Kars TÜİK şubesinde dün sabah 7 kamu emekçisi hayatını kaybetti. Bütün gazetelerin haber konusu oldu doğal olarak. Haber başlıklarından birkaçına bakalım:
– Sosyologtan tayin katliamı: 7 ölü (Milliyet)
– TÜİK’de sosyolog katliamı: 7 ölü (Posta)
– TÜİK bürosuna kanlı saldırı: 7 ölü (Cumhuriyet)
– Kars’ta TÜİK binasını basan adam 6 kişiyi öldürüp intihar etti (Türkiye)
– Kars’ta katliam gibi saldırı (Sabah)
– Tayin cinneti: 7 ölü (Yeni Şafak)
Ortada bir sosyolog var, belli okumuş üniversite mezunu. Cahil değil yani. O zaman sebep ne? Tayin. İstediği yere tayin olamadı. Sonra ne oldu? Cinnet getirdi, mesai arkadaşlarını vurdu. Sonra baktı içinden çıkılır bir durum değil kendini de vurdu. Senaryo bu gazetelere göre bu kadar basit işte.
Veysi Erim, 30.07.2012’de başlıyor göreve. Ve göreve başladığı ilk gün kendisine sorulan soru Kürt olup olmadığı. Kürt olduğunu söylemesi üzerine yaşananlarsa bildik olaylar. Erim, üyesi olduğu Büro Emekçileri Sendikası’na işyerinde maruz kaldığı rencide edici davranışlar, onur kırıcı davranışlar ve kadrosuna uygun işlerde çalıştırılmadığına dair yaşadığı sorunları bildiriyor. Sendika söz konusu mobbing uygulamalarına ilişkin Erim’e hukuki yardımda bulunuyor. Ancak tüm bu süreç içerisinde Erim yaşadığı sorunlara dayanamayıp tayin talebinde de engellerle karşılaşınca durum 7 kamu emekçisinin hazin ölümüyle sonuçlanıyor. İşte söz konusu “katliam”ın arka planı.
Hatta arka planı biraz daha açmakta fayda var. Bu ölümlerin asıl sorumlularının peşine düşelim şimdi. Bu çok uzun vadeli sorunların travmatik sonucudur. KPSS milyonlarca işsizin ya da özel sektörde her an işsiz kalma korkusuyla ve güvencesizlikle kucak kucağa çalışan potansiyel işsizlerin bel bağladığı bir sınavdır. Kamu Personeli Seçme Sınavı. Öncelikle bu zorlu sınava çalışacak ve her ayın on beşinde yatacağına emin olduğunuz bir maaşı, çalışma saatlerinin belli ve sabit olduğuna inandığınız bir işe sahip olacaksınız. Aslında şu sözüm ona “karşılıklı sözleşmeler toplumu” olan kapitalist toplum için ne kadar sıradan talepler. Okullarda öğretilen ve adına ısrarla “serbest piyasa ekonomisi” denilen ve kapitalizm demekten itinayla kaçınılan bu sistemde işçiler çalışmaları işveren de karşılığı için, karşılıklı bir sözleşme yapmazlar mıydı? Yaparlardı. Ama birincisi bu sözleşme her an feshedilebilir, ikincisi kurallar kapitalistler için değil işçilerin çalıştırılması içindir. Yani sen işe gitmek zorundasın ama işverenin maliyetleri ağırsa o ay senin maaşın biraz gecikebilir. Hatta bir sonraki aya sarkabilir. Hatta biraz da birikebilir. Biriksin ki sen de onları bir daha hiç alamama korkusuyla işi bırakıp gideme. İşte böylesine bir güvencesizliğin içerisinde bu sorunlardan kurtulmak için milyonların göz bebeği kamu oluyor.
Peki o amansız mücadeleye girdin ve Kamu seni personel olarak seçti. Sonra ne olur? Önce bir omuzların hafifler. Tamam dersin, en azından nasıl yaşayacağım sorusunu ortadan kaldırdım diye düşünürsün. Zordur çünkü güvencesizlik. Ama sana verilen masayla birlikte yavaş yavaş başka sorunları algılamaya başlarsın. Bu senin masan derler. Oturursun. Senin bilgisayarın, senin kalemliğin, senin delgeçin, senin zımban, senin zımba telin. Her şeyin üzerine bir sticker yapıştırılır üzerinde senin isminin yazdığı. Bu tüm o nesnelerin sana zimmetlendiği anlamındadır. Artık her şeyinden sen sorumlusundur onların. Ve en sonunda da senin boynuna bir kart geçirirler. Bunun anlamı da şudur: Artık sen de devlete zimmetlisin. Bedelinse açlık sınırının biraz üstü. Nasıl ki zımbanın masanda nerede durmasına sen karar veriyorsan amirin de senin işyerindeki konumunu belirler. Artık her şey amirinin iki dudağı arasındadır. Zaten siyasal anlamda da bir birey değilsindir. Düşünün bir kere, siyasi bir partiye oy verebilirsiniz ama o partiye üye olamazsınız. Sendikanızı bile onlar belirlemeye çalışırlar. Kamuda iktidar yanlısı sendikaya üye olursan hem dağıtılan eşantiyonlardan (şemsiye, çanta, kalem …) faydalanır hem de görevde yükselme gibi sınavlarda senin adın yukarılarda olur. Ama yok muhalif bir sendikadaysan, hele ki KESK’liysen her türlü sürgüne ya da göz korkutmaya göğüs germen gerekecektir.
Eğer o amansız KPSS’yi atlatıp kamuda bir personel olabildiysen şimdi şunları sormalısın kendine: Hayatın boyunca açlık sınırının biraz üstünde bir parayla geçinebilecek misin? Cevabının hayır olduğunu biliyorum. Türkiye’deki milyonlarca memurun bildiği gibi. Ama sorun bununla da bitmiyor işte. Mobbinge maruz kalan milyonlarca kamu personeli gibi Veysi Erim de biliyordu o parayla geçinemeyeceğini. Peki bunun yanında bir de Alevi’ysen, Kürt’sen, Ermeni’ysen, Süryani’ysen, eşcinselsen, kadınsan, solcuysan, muhalifsen…Kısaca bu erkek, Sünni-Türk sistemin dışında kalan bir vatandaşsan kamu senin için o kadar da güvenceli değil işte. Çünkü o erkek-Türk-Sünni yapının tam da ortasındasın. Dolayısıyla Veysi Erim öyle sıradan adli bir olayın katili değil diğer 6 kamu emekçisi gibi bir kurbandır. Ötekileştiren, kişiliksizleştirmeye çalışan, her alanında asimilasyon yaratmaya çalışan, paçalarından mobbing davaları akan ve yoksullaştıran bir zihniyetin kurbanıdır.