Kurtuluş Halkın Örgütlü Gücünde – Siyaset Gazetesi


Geçtiğimiz haftaların gündeminin birinci maddesini AKP ile Gülen Cemaati arasındaki çatışma oluşturdu. AKP hükümetinin dershaneleri kapatma kararını açıklamasıyla patlayan kavganın aslında yıllar öncesine giden bir arka planı bulunuyor. Kuşkusuz AKP hükümetinin dershanelerle ilgili açıkladığı plan, basit bir eğitim sistemi düzenlemesi değil, Cemaat’in hayat damarlarını kesmeye yönelik bir saldırıdır. Çünkü, kontrollerindeki dershaneler, -özel okullar, üniversiteler, öğrenci evleri vb ile birlikte- Cemaat’in kadro yetiştirme ve etki alanını genişletme stratejisinin temel araçlarından birini oluşturuyor. (Bu siyasal odaklar demokratik, parasız, anadilinde eğitim taleplerine karşı çıkmakta tam mutabakat halinde.)

AKP-Cemaat çatışmasının arkasında bir iktidar paylaşımı mücadelesi var. Aslında 1960’lı yıllara uzanan tarihleri boyunca neredeyse hiç yan yana gelmeyen bu iki gelenek, özgül iç ve dış koşullar altında 2000’li yılların başında bir araya gelip, maddi ve ideolojik temelleri sarsılmış olan Kemalist statükoyu küresel ve yerel sermayenin desteğiyle yıkmaya giriştiler. Birbirlerine muhtaçtılar; Cemaat AKP’nin kitle tabanı ve meşruiyetine, AKP Cemaat’in devlet içindeki kadrolarına ve belki de ABD ile olan “yakın” ilişkilerine… Statüko güçleri iyice geriletilip artık sıra sermayenin yeni rejimini kurmaya geldiğinde iktidardan kimin ne kadar pay kapacağı savaşı başladı.

Erdoğan, geniş seçmen kitlesine ve devlet kurumları üzerindeki hakimiyetine dayanarak Cemaat’i geriletmeye çalışırken, Cemaat de AKP’ye karşı devlet içindeki kadrolarına, ABD içindeki ilişkilerine güveniyor ve “gerekirse başka ittifaklar kurarım” tehdidini savuruyor, örtük biçimde. Tam da yerel seçimler öncesinde hiç de boş bir tehdit değil!

Yeni rejimin “sol” ayağı
Bu noktada sahneye “ilginç” bir siyasal aktör giriyor: CHP. Tarihi boyunca (sahte) laisizmin şampiyonluğunu yapan, gerek genel olarak İslamcı güçleri, gerek özel olarak Cemaat’i hedef tahtasına koyan CHP birden “halkın inançlarına saygı” söylemini öne çıkarmaya hatta daha ilginci Cemaat’le flört etmeye başladı. Cemaat’le teması (eğer organik bir ilişki değilse) olduğu bilinen Mustafa Sarıgül’ün İstanbul Belediye Başkanlığına aday gösterilmesi, ardından (uzun yıllar şer odakları olarak gördükleri) Cemaat dershanelerine sahip çıkılması, üstüne ABD’de doğrudan Cemaat temsilcileriyle görüşmeler yapılması CHP’nin de Cemaat’e karşı “boş olmadığını” gösterdi. (Elbette bütün bunlar, basitçe ve şimdi, AKP-Cemaat ittifakının yıkıldığı ve Cemaat’in CHP ile ittifak kurduğu/kuracağı anlamına gelmiyor. Ama bunun bir olasılık haline geldiği, AKP-Cemaat ilişkilerinin fırsatını bulduğunda birbirinin gözünü oymaya çalışan ortakların ilişkisine döndüğü anlamına geliyor.)

Gerçekte sermaye sınıfının farklı kesimlerinin temsilcileri arasındaki bu çekişme, çatışma, ittifak ve flörtler, sermayenin yeni rejiminden kimin ne kadar pay kapacağı üzerine yürütülen bir kapışmanın dışavurumudur. Özellikle CHP’nin dramatik bir değişiklik (ya da “avam” diliyle, attığı takla) ile aldığı yeni pozisyon, bu partinin yeni rejimin “sol” ayağını oluşturmaya ne kadar hevesli olduğunu gösteriyor.

Emekçilerin ve ezilenlerin seçeneği
Egemenler arasındaki çelişki ve çatışmaları iyi gözlemlemek, sistemin çatlaklarından yararlanmayı bilmek önemlidir. Ama sermayenin farklı bölüklerinin emekçiler ve ezilenler karşısında nasıl bir domuz topu olduklarını hiç akıldan çıkarmamak, kurtuluşun ancak işçi sınıfının ve halkların örgütlü gücüyle ve egemenlerin bütününe karşı dişe diş mücadeleyle gerçekleşeceğini unutmamak daha önemlidir. Bu ise ancak komünist perspektif üzerine bilinç berraklığı ve devrimci iradeyle mümkün olur.

Egemenlerin kanatlarına sığınma teslimiyetçiliği karşısında emekçilerin ve ezilenlerin seçeneğini gösteren HDK/HDP’yi (Kürt halkının yanı sıra) toplumsal bir güç haline getirme görevi önümüzde duruyor. Yerel seçimleri kitlelere ulaşma, egemenlerin partileri karşısındaki üçüncü yolu anlatma için kullanmalıyız. Kentlerimizi, mahallelerimizi/köylerimizi kapitalistlerin kârlarını değil, insanların ihtiyaçlarını temel alarak, kendi kendimize yönetebileceğimizi göstermeliyiz.

AKP her yönden saldırıyor
AKP neo-liberal politikaları ve esnek-güvencesiz çalıştırmayı pervasızlıkla yaygınlaştırırken, iş cinayetleri de korkunç boyutlara ulaşıyor. Sadece geçen ay 128 işçi, patronların kâr hırsı uğruna, devletin bilinçli gözetim(sizlik)i altında hayatını kaybetti.

Bir ya da birkaç kadının kocası, babası, erkek kardeşi vb tarafından vahşice öldürülmediği bir gün geçmiyor. Erkek şiddetine karşı önlemler alması gereken AKP hükümeti, tersine kadının adını Bakanlık adından çıkarmaya, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nu başka bir Komisyon’a çevirip etkisizleştirmeye hazırlanıyor.
Kürt halkının zorla masaya oturttuğu AKP, bir yandan çatışmasızlık ortamını halkın örgütlü iradesini zayıflatmak amaçlı manevralar yapmak için (örneğin Diyarbakır çıkarması, Barzani ve Şivan’ın getirilmesi) değerlendirirken, diğer yandan kalekol ve karakollar ile barajlar yapmayı sürdürerek saldırı hazırlığı yapıyor. Gever’de 3 yurtseverin öldürülmesinde olduğu gibi, devlet güçleri silahsız halkı katletmeye devam ediyor. Kürt halkının buna cevabı ise, bir yandan müzakere sürecini korumaya azami özeni gösterirken, diğer yandan özgürlüğü uğruna bedel ödemeye ve ödetmeye hazır olduğunu her alanda ortaya koymak oluyor.
Siyaset baskıya girerken Meclis’te Bütçe görüşmeleri devam ediyordu. AKP her yıl olduğu gibi halkın önüne, eğitim, sağlık gibi sosyal harcamaların azaldığı, askeri/polisiye harcamaların arttığı, Diyanet’in daha da büyütüldüğü; yani işçilerin, kadınların, Alevilerin, gençlerin, Kürtlerin, LGBT bireylerin görmezden gelindiği bir bütçe getirdi. AKP “ileri demokrasisi” yeni bir “açılım” yaparak devlet kurumlarının hesaplarını kapsayan Sayıştay raporunu bütçe belgelerinden çıkardı. Bu, devlet kurumlarının, özellikle “güvenlik” birimlerinin Meclis denetiminden kaçırılmasıdır.

AKP giderek despotlaşıyor, saldırganlaşıyor. Bu onun sonunun yakınlaştığını hissettiğinin bir göstergesidir aynı zamanda. Ama bu kendiliğinden olmaz; onun sonunu ancak emekçilerin ve ezilenlerin örgütlü gücü getirir!

 

Bu yazı ilk olarak Siyaset Gazetesi’nin 10. Sayısında Editör’den olarak yayınlanmıştır.