Akademia içinde politika yapmak ve/veya bu doğrultuda alenen görüş beyan etmek etik bir değerlendirme gerektirir. Bu yanında ciddi bir sorun ve geçenlerde kabul edilen YÖK yasası temelinde “yasak”tır da. Bu nedenle akademia ciddi bir sorunla karşı karşıyadır. İçine kapanmak!.. Akademiaya söylenen biraz da popüler bir üslup kullanılırsa tam olarak şudur: “Size fikrinizi söylemeyin demiyorum, söyleyin ama gidin evinizde söyleyin”…
Marx, bir değerlendirmesinde “tarihin tekerrürden ibaret olduğunu ve ilkinin komedia ikincisinin ise tragedia” olduğunu ifade eder. Tarih boyunca her erk zayıfladığında yasaklara sığınmıştır. Fakat düşünen ve muhalif olan insanlar her daim bir çıkış yolu bulmuştur. Çünkü her yasak kendi isyancısını doğurur!..
Bu yazı bu hassasiyet ve bu yaklaşım temelinde ele alınırsa amacına ulaşmış olacaktır…
Politik eylem olmasa da siyaset her daim ehven-i şer üzerinden yürütülmüştür. Dolayısıyla pragmatik bir yaklaşımdır. Doğrudur!..
Hal böyle olunca homopoliticusun olmasa da homoeconomicusun kafası her daim ama en çok da şu an karışıktır. “Zorunlu demokratlar”, dünün “emredersiniz paşamcıları”,”hemen efendimcileri”, kendilerini Marxist/sosyalist zanneden unutulmuş YAPISALCILAR köşelerinde, sayfalarında “tatava” yapılmamasını “öğütlemekte” amaçsız, usallıktan uzak nedenler sıralamakta ve yine “ötekileştirici” BİRLİK çığırtkanlığı yaparak hizmet esas bir durum için bile “oyların bölünmemesi” yönünde rasyonellikten uzak, ajitatif söylemler üreterek gereksiz bir kafa karışıklığını yeniden üretmektedir!..
Oysa Freud’un da belirttiği üzere “insan tarihsizdir!..” Marx’ın vurguladığı gibi varlığın değil ama “tarihin öznesi insandır!..” Kracauer ise “yarının olumlu dünyası(nın) bugünün olumsuzlanmasında saklı” olduğunu söyler… Yine Tucholsky ekstrem dönemlerde (bugün olduğu gibi) gelişen nasyonalizmin ruhsal sefilliğini mükemmel bir şekilde yererek: “milliyetçiliğin insanın içine sığdıramadığı bütün duyguların çöp tenekesi” olduğunu çok güzel ifade eder!..
Dolayısıyla, bizim duruşumuz kim tarafından ve ne şekilde olursa olsun ötekileştirildiğimiz bir yapının devamlılığında rol almak şeklinde düşünülemez!.. Bu nedenle büyük dönüşümlerin köhneleşmiş yapıların en çok yıkılmaya yakın dönemlerde gerçekleştiği unutulmamalıdır… Çökmeye yüz tutmuş sisteme, sömürülen insan ve yine sömürülen ve insanın inorganik bedeni olan doğa için bir tekmede bizim atmamızın tam zamanıdır!..