Devrimcilerden en son beklenecek şey, halka olan güvenlerini yitirmeleridir. Hiçbir halk ne daha çok aydın ne daha çok cahil, ne daha çok direnişçi ne daha çok boyun eğen, ne daha çok güzel ne daha çok çirkindir. Bu sözcüklerin hiçbiri halkın sıfatı olamaz, değildir de. Ama bir halk faşizm altında ezilebilir, -1848’i, 15-16 Haziran’ı ve geçen yılı düşünün- Haziran’larda Gezi’deki gibi direnebilir, Paris Komünü’ndeki gibi bir devrim bile yapabilir!
Halk nedir?
Devrimciler, halk sözcüğünü, millet sözcüğünün muadili olarak da kullanmazlar. Halk, kapitalizmin sömürüsü ve ürettiği her türden -toplumu kadına, doğaya ve türsel olarak insan özgürlüğüne yabancılaştıran- tahakküm ilişkileri karşısında, tarihsel çıkarları işçi sınıfının kapitalizmi aşmaya yönelen demokratik ve sosyal cumhuriyet programında bütünleşen bir tarihsel blok olanağıdır. Somutlamak gerekirse, nüfusun büyük bir çoğunluğuna, hatta %99’una ulaşabilecek bu tarihsel blok içinde, öncü grup -işçi, kamu çalışanı, kır işçilerinden oluşan- emekçilerdir, genelde AKP gibi patilere oy veren içinde emek sürecinden de dışlanmışların olduğu zaman zaman faşist kışkırtmalara kapılan lümpen proleterler, küçük köylüler, kendi geçimlerini sağlamakla yetinmeye alışan küçük burjuvalar esnaf vb. kesimler ise mücadele içinde emekçilerin sınıf hegemonyasına kazanılırlar. Bu olanağın gerçeğe dönüşmesi için devrimci mücadele gerekir.
CHP’den medet uman ve çoğu da gerçekte sosyal şoven olan bazı “solcu”lar, varlığı tartışmasız olan yolsuzluk, yeterince anti-demokratik olan tek parti iktidarından bir tek adam iktidarına dönüşen otoriterleşme karşısında, AKP’nin aldığı oya bakarak, halka güvenmemeye, yukarıda saydığımız ve hiçbiri halka atfedilemeyecek sıfatlarla konuşmaya başladılarsa, bu olsa olsa, onların daha önce de halka değil de CHP’ye ve hatta Cemaat’e güvendikleri anlamına gelir. Bırakın güvendikleri dağlara yağan kara yansınlar. Ama devrimcilerin işi bir gün bile mücadeleden geri durmaksızın, o karlı dağlardan halkla birlikte geçmektir.
Halkın oyu, devrimcilerin tutumu
Halk, seçim sandığından nitelikli olmayan çoğunlukla AKP’yi çıkarmıştır ama sadece AKP’ye oy vermiş değildir. Halkın büyük çoğunluğu AKP karşıtı partilere oy vermiştir. Ancak bu partilerin hepsi halktan yana partiler değildir. Bunların da çoğu halka karşı olan laik-milliyetçi (CHP) ya da muhafazakar-milliyetçi (MHP) partilerdir.
Devrimciler, her günkü mücadelelerinde karşılarındaki iktidar gücünün AKP olduğunu hiçbir zaman, bir an bir saniye dahi unutmazlar, unutmamalıdırlar da. Bu nedenle her an her saniye okullarda, mahallelerde, fabrikalarda halkın sorunlarının çözümü için mücadele ederken sermayenin AKP ile kurduğu kırılgan hegemonyaya karşı da dikilirler.
Ama devrimciler, bir an bile, mücadelelerini kendi programlarının ve eylem çizgilerinin dışındaki bir AKP karşıtlığı ile bütünleştirerek körleştirmezler. Çünkü böyle yaptıklarında, AKP gidince her şey düzelecekmiş intibaını halk içinde yayacaklarını ve AKP gidip de başka bir burjuva hegemonyası kurulunca halkı -AKP yerel seçimlerde aslında beklenen oyu alınca, bazı sosyal şoven solcuların yaşadığı türden- hayal kırıklığı ile baş başa bırakacaklarını şimdiden bilirler. Devrimciler için seçim önemsiz değil önemlidir ama seçimlerde de -eğer halka anlatabilecekleri devrimci bir halk ittifakı yoksa- halka karşı olan güçleri bir bütün olarak karşılarına alarak mücadele ederler. Bu mücadelede amaç, halkın kendisine karşı olan tüm bu burjuva siyasetleri karşısında bağımsız, öz gücüne dayanan anti-kapitalist bir program üzerinde şekillenecek demokratik ve sosyal cumhuriyet siyasetinin gelişmesini sağlamaktır. İşte bu nedenle devrimciler, seçimlerde, şu ya da bu partiyi değil, demokratik ve sosyal cumhuriyet programını savunan HDP’yi desteklemişlerdir ve bundan sonra da bizzat içinde yer alıp büyüterek desteklemeye devam edeceklerdir.
Halkın oyunun anlamı
Halkın oyu, devrimciler açısından olsa olsa bazı görevleri doğurur. İlki, AKP’ye verilen oylardan çıkarılması gereken büyük göreve işaret eder. İkincisi, bazı yerlerde CHP’ye ve hatta bazı yerlerde –Alevilerin- MHP’ye de verilen oylarından çıkarılması gereken büyük göreve işaret eder. Her iki görev de aynı soruya varır; HDP’yi, AKP’ye de, CHP’ye de verilen oyların adresi kılacak, devrimci ödevler nelerdir?
AKP, sanıldığının ve genel kabul gördüğünün aksine oylarını yükseltmemiş, bilimsel veriler esas alındığında, bir önceki seçimde aldığı oy oranına göre alması gereken oydan %13’e yakın az oy almıştır. Dolayısıyla halkın kendiliğinden yolsuzluklara tepki vermediği söylenemez. Ancak AKP, kendi seçmenini, tümüyle muktedir olmasına rağmen bu seçimde de mağdur rolü oynayarak konsolide etmeyi başarmıştır. Bunun olmasını sağlayan şey, siyasal İslamcıların yıllardır kendi mahvillerinde geliştirdikleri bir hakikat rejimi yordamını tüm Türkiye’ye teşmil edebilmeleridir. Başka deyişle, Erdoğan, devlet olanakları, devlet medyası ve yandaş medya, yandaş tarikatlar, cemaatler, sermaye grupları ve parti ağı ile bir büyük yalanı kendisine oy veren seçmene bir hakikat olarak sunabilmiştir. Demek ki, birinci devrimci görev, bu hakikat rejimini paramparça edecek bir siyaset yordamı geliştirmektir. “Gezi” kolay cevaptır, aynı hakikat rejimi içinde “Gezi”ye karşı da başarılı bir kampanya yürütülebilmiştir. Bu iş, zor ama emekçiler arasındaki sosyal şovenizm geriletildiğinde imkânsız değildir.
Barış süreci
HDP’ye verilmeyerek AKP’ye verilen oylar ne söylemektedir? Bu oylar bize, barış sürecinin önemini hatırlatmaktadır. Kürt halkı ve müttefikleri, barış sürecine azami ihtimam göstermektedir. Barış sürecini savunmayan bir siyasal hattın Türkiye’de, Türkiye’yi bölmeyi ufkuna koymaksızın hiçbir siyasal şansı yoktur. Barış sürecini savunan bir siyasal çizgi ise, görevlerin altından kalkar ise, AKP’yi geriletmek bir yana demokratik ve sosyal cumhuriyeti, gerçekten “yeni” Türkiye’yi kurabilir. O halde, devrimcilerin ikinci görevi, sosyal şovenizmi, her yerde ama her yerde mahkûm ederek, geriletmektir. Devrimciler, sosyal şovenizme karşı ikirciksiz bir tutum takınarak, barış sürecinin ve demokratik özerkliğin propagandasını yapmaktan geri durmamalıdırlar.
Aleviler yönelik ayrımcılık
Peki, CHP’ye verilen Alevi oyları bize ne diyor? Demek ki, devrimciler, Alevi halkımıza güven vermiyor, kendisini bir “güvercin tedirginliği” içinde bin yıllardır süregelen soykırım ve zulüm politikalarının muhatabı bulan halk, CHP’yi hatta çok çok az olsa bile Maraş’ı “kanrevan” Maraş kılan MHP’yi bile bir güvence bir koruma kalkanı olarak görmeye devam ediyor. Suriye’de yürütülen kirli savaş da bu kaygıları besleyip büyütüyor. Tartışmasız, devrimciler, Alevi halkımıza güven vermek zorundadır. Alevi halkımızın esasında, sınıf bileşimi, kültürel düzeyi, yaşam koşulları vb. bakımından Türkiye ortalamasından farklı olmadığı bilinmeli; onların, inanç sorunlarına sahip çıkılmalı, Alevilere yönelik -kamu hizmetlerine girme vb. konularda- ayyuka çıkan ayrımcılığa karşı durulmalı, bunlar bir mücadele başlığı olarak şekillenmelidir. Türkiye’de Alevilerin Alevi oldukları için ikinci kez dışlanarak ezildiklerini bir an bile unutmaksızın mücadele ederken, laikliğin demokrasinin olmazsa olmazı olduğu da unutulmamalıdır.
Laiklik ve Alevi talepleri, demokratik bir cumhuriyet programının olmazsa olmazlarındandır.
Yürüyüş hattı
İşte, seçimlerin devrimcilere verdiği görevler, bunlardır. Bunun içinde devrimciler önce kendi partilerini tahkim etmeli ve başlangıç düzeyinde yeterli sayılması gereken bir oy oranı alan HDP’yi gerçek bir iktidar alternatifi haline dönüştürmek için durmaksızın çalışmalıdırlar.
Unutulmamalıdır ki, AKP iktidarı, Erdoğan şahsında temerküz eden siyasal gücü rejimin daha da otoriterleşmesi yönünde kullanma eğilimindedir. Bu eğilim sonunda, Putinizm benzeri bir Erdoğanizm’le de karşılaşılabilir, daha da fenası karikatürün karikatürü bir Bonapartizm şekillenebilir. AKP iktidarı, ulusal sorun karşısında çözüm gücü olmadığı ve olmayı tercih etmediği gibi, bir demokratik iradeye de sahip değildir. Artan baskılar karşısında direnişi azaltmaksızın, demokratik ve sosyal cumhuriyet mücadelesini yükseltmenin yordamı, öncelikle her yerde örgütlenmekten ve örgütlenirken de yukarıda sayılan görevleri yerine getirme becerisini göstermekten geçmektedir. Özgürlüğün yegâne güvencesi, hem AKP’ye hem de sosyal şovenizme karşı halkın yükselecek devrimci mücadelesidir.
Bırakın seçim sonuçlarına başkaları yansın, biz ondan dersimizi alalım ve her günkü, okuldaki, mahalledeki, fabrikadaki ve elbette kentimizdeki devrimci işlerimize bakalım.