Geçtiğimiz günlerde Geremol.net sitesinde “ Kürtlük turnikeden geçer mi?” başlığıyla Pelin Yakasız’ın çok güzel bir yazısı yayımlandı. Yazar, kendi gibi bir çok Kürt beyaz yakalının iş hayatında nelerle karşılaştığını çok etkileyici bir dille anlatıyordu:
“Plaza dünyasında bir Kürt, Türkçeyi yeterince düzgün konuşamıyorsa hangi okulu bitirmiş olursa olsun, hangi üstün becerilere sahip olursa olsun bırakın öne geçmeyi; eşitlenemiyor bile Türkçeyi aksansız konuşan iş arkadaşıyla […] Politik sahneye çıkış ancak Sırrı Süreyya’nın esprileri üzerinden ve bir miktar da Selahattin Demirtaş’ın iktidar ve muhalefet eleştirilerinden oluyor ve hemen akabinde en iyimser senaryoda bile “yahu o ikisi iyi ama partileri kötü” tepkileriyle cevap buluyor […] Yalnız kimlik işi fanilaya takılan bir nazarlık gibi kolayca bir içeride bir dışarıda bırakılmıyor. Gizli bir kimlik gibi yaşanmak durumunda olan Kürtlük hali özenle bastırılıp reddedilmediği müddetçe istenmese de “anlaşılıyor” plazaların steril ortamlarında. İş arkadaşlarınızın envai çeşit tatil beldesinde harcadıkları kuş kadar yıllık izni, sizin “memlekette” harcayasınız geliyor ve koca plazada tatilini Diyarbakır’da geçiren tek kişi olarak ister istemez sırıtıyorsunuz. Ya da bir akrabanızdan bahsederken Kürtçe bir isim söylüyorsunuz (bazen de bizzat kendi isminiz Kürtçe oluyor…), öğle arası yok yere “sizin oralardan” bir yemek tarif edesiniz tutuyor ya da basitçe “dahil olamıyorsunuz” ve anlaşılıyor Kürt olduğunuz”
Her ne kadar Pelin Yakasız, plazalarda orta sınıf bir Kürdün yaşam deneyimi hakkında çok hakikatli saptamalar yapsa da, bu yazıda, ele alınan profile uyan biri olarak birkaç itirazımı dile getirmek istiyorum. Öncelikle şunu belirtiyim ; ben beyaz yakalının “plazada benim de işim çok zor, burada Kürt olduğum, alevi olduğum, eşcinsel olduğum için ayrımcılığa maruz kalıyorum” şeklindeki ifadelerini çözüm veya bir duruş önermeden ortaya koymasını eksik buluyorum. Çünkü hayatın her alanında olduğunu bildiğimiz bu ötekileştirmenin bireyselliğin tavan yaptığı plazalarda olmayacağını düşünmek biraz naiflik olurdu. Ha, bunu bilmeyen varsa onu da söyleyelim ,evet ayrımcılık var, hem de köküne kadar var. Ama bu gerçek ortaya konan mağdur dili mazur kılmıyor. Oyun değişti.
Artık nerede olursa olsun kimliğini söylemekten ve yaşamaktan imtina etmek uzun bir süredir bizim lügatimizde yok. Başımız dikken Kürdistan’ın dağlarında, sinmiyorken polis, asker karşısında, susmuyorken mecliste politik yeterliliği olmayan, sosyal cahil, tek derdi daha fazla para kazanmak olan 3-5 şapşal karşısında gözlerinin içine bakarak Kürdüm demek en hafifinden boynumuzun borcudur. En şanslı Kürtler olarak, hayatın her alanında her zaman en yoksulların parçası olduğu bu var olma mücadelesi, bizim için herkese olduğundan çok daha fazla ödevdir.
Beyaz yakalı kürdün sorumluluğu büyük. Daha önce girilmemiş, dokunulmamış “sterilliği” bozulmamış alandayız. Bizden sonrakilere alan açacak olan da biziz. Kürtler belki 20 yıl önce değil ama artık iyi okulların iyi bölümlerinden mezun oluyorlar. Çoklar, yalnız da değiller. Sosyalistler, aleviler, demokratlar hepsi var. O plazalarda az ama örgütlü isen güçlüsündür.
Velek ki yalnızsın ofisinde. Neyden korkuyoruz ki! Korkmadan yüksek sesle Kürt olduğunu söylediğinde, faşist devlet dediğinde, katil polis dediğinde başına gelebilecek en kötü şey ne olabilir ki bedel ödemiş o kadar insanı düşününce. Kaldı ki plaza insanı için kariyer her şeyin önündedir. Az buçuk bir masan makamın var ise bir sonraki basamak için obsesif değilsen orda senin borun öter. Sabah gazeteleri okurken pervasızca konuşmayı onlara bırakmaz, sesin titremeden “ne biçim ülke bu her tarafta linç her tarafta ırkçılık” dersen, “Ulus devlet insanlığın başına gelmiş en kötü şeydir” dersen, şirketin verdiği telefonun Wallpaper ’ini Newroz fotoğrafı yapıp toplantıda masanın ortasına koyarsan işte o zaman top sende olur, diyeceklerini yutarlar, 3 diyecekse 1 der. Dediğinde de karşılığını alacağını bilirler. Çünkü kişisel gelecek kaygısı olan insan korkmaya mahkumdur.
Kürtler, aleviler, eşcinseller işe alınmıyor mu, sen alarak başla. Şivesi olan işe alınmıyor mu? Sen al ilk olsun. Yükselemiyorlar mı, sen yüksel, sonra örgütlenip bu ötekilere pozitif ayrımcılık yap. Farklı şirketlerden her mevkiden ötekileri bul örgütlen. Kendine alan yarat.
Bu ülkede Kürtler bir şey yapabildiyse cesur olup örgütlendikleri ve bedel ödemeye hazır oldukları için yapabildiler. Bu sokakta ve dağdaydı. Şimdi sıra sosyal hayatta. Bireyselliğin oyunun kuralı olduğu, herkesin tek tabanca dolandığı alanda örgütlü mücadele ile başarı çocuk oyuncağı… Sakın yanlış anlaşılmasın, kimseyi pasiflik, korkaklıkla suçlamıyorum. Söylediğim şeylerin kolay olduğunu ve her iş yerinde yapılabildiğini de söylemiyorum. İşte Kars’ta olan olay ortada . Çaresizlik ne noktaya getirebiliyor insanı. Ama olayın şikayet ve durum tespitinde kalmasıdır endişem. Yeni bir alan ve her zaman olduğu gibi ötekiler için sesini yükseltmek, inisiyatif almak ve örgütlenmek tek çözüm bence.
Demem o ki; Kürtlük turnikeden geçer, hem de halay geçerek, turnikeye “Biji Aşiti” yazarak geçer. Zaten ancak öyle geçer.
İlgili yazı: