Linç kültürünün değişmez uğrağı olarak Kurdi partiler – Tuncay Şur

Sayısal çoğunluğu değişkenlik gösterebilen güruhun azınlıkta olan(ları) sıkıştırmak, ezmek ya da yok etmek gibi saiklerle harekete geçmesi veya geçirilmesi kabaca linç olarak tanımlanabilir. Linçe maruz kalan-bırakılan(lar) hegemonik cemaatin dışında olan herkes olabilir, bazen bir kişi bazen de bir topluluk ya da topluluğun temsili linç eyleminin öznesi haline getirilebilir. Linç beraberinde gayrı resmi olan bir hukuk da doğurur ve oluşan hukuk aslında demokratik teamülleri ve evrensel hukuku bir yana bırakarak linççi güruhun “arzu ettiği” cezayı kendi imkânları ile vermesi sonucunu kaçınılmaz olarak beraberinde getirir. Erken cumhuriyet döneminde de Türkiye’de linç kültürünün izlerini bulmak mümkün, (Bkz, Tanıl Bora (2011) Türkiye’nin Linç Rejimi) çok partili dönemden sonra da. Tekli ya da çoklu partili Türkiye’de linçlerin arkasında bizatihi devlet tarafından bulunan haklılık kisvesi olarak her dem zuhur eden sihirli cümle ise “milli hassasiyet” olagelmiştir. Örneğin 6-7 Eylül linç ve yağmaları için Menderes “milli hislerin şevki…” ifadesini kullanmıştı.

Türkiye’de linç güruhlarının hedefinde, hegemonik cemaat (Türk-Müslüman ve suni) dışında kalan herkes olabilir. İlaveten farkı cinsel kimlikler ve tabi Komünistler de hatırı sayılır bir linç öznesidir memlekette. Ancak bu yazıda, linç konusu her ne olursa olsun bir şekilde “Kürtlük ya da PKK’lilikle” ilişki kurulmak suretiyle Linçin “Kurdi” olana yönelmesi sorunsalı üzerinde durulacak. Kurdi olan, bazen sadece Kürtçe konuşan, esmer olan, aksanlı konuşan olarak tespit edilebilir, linç güruhları tarafından. Çoğunlukla ise Kurdi olanın temsili durumunda olan Kürdi ya da Kürt yanlısı olarak tanımlayabileceğimiz parti ya da kurumlardır linç güruhlarının hedefindedir. Herhangi bir toplumsal infiale müteakip Kurdi parti ve kurumların hedef seçilmesi aslında devletin 1990’dan günümüze Kurdi partileri baskı altına almakta kullandığı gayrı nizami-hukuk dışı bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor. Meclisi basıp Kurdi vekilleri asma tehditleri, Kurdi partilerin düzenledikleri etkinlikleri basmak ya da Kurdi partilerin binalarını ateşe vermek… Tüm bunları meşrulaştırarak, aslında linç güruhlarının sırtını sıvazlayan remi açıklama ekseriyetle şudur: “milli refleks-milli duyguların galeyana gelmesi/getirilmesi”. Başarılı ya da başarısız, bireysel ya da güruh halinde vuku bulan linçlerin bir başka “meşrulaştırma” zemini ise, asker ya da polis devletin güvenlik birimlerine dönük bir saldırının olmasıdır. Böyle durumlarda sürekli teyakkuz halinde olan, hazırda bekletilen ve teşvik edilen (medya ve siyasiler tarafından) linç güruhları, devletle aralarında bulunan zımni anlaşma gereği harekete geçer ve “düzen sağlar ya da cezalandırırlar”. Demokratik olmayan, otoriter yönetimin linçi güruhlara dönük herhangi bir hukuki süreç işletmeyeceğinden, linçi yapanlar ya da yapmaya tevessül edenler yaptıkları ya da yapamadıkları eylem sonrasında, hem “milli aidiyet duygularını” yeniden tesis ederler, hem de “ülkeyi böldürmeyeceklerini” göstererek, mensubu oldukları cemaatin ne kadar “kudretli” olduğunu bir kez daha pratikte ispatlamış olurlar.

6-7 Ekim Kobane protestoları ve sonrasında HDP binalarına, üye ve çalışanlarına bir kısmı ölümlerle sonuçlanan bireysel ya da güruh halinde gerçekleştirilen linçler ve girişimleri, linç ve linç girişimleri karşısında kolluk kuvvetlerin tutumu, hükümet edenlerin sessizliği-gizli teşviki bir sonuca işaret ediyor: Linç güruhları cumhuriyet rejiminin gayrı nizami “asayiş gücü” olarak görüldü neredeyse her dönem, hangi kişi ya da gruplar tehlike arz ediyorsa on(lar)a yöneltildiler. Bu tehlikeler bazen Rumlardı, bazen Aleviler, bazen Komünistler. Ancak son yirmi yılı aşkın süredir değişmeyen “tehlike” itiraz eden Kürtler ve onların taleplerini dile getiren Kurdi partilerdir.

 

Tuncay Şur

[email protected]

Yoruma kapalı