Solun orta sınıflar ve işçi sınıfının eğitimli katmanı içerisinde sağladığı hegemonya, en alttaki sınıf ve gruplar içerisindeki sağ hegemonyayı sarsmamakta, zayıflatmamaktadır
30 Mart seçimleri, solun aleyhine bir siyasi kutuplaşma sürecinin yaşanmakta olduğunu ortaya koydu. Büyük kentlerde orta ve üst gelir düzeyine sahip yerleşim alanlarında CHP belirgin bir üstünlük sağladı; buralarda AKP’nin marjinalize olma eğiliminde olduğu görüldü. Buna karşılık, düşük gelir gruplarının yerleşim alanlarında AKP ciddi bir oy artışı sağladı ve CHP’yi marjinalize etti.*
CHP’nin ne kadar “sol” bir parti olduğu elbette tartışılır, ancak ülkenin bugünkü siyasi kutuplaşma ortamında, CHP’nin sözcüğün geniş anlamıyla “sol” seçmen kitlesinin oylarının kahir çoğunluğunu topladığı da bir gerçek. Dolayısıyla 30 Mart seçimlerinin ortaya koyduğu oy dağılımına bakarak, solun orta gelir düzeyindeki yerleşim alanlarında hegemonya kurduğunu, yoksul mahallelerde ise sağ hegemonyanın güçlendiği ve pekiştiğini söyleyebiliriz. Yalnızca bu da değil; küçük köylülüğün muazzam bir yıkım yaşadığı Orta Anadolu, Doğu Karadeniz ve İç Ege’de de sağ hegemonya ürkütücü boyutlara ulaşmış bulunuyor. Buralarda “sol” üçüncü, hatta dördüncü siyasi yoğunluk durumunda.
Sol, ezilen sınıfların “aşağıdaki” büyük çoğunluğu içerisinde “baraj altında” kaldı.
Türkiye sosyalist hareketi bu tabloyu soğukkanlılıkla değerlendirmek ve gelecek perspektifini bu fotoğrafa bakarak oluşturmak ihtiyacındadır.
Elbette devrimciler, toplumun bütün sınıfları içerisinde devrimci siyaseti örgütlemeyi hedeflerler. Elbette eğitimli ve giderek proleterleşen orta sınıflar içinde solun hegemonik güç haline gelmesi önemli bir kazanımdır ve bu kazanımın korunması, derinleştirilmesi, pekiştirilmesi gereklidir. Ancak, toplumun ezilen sınıf ve gruplarının büyük kitlesi sola ve sosyalizme kazanılmadan ülkedeki siyasal-sınıfsal güç dengesinin değiştirilemeyeceği de ortadadır. Orta ve yüksek gelir grupları içinde mutlak çoğunluk, düşük ve çok düşük gelir grupları içinde mutlak azınlık olan bir solun geleceği yoktur. Oysa bugün, solun orta sınıflar ve işçi sınıfının eğitimli katmanı içerisinde sağladığı hegemonya, en alttaki sınıf ve gruplar içerisindeki sağ hegemonyayı sarsmamakta, zayıflatmamaktadır.
Bu durumun süreklileşmesi işçi sınıfı içerisinde gerici bir siyasi parçalanmanın süreklileşmesi demektir.
Şapkamızı önümüze koyalım ve gerçeğin altını bir kez daha çizelim. “Devrimci sınıflar” denildiğinde aklımıza gelen toplumsal tabanın çoğunluğunu oluşturan, işçi sınıfının örgütlü ve örgütsüz kesimleriyle, küçük ve yoksul köylülükle “bugünkü sol” arasında büyük bir uçurum oluşmuştur. Ezilen, sömürülen geniş yığınlar için “bugünkü sol” yönelinebilecek bir siyasi alternatif değildir. Bugünkü sol, sömürülen geniş yığınların yaşamakta olduğu gerçek sorunlara siyasi bir alternatif sunmamaktadır. Bu “bizim dışımızda”ki bir gerçek de değildir. Halkın hakları mücadelesi boyunca yoksul mahallelerde, örgütsüz ve örgütlü işçi sınıfı kesimleriyle kurduğumuz olumlu ilişki, bu kitlenin siyasi alanla ilişkisinde anlamlı bir değişim meydana getirememektedir. Bizim de içinde yer aldığımız sol, yoksul mahallelerde, ezilen kimlik gruplarının, Kürtlerin ve Alevilerin dışına taşamamakta ve gerçekte bu gruplara daraltılarak yalıtılabilmektedir. Bu olgu, ezilen sınıfların geniş kitlesi içinde solun bir “kimlik” ve “yaşam tarzı” siyaseti olarak algılanması biçiminde yansımaktadır. Ve bu geniş yığının algısındaki solun gösterdiği “kimlik” ve “yaşam tarzı” da, “dışsal”, “yabancı” ve “antipatik”tir.
Sorunun merkezinde sol siyasetin yoksul halk içinde “kimlik” ve “yaşam tarzı” odaklı görünümünü aşacak bir başka gerçeklik haline getirilmesi bulunmaktadır.**
AKP’nin yoksul halk içerisindeki hegemonyasının en önemli maddi dayanağı, Metin Özuğurlu’nun “neopopülist yoksulluk yönetimi” olarak adlandırdığı sağ siyasettir. Solu yoksul halk yığınlarına “nüfuz edebilir hale getirmenin” yolu da bu gerçekle hesaplaşmaktan geçiyor. Görünen o ki, orta vadede solun kaderini belirleyecek olan, “neopopülist yoksulluk yönetimini” bütün alt başlıklarıyla birlikte açıkça karşısına alan ve sosyalist bir toplumsal yeniden kuruluş programıyla bütünleşen somut bir mücadele zeminini oluşturmada, bu zemini sol siyasetin tanımlayıcı unsuru haline getirmede göstereceğimiz başarı olacaktır.
Mevcut siyasi aktörleri ufalayacak “büyük bir ekonomik krizin patlak vermesi”, “siyasi bir kaos ortamının doğması” gibi, irademize bağlı olmayan “anları” bekleyerek gönül eğlendirilecek zamanlarda yaşamıyoruz.
* Anlamlı bir döküm için bkz. Yenilgiler partisi CHP’nin toplumsal gerçeği – Dr. Mustafa Peköz
** Elbette sol aynı zamanda bir “kimlik” ve “yaşam tarzı” siyasetidir. Neoliberalizmin dünyasında, ezilen kimlikleri özgürleştirmeyen, ezilen yığınları tüketim ve itaat gettolarına hapseden kültürel yozlaşmadan kurtarmayan bir siyasi hareketin “sol”a karşılık gelmesi düşünülemez. Ancak bu gerçek, sol siyasetin “kimlik ve yaşam tarzı odaklı” bir siyaset olarak tahayyül edilmesini doğrulamaz.