“Savaşlara kriz perspektifinden bakmak” – Mustafa Durmuş

Rojava harita

Bugün Türkiye 30 yıldır devam eden bir iç savaşın ardından başlatılan “barış ya da çatışmasızlık sürecinin” ciddi sekteye uğrama riski ile karşı karşıya olduğu kadar, bu konu ile yakından ilgili bir biçimde, hemen sınırında Orta Doğu’da, giderek bir dünya savaşına evrilmekte olan bir bölgesel savaşın da içinde bulunuyor.

Her iki gelişmeyi de sosyal, siyasal, tarihsel ve özellikle de son tahlilde ekonomik bağlamından kopararak ele almak mümkün değil. Bir başka anlatımla her iki sorunu da, diğer etkenleri de ihmal etmeksizin, küresel kapitalizmin ve onun bir parçası durumundaki Türkiye kapitalizminin kendi iç çelişkileri ve dinamikleri, krizleri gibi derinde yatan zorunluluklar ile açıklamak bilimsel bir yaklaşım olacaktır.

Bu yaklaşıma göre derinde yatan zorunluluklar kendisini farklı biçimlerde (terör, savaş vb) ortaya koymaktadır. Örneğin küresel kapitalizmin krizleri 19yyda olduğu gibi kısa vadeli döngüler halinde ve sermayenin kendisini daha güçlü bir biçimde yeniden yapılandırarak çıkmasına izin verecek bir şekilde olmaktan ziyade, son 40 yıldır görüldüğü gibi, uzatılmış durgunluklar (stagnasyon) biçiminde kendisini gösteriyor. 2008’den bu yana görülen ve içinden bir türlü çıkılamayan ABD ve Avrupa krizlerinde görüldüğü gibi metropol ekonomiler kendilerini % 1 büyüme hızı ile dahi büyütemiyorlar. İşte sorun da burada başlıyor. Çünkü yeterli ekonomik büyümenin olmaması demek sermayenin yeterli bir hızla büyümemesi, yeterli kar etmemesi demektir ki, bu durum kar amaçlı kapitalist sistemin varoluş nedenine aykırıdır. Ve bu durum asla sermayeyi tatmin etmez.

Uluslar arası sermaye bu sorunu aşabilmek için son 30 yıldır, sanayilerini düşük ücretli çevre ülkelerine kaydırdı, finansallaşmaya hız verdi, neo liberal hegemonya ile yeni ticari alanlar açtı kendine, ama bunun bile 2000’li yılların başına gelindiğinde yetmediği görüldü.

Geriye bir şey kaldı. Eğer pastayı büyütemezseniz yeniden paylaşırsınız. 1960’ların sonunda Vietnam savaşı, 1990’ların sonundan itibaren Afganistan, 2.Irak Savaşları, Libya Savaşı ve bugün Suriye ve Irak’ta yürütülen ve binlerce mazlum insanın ölümüne ve yüz binlerin yurtlarından kaçıp başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelere sığınmasına neden olan savaş ve muhtemelen ardından İran savaşı petrol kaynaklarını yeniden paylaşmak gibi amaçların yanı sıra kapitalizmin krizini atlatabilmek ve sermayenin ve servetin büyütülmesini sağlayabilmek için çıkartılmış olan bölgesel savaşlardır. Nitekim siyasal iktidarın savaş çığlıklarına sermaye örgütlerinden her hangi bir itiraz gelmemesi bunun bir kanıtıdır.

Kaldı ki savaşların sadece yeniden paylaşım ve kriz çözücü etkileri yok. Bu savaşlar emekçilere ve sosyalistlere de bir gözdağı niteliğindedir. Zira savaş dönemleri olağanüstü hal dönemleridir. Demokratik hak ve özgürlükler, her türlü muhalif örgütlenme, grevler, gösteriler, mitingler ya tamamen yasaklanır ya da askıya alınır. Aynı zamanda milliyetçilik, şovenizm ve ırkçılık azdırılarak faşizm dalgası da yükseltilir ve azınlıklar, muhalifler ve sosyalistler ciddi hedef haline getirilirler.

Daha önceki yazılarımda Türkiye ekonomisinin ciddi bir krize giden son virajda hızla ilerlemekte olduğunu yazmıştım. Aşağıda özetleyerek çevirdiğim yazılar ise resmin büyüğünü emperyalist kapitalist sistemin içinde bulunduğu kriz ve bununla ilgili savaş çözümünü anlatıyor.

1- Struggle against ISIS shields US oil grab
Jean Shaoul (çeviren Mustafa Durmuş)

23 September 2014

Irak işgali sırasında ABD savunma bakanı Hagel “biz buraya incir almaya değil, petrol için geldik” demişti. IŞİD operasyonunun gerisinde Esad’ı devirme amacının yanı sıra Irak’ın devasa enerji kaynaklarının ve onun bölgedeki sevkiyat kanallarının kontrolü de var.

Irak, dünyanın en büyük beşinci petrol rezervine sahip ve Batılı dev petrol şirketleri asla imtiyazlarından vazgeçmek istemiyorlar. ABD’de bölgenin petrol ve gaza sınırsız erişimini ve Çin ve Rusya’ya buradan ne kadar verileceğini belirlemeyi sürdürmek istiyor.

IŞİD, Suriye’nin doğusunun büyük bir kısmını, Musul dâhil Kuzey-Batı Irak’ın tamamı denetimi altında tutuyor ve şimdi Kürdistan Bölgesel Hükümetinin başkenti olan Erbil’i tehdit ediyor. Bu bölge ise dünya rezervlerinin % 10’una sahip. Ayrıca Bağdat da tehdit altında.

IŞİD’in Batı Irak ve Sünni üçgene ilerlemesi demek iki ana petrol boru hattını kontrol altına alması demek. İlki 500 mil uzunluğundaki Kerkük-Banyas hattı. İkincisi ise Kerkük-Ceyhan hattı. IŞİD hali hazırda Suriye üzerinden petrol dağıtımını durdurdu ama Türkiye üzerinden olan sevkiyatı engellemedi.

ABD ve müttefiklerinin saldırıları ile IŞİD’in petrol rafineleri üzerindeki kontrolü örneğin bir İngiliz-Türk petrol şirketi olan Genel Plc’nin işlettiği rezervler tekrar güvence altına alındı. Keza BP, Exxon- Mobil ve Shell gibi devlerin rezervleri de bu çatışmalardan etkilenmedi.

Saddam’ın devrilmesiyle ABD petrolünün patronları otuz yıl aradan sonra tekrar Irak’ta çok iyi koşullarla petrol kuyularını işletmeye başladılar.
Şimdilerde petrol sanayi BP, Exxon- Mobil ve Shell olduğu kadar Rus petrol şirketlerince de ele geçirildi (örneğin Lukoil).

Bağdat kabul etmese de Kürdistan Özerk Bölge Yönetimi, Genel’e büyük imkan tanıdı. Genel günde 700 tankerlik petrolü Türkiye’ye gönderiyor.
Şu anki petrol üretimi 1979’daki üretim miktarı olan günlük 3,5 milyon varilin biraz altına, 3,3 milyon varil/gün olarak gerçekleşiyor. Böylece Irak dünyanın en büyük yedinci petrol üreticisi konumuna kavuştu.

Irak petrolünün yarısı Çin’e satılıyor. Çinli petrol sahipleri Irak’da faaliyet gösteren Batılı petrol şirketlerinin bir kısım hisselerini satın aldılar.

Irak halkı petrol patlamasından çok az fayda sağlıyor. Petrol ve gaz sanayi toplam istihdamın sadece % 2’sini karşılıyor. Zira yabancı petrol şirketleri kendi personelini getiriyor. Üretilen petrolün % 80’i (2,7 milyon varil/gün) ihraç ediliyor, iç pazara çok az bir miktarda petrol kalıyor. Bu da petrol ve enerji kesintisi biçiminde sıkıntıların yaşanmasına neden oluyor.

Hükümet işsizlik yardımı öngören yasayı çıkarmadı. Gelirleri 2010-2013 arasında 50 milyar dolarda 100 milyar dolara çıkmasına rağmen bu yapılmadı. Bu artış halk için harcansaydı ilave 5 milyon Iraklı bundan fayda sağlayabilirdi. Sadece Şii bölgelerine alt yapı yatırımları yapılıyor, bu da 2012’den bu yana Sünni militanların suni bölgelerindeki Şii’lere ait petrol kuyularına karşı saldırıya geçmelerine neden oldu.

 

2- US plans to invest $1 trillion in nuclear weapons arsenal
Niles Williamson (çeviren Mustafa Durmuş)

23 September 2014

The New York Times’ın haberine göre Obama Yönetimi önümüzdeki 30 yıl boyunca nükleer silah kapasitesini yenilemek için 1trilyon dolardan fazla bir kaynak ayırmayı planlıyor.

Bu haber bilinçli yayılıyor, zira haberin veriliş biçimi Rusya ve Çin gibi ülkelere Pentagon’u nükleer savaşa hazırlayan Amerikan egemen sınıflarının önünde engel olmaması için bir politik uyarı niteliğinde.

ABD ve Batılı müttefikleri Ukrayna’da sağcı bir darbe örgütlediler ve ardından Rusya’ya yaptırımlar uygulamaya karar verdiler. ABD bir yandan Japonya’yı yeniden militarizme yönelmesi konusunda cesaretlendirirken, diğer yandan Asya Pasifikteki kontrolü ele geçirme konusunda pivot rolü oynamaya devam ediyor.

Bu çatışmalar ve Avrupalı güçler arasındaki olası gerilim bir nükleer savaş tehlikesinin varlığını gösteriyor. Keza ABD’nin, İran, Suriye gibi bölge ülkeleriyle olan kavgası göz önüne alındığında bu ülkelere karşı nükleer silahları kullanmaktan çekinmeyeceği görülüyor. Bunu 2. Dünya Savaşı sırasında Japonya’ya attığı iki atom bombası ile kanıtlamıştı. Kısaca ABD nükleer silahlarını yeniden yapılandırıyor ve 2016 bütçesine kadar bunun finansmanı konusunu Kongre üzerinden çözmeyi planlıyor. Çok temel sosyal ihtiyaçlara dahi yeterince kaynak ayrılmazken, Kongre’ye göre, sadece mevcut atom silahının maliyetinin en azından ilk on yılda 355 milyar dolardan az olmayacağı hesaplanıyor. Keza ilerde daha küçük ama daha esnek ve daha güvenli atomik silahların üretilmesi planlanıyor.

Amerikalı Atom Bilimciler’e göre şu anda ABD’nin elinde 4,650 atom başlığı var. Bunun 2120’si balistik füzelere yerleştirilmiş durumda.

Diğer yandan Obama’ya nükleer silahlanmayı azaltma yönündeki çabalarından ötürü 2009 yılında Nobel Barış ödülü verilmişti.

2012 yılında, Kansas City’de ,Ulusal Güvenlik Kampus’u kuruldu. Yaklaşık 700 milyon dolara mal olan bu kampusta çok sayıda teknik eleman 1970’lerde imal edilmiş olan nükleer savaş başlıklarının modernizasyonu ve yenilerinin üretilmesi için çalıştırılıyor. Keza Pentagon mevcutlara ilave olarak 12 yeni balistik füze taşıyıcı denizaltı ve 400 karadan atılabilecek füze almayı planlıyor. Tüm bunların maliyetinin 1 trilyon doları aşması bekleniyor (James Martin Center for Nonproliferation Studies (CNS), “The Trillion Dollar Nuclear Triad”).

Bu alımlar ise bütçeye 2013 yılından bu yana uygulanan kesintilerden etkilenmeyecek bir biçimde düzenlendi. Aynı rapora göre hedeflenen bu rakam yüzde elli artabilir zira buna mevcut eskimiş silah sistemlerinin yok edilmesi ve emekli edilecek olan askeri personele yapılacak olan ödemeler dâhil değil.

3- Obama prepares to escalate war in the Middle East
Patrick Martin  (çeviren Mustafa Durmuş)

8 September 2014
http://www.wsws.org/en/articles/2014/09/08/iraq-s08.html

Obama, Çarşamba günü, ulusa seslenerek Orta Doğu’ya yönelik askeri müdahalelerinin neden artması gerektiğini açıklayacak. İlk hedef IŞİD olarak belirlendi: NBC’deki programda terörizme karşı savaşa yeniden hazır olduklarını açıkladı. Pakistan’daki el Kaide ve Somali’deki El Shab hedeflerine yaptıkları füze saldırılarını anımsattı.

Benzer bir gerekçeyi Bush 2011 İkiz Kule saldırılarından sonra Afganistan ve Irak’ın işgali ve ABD’de demokratik hak ve özgürlüklerin baskılanmasına gerekçe olarak kullanmıştı. Bu nedenle de “bölgesel etkisi itibariyle IŞİD daha büyük bir tehlike arz ediyor” ifadesi yeni bir işgalin işaretidir. Savaşa, uçakları kadar yer güçlerini de mobilize etmeye hazırlanıyor. Irak savaşı gibi olmayacak dese de tıpkı Bush’un Irak’ta nükleer silahlar var iddiası gibi yalan söylüyor. IŞİD’i olduğundan çok daha büyük bir canavar gibi göstererek yeni işgaline ön hazırlık yapıyor.

Bir yandan IŞİD’e karşı Irak ordusu ve Peşmerge ile hareket ederken , diğer yandan IŞİD’i dengelemek için Suriye’de ÖSO’yu güçlendirmeyi planlıyor. IŞİD’e Suriye’de doğrudan müdahalenin Esad’ı güçlendireceğinin farkında. ABD hala Esad’In devrilmesinde kararlı gözüküyor.

On ulustan koalisyon oluşturuldu ve bazı Batılı ülkeler ilk danışman askeri grupları bölgeye hali hazırda gönderdiler.

ABD muhafazakâr kanadı ise Suriye’de IŞİD hedeflerinin hemen bombalanması için Obama Yönetimine baskı uyguluyor. Bu görüşü meşhur Kissinger de destekliyor. Bu kişi Vietnam savaşından bu yana (1973 Şili darbesi dâhil) ABD emperyalizminin en önemli savaş stratejistidir. Hillary Clinton onun bir kitabına yazdığı önsözde “ona ne denli güvendiği ve onunla çalışmaktan ne denli mutlu olduğunu” açıklamıştı.

Yoruma kapalı