AKP karşıtlığı bizlere yetsin mi?
1,5 Cumhuriyete karşı dururken “kendi cumhuriyetimizi” gerçekten istiyor muyuz?
(Birlik) ve “Birlik”: Hem yolda yürüyüp, hem de ciklet çiğneyebilir miyiz?
Türkiye sosyalist güçlerinin önemli bir kesimi, 30 Ağustos’ta yapılan, başarılı geçtiği duyurulan ilk toplantı sonrasında, hattı belirginleştirmek / kesinleştirmek için 21 Eylül’de yeniden “Vişnelik”de toplandılar. “Vişnelik Güçleri” birlikte mücadele etme ve geleceği birlikte kurma kararı aldılar.
Kurulmak istenen bir “blok”tur. Bir tür cephe. Bir tür ittifak. Bu, ilk şekli ile daha çok da, sosyalistlerin bir bloğudur. Bu bloğa katılanlar kendi özgün varlıklarına son vermeyecekler, ama bir program ile (belki de ayrıca bir tüzükle organik olarak ya da organik olmayarak) kendilerini bağlayarak, birliklerine şekil vereceklerdir.
Bir yönü ile bu ilk aşamada (asıl niyet ve yönelim ne olursa olsun) oluşturulmakta olan bir tür sosyalist cephedir.
Durum biraz da “cephe cephe içinde” halidir. Öyle ya, bir Sol Cephe (sıkıntılı da olsa) zaten mevcuttur, diğer bir tarafta ise “Birleşik Muhalefet Hareketi” oluşmaktadır.
Aslında yapılan, (hani neredeyse) bu iki oluşumu bir çatı altında buluşturmak ve diğer sosyalist yapıları da buna katmak olacaktır.
Katılımcı tüm güçlerin gönlünden geçen bir şey daha vardır: bu “cephe” inkişafını ilerlettiği ölçüde, AKP karşıtı diğer güçlerle işbirliğine (demokratik kurumlar, sendikalar ve belki de CHP) açık durmaktadır.
Ülkemizde, şu anda, bu süreçte “Birlik” zamanı gelmiş (gecikmiş?) bir büyük hakikattır. Birlik, geciktirilmesi mümkün olamayacak bir güncel zorunluluktur.
Hatlarımızın, saflarımızın netleşmesine ve (olabildiğince erken, hızla) birleştirilmesine şiddetle ihtiyaç vardır.
“Türkiye, bütün ülkeyi saracak bir hesaplaşmaya doğru gidiyor. Bütün ulus, kendisini oluşturan tüm unsurlarıyla iki çağ arasındaki bir yüksek gerilim hattında salınıyor. Artık ülkede sadece siyasal İslamcı bir iktidar yok, yeni bir rejim var. Ancak, Cumhuriyet büyük ölçüde tasfiye edilmesine karşın, yeni düzen bütün kurumlarıyla oluşturulmuş da değil.” (Merdan Yanardağ, İleri Haber’in ‘Sol ortak mücadeleyi tartışıyor’ dosyasına verdiği yanıt, 18 Eylül 2014)
Hayri Kozanoğlu, bu belirlemeyi güçlendirecek bir şey daha söylüyor:
“2015 kurumsal bir faşizme saplanmadan önceki son çıkışın değerlendirilmesi için toplumsal muhalefete önemli bir sorumluluk yüklüyor.” (Faşizmden önceki son çıkış, ÖDP eski Genel Başkanı, iktisatçı Hayri Kozanoğlu, İleri Haber’in ‘Sol ortak mücadeleyi tartışıyor’ dosyasına verdiği yanıt)
Zaman daralmaktadır. Artık gecikmeye tahammül yoktur. Her şey nerede ise bir takvim aralığına sıkışmıştır.
O halde, toplumsal siyasetin bu acil ihtiyacına göre hızlı bir cevap üretilmelidir ve aranan “çözüm”e verilecek en güçlü cevap “birlik” olmalıdır.
“Halkın içinde büyük bir direnme gücü olmasına karşın, muhalefet hareketinin parçalılığı ve dağınıklığının da etkisiyle etkili bir güce dönüşemiyor.” (Alper Taş, ÖDP Eş Genel Başkanı)
“Oysa Türkiye’de, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin de gösterdiği üzere, düzen siyasetiyle bağlarını koparmaya hazır ve yüzünü sola dönme potansiyeli hayli yüksek milyonlarca insan var. Ancak, tek tek siyasi özneler olarak bakıldığında, bu insanlarla bir bağ oluşturabilmek için hiçbirimizin yeterli insan gücü de yeterli maddi imkânı da yok. “Birlik fetişizmi” ya da “güzellemesi” yapmadan söylüyorum, ortak ilkeler, programlar ve hedefler etrafında bir ortak mücadele hattı örmek demek, bu insan gücünü ve maddi imkânı “birlik”te yaratmak ve sözünü ettiğim potansiyelle buluşmak anlamına geliyor benim için ve bunun hiç de hayalcilik olmadığını düşünüyorum.” (Öncelikli gündem AKP, Akademisyen-yazar Fatih Yaşlı, İleri Haber’in ‘Sol ortak mücadeleyi tartışıyor’ dosyasına verdiği yanıt)
Evet ama nasıl? Nasıl bir çizgi? Nasıl bir ittifak?
İttifak dışında kalan “dost güçlerle” (mesela HDK/HDP) ilişki nasıl olacaktır?
Bu türden “Birliklerin birliği” veya “Sosyalist yapıların öbeği” kurulmak istendiğine göre: önce karşıtlıklar silsilesi tarif edilecektir, ardından bir siyasi eksen belirlenecektir, bir dizi hedefler saptanacaktır ve izlenecek hattın kenar çizgileri netleştirilecektir, bir siyasi üslup kararlaştırılacaktır.
“Öncelikli gündem elbette ki “AKP’dir”; çünkü bir zamanlar “yarın AKP giderse ne yapacaksınız” diye mahkûm edilmeye çalışılan bu gündem, zamanla AKP’nin sıradan bir parti değil, devletleşen ve rejim inşa eden bir parti olduğunun anlaşılmasıyla “rüştünü ispat etmiş” durumdadır. Dolayısıyla “rejim karşıtlığı” ayağımızı bastığımız zemin olmalıdır. Gündemimiz bu zemin üzerine kurulduğunda, siyasal ve ideolojik başlıklar da hiç şüphesiz bu rejimin temel niteliklerine karşıtlık üzerinde temellenecektir. Piyasacılığa karşı kamucu bir ekonomi modeli, gericiliğe karşı laiklik/aydınlanma, otoriterleşmeye karşı bir halk demokrasisi, emperyal fantezilere karşı barış savunusu, dış politikadaki taşeronluk özlemlerine karşı anti-emperyalizm ve Kürt sorununu “İslam kardeşliği” formülüyle çözme girişimine karşı, eşitlikçi ve özgürlükçü bir yurttaşlık modeli.” (Fatih Yaşlı, a.g.y.)
Peki, “bu yapının karakteri ne olmalıdır?” sorusuna yanıtı da Fatih Yaşlı’dan alalım:
“Tepkisellik üzerinden değil, aksiyonerlik üzerinden işleyen, yani sadece muhalif değil, “kurucu” da bir nosyona sahip olan ve kurmak istediği geleceği halka anlatabilen, nihai aşamada siyasal iktidarı talep ederken, bunun için öncelikle gündelik hayata müdahale edebilen, onu dönüştüren, kendi iletişim ve dayanışma ağlarını oluşturabilen ve elbette ki en önemlisi dar hesapların dışına çıkmış bir yoldaşlık hukukunu var edebilen bir yapı…” (Fatih Yaşlı, a.g.y.)
“Peki, kime karşı, kiminle birlikte, hangi baz üzerinde, nasıl?” sorusuna Alper Taş kendi cevabını sunuyor:
“2007’ye kadar ÖDP de Türkiye’yi HDP’li arkadaşlar gibi değerlendiriyordu. O zamanlar, “rejimin eski güçleriyle yeni güçleri arasında bir kavga var, ÖDP bu iki gücün dışında üçüncü bir güç arayışı içinde olacak” düşüncesindeydik. Bu nedenle iki eşit güç arasındaki kavgada iki tarafa da aynı düzeyde karşı çıkıp üçüncü bir yol arayışı içerisinde olduk.
Ancak bu kavgayı 2007’den itibaren AKP’nin kazanmasıyla, yani AKP’nin iktidar olmanın ötesinde devletleşmesiyle birlikte, devrimci mücadelenin gereği olarak mücadelenin keskin ucunu AKP’ye yönelttik. AKP’ye karşı mücadeleyi esas aldık. Çünkü artık mesele, iki eşit gücün kavgası olmaktan çıkarak yeni bir hegemonyanın ve rejimin inşası haline geldi.
Bugün HDP iki eşit güç üzerinden mücadelesini geliştiriyor. Biz ise AKP’ye karşı mücadeleyi temel alan bir çizgiyi geliştirmeye çalışıyoruz. O yüzden bugün CHP’yle değil, AKP’yle uğraşıyoruz.” (Gazeteci Güneş Duru, Birgün Gazetesi’nde ÖDP Eş Başkanı Alper Taş ile gündem, Birleşik Muhalefet ve HDP üzerine bir söyleşi, 27 Mayıs 2014.)
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortaya çıkan diziliş, bu konunun, (3. Cephe anlayışının) siyasetteki bu bölünmenin ortalama seçmence algılanmasını kolaylaştırmıştı.
Bir yanda RTE’nin başında olduğu AKP ve iktidar bloku, diğer yandan kendini “Ekmeleddin” ile temsil ettiren 2. Blok.
2.Blokun tarifi, tanımı muhteliftir. O, kimimize göre “1.Cumhuriyet Güçleri”dir, eski status quo’nun savunucularıdır, kimimize göre bunlar “Ulusalcı-Milliyetçi Bloku”dur.
Demirtaş ise, aydınlanmacı, özgürlükçü, kamucu, eşitlikçi vs güçlerin adayıdır.
O, bu anlama gelmek üzere, 3. Blok’un temsilcisi olmuştur.
Bu sıralamanın, dizilişin, bölünmenin kabulü bize, siyaset kurgumuzun sağlam ve doğru bir hatta oturması için gereken “baz”ı verir mi?
Alper Taş’a göre bunun cevabı, artık hayırdır.
Varsayılana göre de, HDP, bu bakış açısından beslenmeye devam etmektedir.
Çünkü HDP’ye göre, (diğer konulardaki tavırları bir an için ihmal edilirse) 2. Blok unsurları, yani ulusalcı, milliyetçi kanat, geleneksel TC politikasının, yani Kürt varlığı ile açılım politikasının karşısında durmaya devam etmektedir.
Buna karşılık ÖDP, “Biz ise AKP’ye karşı mücadeleyi temel alan bir çizgiyi geliştirmeye çalışıyoruz. O yüzden bugün CHP’yle değil, AKP’yle uğraşıyoruz” demektedir.
Bu çerçevede CHP, kendisi ile doğrudan mücadele edilecek güç değil, hatta koşullar denk düşerse, AKP hükümetine ve mevcut iktidar blokuna karşı mücadelede yan yana durulacak, belki de ittifak yapılacak güçtür.
Peki bu durumda ve bu aşamada, HDP’nin CHP’ye doğru katı bir duruşu mu vardır?
HDP, CHP ile ilgili bir birlikteliği sahiden kategorik olarak elinin tersi ile itmekte midir?
Yurt gazetesinden Göksel Bozkurt’a konuşan Demirtaş, gündemdeki konulara ilişkin açıklamalarda bulundu. (5 Eylül 2014)
“Seçimlerde sol partilerle bir ittifak söz konusu olabilir mi?” sorusuna yanıt veren Demirtaş “Demokratik bütün kesimlerle ittifak anlayışımız devam edecek. CHP sağa kırmaktan vazgeçip sola doğru ciddi politik değişiklikler gerçekleştirilirse 2015 seçimleri başka açılımlara gebe olabilir. CHP yerel seçim ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sağa oynamayı tercih etti. Sağcı parti olarak 2015 seçimlerine hazırlanırsa kan kaybedecektir ve karşısında bizim olduğumuz büyük sol bloğu görecektir. Kendilerine Cumhurbaşkanlığı seçiminde ortak aday gösterme teklifimiz vardı. Kabul etmediler sağa kaydılar. Bu CHP tabanını üzdü. Tabanın beklentisine hitap eden demokratik bir sıçrama yaşarsa CHP biz diyalog kurmaya ittifak demeyelim ama bazı mücadele alanlarını birlikte yükseltmeye elbette ki hazırız” şeklinde konuştu.
ÖDP’nin, “Birleşik Muhalefet Hareketi”nin ve hatta kurulmakta olan “Vişnelik İttifakı”nın, Demirtaş’ın bu yaklaşımından çok uzak duracağını ve/veya tam aksi bir pozisyon alacağını varsayarsak, gerçeğin çok mu uzağına düşmüş oluruz?
CHP ile “muhtemel bir işbirliği”, bizlerin, sosyalist sol’un tavrından çok, CHP’nin siyasal gidişatına ve yönelimlerine doğrudan bağlıdır. CHP’nin kendi soluna ve Kürt Özgürlük Hareketine (KÖH) yönelik tavrı, anılanların CHP’ye bakışından daha belirleyicidir.
CHP’nin kayığına koşulsuz binmek yerine ancak “bir (kategorik, mutlak?) değişim / gelişme” olması halinde “CHP ile işbirliği olabilir” çizgisinde durulmaya devam edilemez mi?
CHP ile “başka çare yok” ehveni şerliği üzerinden işbirliği kanallarını umutsuzca, yersizce arayıp-bulmaya çalışmak yerine, CHP’nin sistem içinde ve kendi kontrolü altında tuttuğu, kendi oy potasına hapsettiği aydınlanmacı, demokrat, emek yanlısı güçleri, “ondan koparıp” kendi hattımıza kazanmak daha gerçekçi ve sağlıklı (hatta daha kolay) yöntem olacaktır.
Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı kampanyası bunun olanaklı olabileceğini hepimize, herkese belgelemiştir.
CHP, güncel seçim performansı açısından muhtemelen 11-13 milyon oy aralığında durmaktadır. Bu oylardan en az 3 milyonun kararlı “sol oylar” olduğu varsayılabilir.
Bu 3 milyon CHP oyunu “biz” (geri) almalıyız.
Gelecek ve Politika kurgumuzda kazanmak istediğimiz kitlenin etkisi ve yeri
Gezi’de ortaya çıkan “değişim gücü”nün, kitlelerin “diğer politik havuza kaymaya açık olma” halinin, MHP ve milliyetçi tabanı bile sarstığını, dipten gelen dalganın, toplumda yarattığı fokurdamanın, bilhassa gençleri ve kadınları, bizim “alan”a doğru kaydırabileceğini hissettik.
Bu konuyu salt sosyologlara emanet etmeden, üzerinde düşünmemiz ve yapmamız gereken bir dizi “şey” vardır.
Şimdi ne yapacağız?
Bizim sorduğumuz değişik soruları, bir çok başka yoldaşımız da soruyor. Örneğin HTKP’den Kurtuluş Kılçer şu soruları kendine yöneltiyor:
“AKP’yi mi indireceğiz, AKP faşizmine karşı mı direneceğiz? Sosyalist bir seçenek mi oluşturacağız yoksa AKPyi devirmek için CHP’yi de mi kapsayacağız? Direniş odaklarıyla mı, bütün kesimlerin ortaklaşacağı bir üst başlığı örgütleyerek mi? Somut sorunlara mı odaklanacağız, yeni bir düzeni işaret edecek miyiz? Birlikte mi enerji çıkar, ne yaptığını bilen örgütlü bir irade ile mi? Cumhuriyetçilere seslenmek mi, Kürt siyasetiyle ittifak mı? Seçimlere tam boy girelim mi, yoksa başkanlık dayatmasının mezesi olmayalım mı?” (Sosyalist siyaset ne yapmalı? Kurtuluş Kılçer, ilerihaber.org)
“Bugün düzenin yaşadığı bu tablonun, bir hükümet krizi olarak değil düzenin bir krizine doğru evrilebileceğini bilelim. Sosyalist siyasetin, bu açıdan, büyük düşünmesinde ve böyle bir krizin analizcisi değil öznelerinden biri haline gelebileceğini hesap etmesinde fayda vardır. Pespektif böyle olmalıdır. Şunu toplumsal bir dille söylemek lazım. Bugün bir “cumhuriyet” sorunu vardır. Bir rejim sorununu ortaya koyarak başlamalı, yeni bir cumhuriyet alternatifi oluşturulmalıdır.” (Sosyalist siyaset ne yapmalı? Kurtuluş Kılçer, ilerihaber.org)
“Yeni Türkiye iddiasının içi boştur. Bugün İkinci cumhuriyet tezi bir ideolojik kriz içindedir. Gerçek, somut, elle tutulur ve emekçi halka anlatılabilecek bir toplumsal ve siyasal proje gündeme getirilmelidir. Üçüncü bir cumhuriyetin, sosyalist cumhuriyetin çağrısı olmalıdır bu.” (Solda arayışlar ve TKP, Kurtuluş Kılçer, ilerihaber.org)
Bileşenlerden birinin, (muhtemelen diğer bir çoğunun kanaati de bu yöndedir) görüşünü böyle ifade etmesine rağmen, “Vişnelik Birliği” kuruluş deklarasyonu, marksistlerin azami/asgari programı için klasik değerlendirmesi çerçevesinde bakıldığında bize bir netlik (henüz) sunmuyor. Çünkü söz konusu deklarasyon şöyle demektedir:
“Bu amaçla bizler,
– Faşist baskı ve dinci zorbalığa karşı toplumcu bir demokrasi için;
– Gericiliğe karşı laiklik ve özgür bir yaşam için;
– Geleceksizlik ve güvencesiz çalışmaya karşı emeğin hakları ve insanca bir yaşam için;
– Doğanın ve kentlerimizin yağmalanmasına karşı ortak yaşam alanlarımıza, sahip çıkmak için;
– Özelleştirme ve talana karşı halkçı-kamucu bir ekonomiyi örgütlemek için;
– Emperyalist saldırganlık, tahakküm ve işbirlikçiliğe karşı bağımsızlık için,
– Kürt sorununda kardeşlik ve birlikte yaşama iradesini güçlendirerek demokratik, adil, onurlu ve eşit yurttaşlığa dayanan bir çözüm için; birlikte mücadele etmek amacıyla ortak bir irade oluşturduğumuzu ilan ediyoruz.”
Türkiye’de bir uzun program yerine bayrağa “Basta” (yeter) yazılarak da birlik sağlanabilir, elbette.
Ancak, “Geçiş”in, “sürekli ve kesintisiz kalkışmanın” nasıl olacağına dair konuşmamız gereken şeyler olduğu ortadadır.
Birliğin örgütsel yapısı, bileşenleri nasıl kurulmalıdır? Ve en önemlisi de siyasal eylem, seçim planı nasıl kurgulanmalıdır?
Burada, birliğin en önemli unsuru HDK/HDP’yi atlayan, görmeyen bir belirleme yapılmaktadır:
“Örneğin sadece sosyalist örgütlerin yan yana gelmesine odaklanan bir modelin başarı şansı olmayacaktır. Türkiye’de değil bir iki sol siyasi yapının tüm örgütlü yapıların yan yana gelmesinin bile ihtiyaç duyulan enerjiyi açığa çıkarabileceğini düşünmüyorum. Temel meselemiz örgütlü güçlerin zaten var olan güçlerini birleştirmesi değil, AKP’ye karşı kararlı bir direnişe devam eden milyonların ortak mücadele sürdürebileceği bir zeminin yaratılmasıdır.
Haziran (Gezi) direnişinin ortaya koyduğu gerçeklere gözümüzü kapatmadığımız, orada kendisini ortaya koyan büyük enerji ile hep birlikte mücadele etme arayışımızı sürdürdüğümüz sürece bugüne kadar gelişen örneklerin ötesine geçen modeller ve ilişkilenme biçimleri geliştirebileceğimize inanıyorum.
Devrimci, arayışçı ve yaratıcı yaklaşımlar geliştirmemiz gerektiğini biliyoruz ve başlangıç için bu yeterlidir.” (Devrimci ve yaratıcı yaklaşım gerekli, HTKP MK Üyesi Erkan Baş, İleri Haber’in ‘Sol ortak mücadeleyi tartışıyor’ dosyasına verdiği yanıt)
HDP’nin “3. Blok oluşturulmalı, güçlendirilmeli” yaklaşımına karşılık, “Vişnelik Birliği” müstakil bir güç olarak ortaya çıkmaya ve örneğin 2015 seçimlerine (belki kurulacak bir blok partisi üzerinden) katılmanın yolunu açacak “5. Güç” düşüncesine yakın durmaktadır:
“Şöyle de söyleyebilirim, dışarıdan Türkiye’ye baktığımızda Türkiye’de dört tane büyük siyasal güç var: AKP, CHP, MHP ve HDP… Burada beşinci bir büyük alternatifi, sol, sosyalist bir alternatifi örgütlemek konusunda üzerimize düşen sorumluluğun farkındayız ve bundan kaçmayacağız.” (Haziran önemli bir ayrım noktası, HTKP Merkez Komite üyesi Erkan Baş)
Oysa, gözlemci olarak ilk “Vişnelik” toplantısına katılan Aydın Çubukçu başka bir olanağı vurgulamıştı:
“Diğer yandan, önemli ölçüde yerel örgütleri az – çok oluşturulmuş, halen çalışan komisyonlara sahip bir yapı (HDK) içinde birleşerek, somut ve pratik sorunlar üzerinden yapılacak bir tartışmanın sol içinde de sağlam birliklerin doğmasına hizmet edeceğini düşünmek daha gerçekçidir. Denenmekte ve geliştirilmeye çalışılan bir HDK örneği var ve bu geliştirilebilir. Ancak buna “alternatif”, ya da bunun öngördüğü bileşimden da dar bir muhalif cephenin işlevli olacağını ummuyorum.” (EMEP Genel Yönetim Kurulu Üyesi Aydın Çubukçu, İleri Haber’in ‘Sol ortak mücadeleyi tartışıyor’ dosyasına verdiği yanıt)
“Vişnelik Birliği”nin arayışçısı olduğu, “Sosyalist güçlerin birliği”nde potansiyel olarak yer alabilecek “diğer sosyalistler”, şu an HDK/HDP içinde yer almaktadırlar. Bunun da ötesinde HDK içerisindeki tüm güçler şu an için % 10 oy potansiyelini temsil etmektedirler. Bu güçleri dışarıda bırakan, görmeyen, atlayan: “5. Gücü” kendileri için kurma arayışı “birlik ihtiyacına” karşılık bulmuş olmuyor, tersine bu yaklaşımı ile bölünmeyi kalıcılaştırıyor, netleştiriyor olmasın?
“Vişnelik Birliği”ni boşa düşürmeyen başka bir büyük birlik mümkündür. Hala.
Konuşmamız gereken asıl nokta işte budur. Gecikmeden.
29 Eylül 2014