reddederek sınıfsız topluma varılamaz. Derin sınıf zıtlıklarıyla bölünmüş bir toplumun “ortak ahlaki değerler etrafında kenetlenmesi” mümkün değildir. Sınıfsız topluma ancak büyük sınıf savaşlarından geçilerek varılacaktır. Ulusal baskı, ezilen ulusun bütün sınıflarını birleştirir. Bu anlamda, Kürdistan’da burjuvazi de yoksul emekçiler de sömürgeci Ankara’ya karşı politik ve ahlaki bir birlik içine girerler. Ancak buradan hareketle genel bir toplumsal teori oluşturmaya çalışıldığında, bu teorinin, Türkiye’de, İstanbul’da Ankara’da vb. hayatta bir karşılığı olmayacaktır.
Fırat Haber Ajansı’nda yer alan bir röportajda (13.04.2014) Cafer Nurhak, KCK’nin önerdiği ekonomik modeli anlatıyor. Röportaj, KCK’nin ekonomiye dair Marksist görüş açısını reddetmekle birlikte, yerine yeni bir bakış açısı koyamadığını, kapitalist ekonomi karşısında çözümsüz ve alternatifsiz kaldığını sergiliyor.
BİZ NEYİ SAVUNUYORUZ?
Marksizm, kapitalist üretim ilişkilerinin aşılması için, devlet iktidarının işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesinin ardından;
a) Üretim araçlarının toplumsallaştırılmasını, üretimin kâr için değil, toplumsal ihtiyaçların karşılanması için yapılmasını,
b) Ekonominin merkezi olarak planlanmasını,
c) Önce temel hizmetlerin (ulaşım, sağlık, eğitim vb.) sonra giderek tüm ürünlerin ticari mal (meta) olmaktan çıkarılıp, herkese ücretsiz sağlanmasını,
ç) Ücretli çalışmanın yerine, emek bonosu sistemiyle herkesin emeğinin karşılığı olan ürünleri almasını,
d) Kırlık bölgelerde, küçük köylü tarımının hakim olduğu alanlarda kooperatifleşmeyi, büyük kapitalist çiftliklerin olduğu yerlerde toplumsallaştırmayı,
e) Makinelerin gelişimiyle iş saatlerinin kısaltılmasını, serbest zamanın çoğaltılmasını ve böylece çok yönlü gelişmiş yeni bir insanın ortaya çıkarılmasını,
f) Çocuk bakımı ve mutfak işinin tümüyle toplumsallaştırılmasını ve böylece kadının toplumsal-siyasal yaşama aktif katılımının nesnel koşullarının yaratılmasını vd. savunuyor.
KCK’NİN ÖNERİSİ
Peki, Marksizmi reddeden KCK ve Cafer Nurhak, günümüz kapitalist ekonomisinin karşısında onu kökten aşacak ne gibi bir önermede bulunuyor?
“Ekonomik özerklik, özü itibariyle toplulukların, kendi ekonomik alanı ve faaliyetlerini özerk temelde düzenlemeleri, örgütlemeleri ve gerçekleştirmeleridir.”
Özerk ekonomik topluluklar, Dühring’den bu yana sosyal reformcuların temel önermesi olmuştur. Engels bu önermeyi Anti-Dühring‘de kapsamlı biçimde çürütür. Ancak SSCB’nin yıkılışının ardından bu önerme adeta yeniden “moda” olmuştur. Anarşistlerden Post Marksistlere çok geniş bir yelpaze, sosyalizm deneyimlerinin geçici yenilgisi karşısında yaşadıkları çıkışsızlığı, çözümsüzlüğü bu önermeyle aşmaya çalışmışlardır. KCK’nin de Marksizm yerine onları referans almayı tercih ettiği görülüyor.
Kapitalizmin devasa ölçekte merkezileştirdiği, birleştirdiği, kaynaştırdığı üretici güçleri küçük yerel topluluklara bölmek, bir komünler federasyonu kurmak, tarihin tekerini geriye çevirmek anlamına gelir. Bu topluluklar birbiriyle yine para ve piyasa üzerinden ilişki kuracağı için de (velev ki gerçekleştirilse bile) bu komünlerden bazıları giderek daha zengin, bazıları daha yoksul hale gelecektir. Komünlerin içinde de bu süreç yaşanacaktır. Nihayetinde, karşımıza yeniden uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarıyla bölünmüş kapitalist toplum çıkacaktır.
Tekellerin yönettiği Türkiye kapitalist ekonomisini küçük özerk topluluk ekonomileri kurarak mı yıkacağız? Kapitalizmin son derece sıkı merkeziyetçiliğinin karşısına, ekonomiyi mikro parçalara ufalayarak mı çıkılacak?
Nihayetinde bu önerme, kapitalizmden daha ileri bir ekonomik düzen kurma iddiasının terk edildiği anlamına gelmektedir. Oysa Marksizm, kapitalizmin geliştirdiği üretici güçleri toplumsallaştırarak özel mülkiyetin zincirlerini kırmayı ve daha ileri bir toplumsal düzen kurmayı öngörmektedir.
ÖZGÜRLEŞTİRİCİ SOSYAL PAZAR?!
C. Nurhak’ın, altını doldurmaksızın prensip düzeyinde ifade ettiği ekolojik, dayanışmacı, sosyal vb. ekonominin pratikte nasıl inşa edileceğine dairsomut bir görüş açısı yoktur. Örneğin, “pazara veya ürüne odaklı değil, ihtiyaca odaklı üretimi hedefliyoruz” deniliyor; ama üretim araçları özel mülkiyet altında iken, bunun nasıl mümkün olabileceği açıklanmıyor. Üretim araçları özel mülkiyet altındayken, üretimin odağı kaçınılmaz olarak kâr olacaktır. Ürünlerin dağıtım aracı kaçınılmaz olarak pazar olacaktır.
Ya da “kapitalistik pazar değil, özgürleştirici sosyal pazar” deniliyor ama bunun nasıl bir şey olduğu da meçhul. Gerçekten de, nedir “özgürleştirici sosyal pazar”? Kapitalizm pazar ekonomisidir. Her şeyin alınır satılır olduğu bir ekonomidir. 16-18. yüzyıllarda serbest rekabetçi ve küçük üreticilerin ürünlerini özgürce sattığı bir ekonomi olarak oluşmuştur. Ama bu rekabet, kendi içinde kaçınılmaz biçimde büyük balığın küçük balığı yutmasını,tekelleşmeyi getirmiştir. Tarihin tekerini geri çevirseniz de yeniden varacağı yer burasıdır. Tekelleşmiş kapitalist pazarın yerine, sadece merkezi planlanmış ekonomiyi koyabilirsiniz. Merkezi planlama, insanlığın, ekonominin kör ve yıkıcı yasalarını kendi hakimiyeti altına alması demektir. İnsanların pazar aracılığıyla ilişki kurabildiği yabancılaşmış biçimin yerine insanların dolaysız aracısız ilişkisini koymak demektir. Üretim araçları toplumsallaştırılıp merkezi planlamayla yönetilmeksizin “ihtiyaç odaklı üretim” mümkün değildir. Sosyalist örgütlü ekonominin yerine “sosyal pazar ekonomisini” koymak, hastalığı iyileştirmek yerine ağrı kesicilerle durumu idare etmek demektir.
Kuşkusuz, hem üretim araçlarının toplumsallaştırılması, hem de merkezi planlı ekonomi, siyasi iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesini öngörür. İktidarın alınmasını reddeden bir yerden bakıldığında, yapılabilecekler ancak yerel, sınırlı ve mikro düzeydedir. Bunlar, kapitalizme karşı küçük yerel zaferler kazandırabilir. Çatlaklar açabilir. Ama asla ve asla kapitalizmin devrilmesine ve yeni bir toplumsal düzenin kurulmasına götürmezler. Devrim olmaksızın kapitalizm yıkılamaz.
EKONOMİK ROMANTİZM
“Kâr ve sömürü üzerine inşa edilen ve işletilen bir ekonomiden, komünal ekonomiye geçişin temel araçları neler olabilir?” sorusuna, C. Nurhak’ın yanıtı“Komünal ekonomi, araçlardan ziyade esasta değerler ve ilkeler üzerinde gerçekleşiyor” oluyor. Ahlaki değerler üzerine bir ekonomi kurmayı öneriyor. Somut önerisi ise “Bazı ekonomik faaliyetler kooperatifler biçiminde örgütlendirilirken, bazıları komünler, kolektif çalışmalar biçiminde gerçekleştirilebilir. Bununla birlikte geleneksel ekonomi güncelleştirilip yeniden örgütlendirilebilir. Hediye, paylaşım, yardımlaşma ve dayanışma gibi değerler yaygınlaştırılabilir. Tarla hazırlama, ekim ve hasat günleri komünal temelde yaygınlaştırılabilir.”
İmece, yardımlaşma, hediye vb. sosyal dayanışma değerlerinin yaygınlaşmasının, emekçilerin kapitalizmin sosyal yıkımına karşı direniş biçimleri olduğu doğrudur; ancak bunlar kapitalizmin egemenliğini zerrece sarsmazlar. Üretim ilişkilerini değiştirmezler. Sadece kapitalist sömürünün yıkıcı etkilerini hafifletirler.
C. Nurhak’ın geleneksel ekonomiyi güncelleştirip yeniden örgütleme önerisi, Rus devriminde Narodniklerin, köy komünlerini sosyalizmin temeli yapma önermesini anımsatıyor.
C. Nurhak’a göre; “Küçük ölçekli tarımsal üretim, kapalı topluluk ekonomileri, sınırlı köy ekonomisi, zanaatçılık ve esnaflık gibi geleneksel ekonomik oluşumlar,” zaten “demokratik komünal-özerk ekonomiyi yaşamlarında korumaktalar.” Mesele bu biçimlerin güncellenip yeniden örgütlenmesidir! Kapitalizmin gelişimi tarafından tümüyle aşılmış sosyal biçimler nasıl güncellenip genelleştirilecek, buradan kapitalizmi aşan bir düzen nasıl çıkacak, doğrusu anlamış değiliz.
ANF muhabiri bunun üzerine son derece yerinde bir soru soruyor: “Anladığım kadarıyla, ‘Demokratik-komünal ekonomi’, daha çok tarım ve hayvancılık ekonomisi ve kültürüne dayanıyor. Günümüz dünyasında 7 milyar insan, mega kentler, bu ekonomiyle yönetilebilir mi?” C. Nurhak somut bir yanıt veremiyor. Tarımın anlamına, tarihi önemine, insanın doğayla uyumlu yaşaması gerekliliğine bir itirazımız yok. Fakat bunlar, sanayinin tarıma, bankaların ise her ikisine birden hükmettiği günümüz ekonomisinde, pratik bir anlam ifade etmiyor.
7 milyarlık dünya toplumu bir yana, 70 küsur milyonluk Türkiye-Kuzey Kürdistan ekonomisi dahi köy komünleriyle, imece usulü gönüllü işlerle yönetilemez. Fabrikaların, bankaların, büyük çiftliklerin toplumsallaştırılması dışında hiçbir yol yoktur. Köy komünleri de, böyle bir toplumsal ekonomiden güç alarak yaygınca kurulabilir.
EV İÇİ EMEĞİN TOPLUMSALLAŞTIRILMASI
C. Nurhak, kadının ekonomide aktif rol üstlenmesini savunuyor. Fakat burada da bir kez daha “nasıl” sorusu karşımıza çıkıyor. C. Nurhak “ana emeğinin”kutsal olduğunu söylüyor ve çözümü şöyle formüle ediyor: “Ana-kadının hem ideolojik önderlik hem de politik öncülüğüyle yaratılan tarım-köy kültürünün yeniden canlandırılması ve geliştirilmesi, ekonomide kadın özgürlükçü çizginin etkinleşmesinde belirleyici olacaktır.” Çocuk bakımı yükünün toplum tarafından kreşler, çocuk bakım ve eğitim evleri yoluyla kadının omuzlarından alınmadığı, ev işlerinin kolektif mutfaklar vb. yoluyla toplumsallaştırılmadığı durumda, kadın kitleleri toplumda, ekonomide ve siyasette nasıl aktif bir rol oynayabilecek? Ya da, C. Nurhak’ın doğru ifadesiyle “toplumsal iş bölümü…”nasıl “…değiştirilecek”? Ve bir kez daha, ileri derecede sanayileşmiş, hatta daha ötesi bankaların egemenliği altına girmiş bir dünyada köy kültürü nasıl canlandırılacak? Bunun ekonomik romantizmin ötesinde pratik bir karşılığı var mıdır?
MARKSİZM REDDİYESİ (1): POZİTİVİZM KONUSU
Son olarak, C. Nurhak’ın Marksizme dair reddiyesine gelelim.
Şöyle diyor C. Nurhak; “Marks’ın çözümlemelerinin temeli, özü itibariyle materyalist bakış açısına dayanmaktaydı. Materyalizmin ise, pozitivist bilimcilikten güç aldığı biliniyor. Buna bağlı olarak ekonomiyi, sadece maddi üretim ilişkileri olarak değerlendirdi.”
Esasen Frankfurt Okulu kaynaklı olan bu tez, yurtsever hareketin yayınlarında o kadar çok ve o kadar sık dillendirilir oldu ki, bir yanıt vermek kaçınılmaz hale geldi.
Marks’ın materyalizme dayandığı doğrudur. Ama pozitivizm idealist bir felsefedir.
Pozitivizm, 19. yüzyılda burjuvazinin Marksizmin ve sosyalist hareketlerin gelişmesi karşısında öne sürdüğü idealist bir felsefedir. Marksizm, bir düşünce akımı olarak, pozitivizmden beslenmek bir yana, onunla dişe diş ideolojik mücadele içinde gelişmiştir. Engels’in Doğanın Diyalektiğiyöntemsel açıdan, Lenin’in Materyalizm ve Ampiriokritisizm‘i ise bilgi teorisi açısından pozitivizmle hesaplaşmadır. Pozitivist bilimcilikten etkilenen, ondan beslenen akım esasen Avrupa sosyal demokrasisi olmuştur, ki onun da Marksizmle bağları 1914′te tümüyle kopmuştur.
Hem Marksizmi materyalist olduğu için eleştiriyor, hem de onu idealist bir akımdan etkilenmekle suçluyorsunuz?
MARKSİZM REDDİYESİ (2): SINIFLAR SAVAŞI
Dahası da var. Toplumsal gelişmeyi sınıf savaşımının belirlemediğini, toplumun sınıflarla izah edilemeyeceğini söyleyerek, Durkheim’cı pozitivist sosyolojinin temel tezlerinden birisini benimsiyorsunuz:
(Marksizmde) “İnsanlık tarihi, tarihsel toplum yerine sınıflar arası savaş olarak görüldü. Böyle olunca da toplum sınıflarla izah edildiğinde, sınıfsızlaşma yerine sınıf savaşı adı altında parçalanma, kategorize etme derinleştirildi.”Sınıflar mücadelesi bizim niyetimizden, irademizden tümüyle bağımsız olarak vardır, onu reddederek sınıfsız topluma varılamaz. Derin sınıf zıtlıklarıyla bölünmüş bir toplumun “ortak ahlaki değerler etrafında kenetlenmesi”mümkün değildir. Sınıfsız topluma ancak büyük sınıf savaşlarından geçilerek varılacaktır.
Ulusal baskı, ezilen ulusun bütün sınıflarını birleştirir. Bu anlamda, Kürdistan’da burjuvazi de yoksul emekçiler de sömürgeci Ankara’ya karşı politik ve ahlaki bir birlik içine girerler. Ancak buradan hareketle genel bir toplumsal teori oluşturmaya çalışıldığında, bu teorinin, Türkiye’de, İstanbul’da Ankara’da vb. hayatta bir karşılığı olmayacaktır. Kürdistan’da dahi, çözüm sürecinde atılan her adımın sınıfsal ayrışmayı bir parça daha açığa çıkartması söz konusudur. Son örnek, yerel seçimlerde Diyarbakır’ın merkez ilçesi Yenişehir’de, zenginlerin oturduğu mahallelerin sandıklarından AKP’nin birinci parti çıkmasıdır.
Anlaşılan o ki, ulusal hareketin pek çok sınıflardan oluşuyor olması gerçeği, Marksizmi reddinizin temelini oluşturuyor. Oysa KCK’nin esas dayandığı, güç aldığı sınıf ve tabakalar Kürdistan işçi, emekçi ve yoksullarıdır. Zenginleri de kapsamak adına Marksizmi reddederek yerine sınıf uzlaşması teorisini koymanız, zenginleri ikna etmediği gibi, hareket üzerinde işçi-emekçi sınıfların hakimiyetini de zayıflatıyor.
* Atılım Gazetesi’nin 18 Nisan 2014 tarihli, 117. sayısında yayımlanmıştır.