30 Mart günü yapılacak olan seçimler yerel seçim olmasına rağmen Türkiye’deki siyasal konjonktür sebebiyle bir nevi genel seçim havasında geçiyor. AKP açısından Gezi Direnişi’nin, 17 Aralık operasyonuyla yolsuzluklarının saçılmasından, ardı arkası gelmeyen ses kayıtlarından, sosyal medya yasaklarından, müzakere sürecine verdiği olumsuz tavırdan, Roboski katliamından, Van depreminden ve daha sayamayacağımız kadar baskı politikalarının ardından bir nevi güven oylaması gibi geçiyor bu seçimler. Artık hiçbir meşruiyetinin kalmadığı AKP hükümeti açısından sona gelindiğinin de işaretleri görülüyor.
Biraz bu genel seçim havasından çıkıp yerel seçime odaklanmakta yarar var.
Merkezi idare tarafından çıkarılan kanunlarla ile tüm yapısı ve yetkileri belirlenen belediyeler yetki sahibi oldukları konularda idari ve mali özerkliğe sahip. Ancak yetkilerinin kısıtlandığı alan epeyce fazla, ilçe belediyeleri açısından durum daha zor. Üzerlerinde bir de büyükşehir belediyeler var. Peki bu yetki sınırları içerisinde neler yapılabilir?
Çeşitli konularla ilgili belediyelere başvurduğunuzda, ¨Bizim yetki alanımızda değil.¨ ya da ¨Bizim uhdemizde değil¨ gibi cevaplar veriliyor. Yani yerel yönetimler, merkezi yönetimin ya da bazı devlet kurumlarının ya da büyükşehir belediyelerinin çalışma alanlarında olan meselelerle ilgili ellerinin kollarının bağlı olduğunu, ¨Yetkilerini aştığını¨ söylüyor.
Durum teknik olarak doğru olabilir. Belediyelerin yetkileri çeşitli alanlarda darıltılmış olabilir. Ancak yerel yönetimlerin ilçe ya da il sınırları içerisinde yapılanlar hakkında görüş belirtmesi veyahut yerelin sesi olması gerekir. Nihayetinde belediye başkanı vali gibi merkezden atanan birisi değil, belediye meclisi de merkezden atanan bir meclis değil, her ikisi de o yerelde yaşayan insanların iradesiyle seçiliyor. Hatta o yereldeki birçok meseleden orada yaşayan halktan önce haberdar oluyorlar. Tepki göstermeleri ve bunu hayata geçirmeleri oldukça kolay. Peki her meselede merkeze karşı sessiz ve tepkisiz kalan, yetkisizliğinden dem vuran yerel yöneticiler karşısında ne yapacağız?
Evvela Gezi Parkı’ndan başlayalım. Gezi Parkı’na giden insanlar yetkisiz insanlardı. Ama merkezin ya da ¨merkezileşmiş yerellerin¨ yaptıklarına karşı direnmeyi seçtiler. Yetkimizde alanımızda değil diyenlere yetkinin kimde olduğunu gösterdiler. Gezi Parkı’nı bir yetki devri alanına dönüştürdüler. Yetkililerinin karşısında yetkisiz olanların direnişiyle birlikte söz, yetki ve karar halka geçti. Hepimiz tanığız.
Dolayısıyla bu yerel seçimler bir yetkisizlerin, baldırı çıplakların, çapulcuların iktidara yürümesi açısından bir eşik gibi. Başka bir anlamda yereldeki ¨Sovyetlerin¨ kurulmaya başlanmasının önünde bir engel yok.
Halkın iktidarını reddedenleri alaşağı etmenin, taşeron düzenini yıkmanın, kar amaçlı değil insan odaklı hizmet anlayışının, hesap sormanın hesap vermenin, güvencesiz çalışmayı ortadan kaldırmanın, yetkililer karşısında yetkisizleri güçlendirmenin,
Önümüzde bununla ilgili çokça örnek var, çok dilli belediyecilik anlayışını hakim kılan Diyarbakır Sur Belediyesi, sınıra çekilen utanç duvarına karşı açlık grevi başlatan Nusaybin Belediyesi, polis şiddetine karşı eylemcilere parke taş taşıyan Amed Belediyesi, gelen deprem yardımlarını halka hakça dağıtan Van Belediyesi, halka ihtiyacı kadar suyu bedava dağıtan Dikili Belediyesi… Ve önümüzü hep aydınlatan Terzi Fikri ve yoldaşlarının Fatsa Belediyesi.
Devrimci, halkçı belediyecilik anlayışından yana olmak için herhangi bir engelimiz yok…