Hizbullah, Arapça’da Allah’ın Partisi anlamına geliyor. Hizbullah ismiyle bilinen iki farklı örgütlenme söz konusu. Birincisi Lübnan Hizbullah’ı, diğeri ise Türkiye’de Hizbul-kontra, Hizbul-vahşet gibi isimlerle bilinen Hizbullah, Türkiye Hizbullah’ı. Lübnan Hizbullah’ı ile Türkiye’deki Hizbullah’ın kuruluş tarihleri birbirlerinden çok uzak değil. İki yapılanma da 1980’lerin başında ortaya çıkıyor. Lübnan Hizbullah’ı İsrail’i Güney Lübnan’da çıkarmak için silahlı mücadele veriyor. Hala varlığını sürdüren örgüt siyasi ve askeri kolları olmak üzere özellikle Şii nüfus içinde geniş bir siyasal tabana sahip. Lübnan Hizbullah’ı ile Türkiye’deki Hizbullah’ın isim benzerlikleri ve İran İslam Devrimi’nin etkisinde büyüyüp şekillenmelerinin dışında direkt olarak bir ilişki kurmak mümkün değil.
Lübnan Hizbullah’ına benzer şekilde Türkiye Hizbullah’ının ortaya çıkışı da 1980’lerin başına denk geliyor. Edip Gümüş, Fidan Güngör, Abdulvahap Ekinci, Hüseyin Velioğlu gibi isimlerin öncülüğünde ortaya çıkan hareket,1980 darbesinin sol muhalefet üzerindeki baskısından da faydalanarak kendisine geniş bir yayılma alanı bulabildi. Ancak örgüt kısa sürede, İlimciler ve Menzilciler diye iki kanada ayrıldı. İlimcilerin liderliğini üstlenen Hüseyin Velioğlu silahlı mücadele yoluyla bir İslam devletinin kurulmasını savunuyordu. Menzil Grubu ise silahlı mücadele için henüz erken olduğunu iddia ediyor ve silahlı mücadelenin o dönem için erken olduğunu savunuyordu. Daha sonra iki grup arasındaki bu görüş ayrılığı İlimciler Grubu’nun, Menzilcilere yönelik saldırılarını da beraberinde getirecekti. Silahlı mücadeleyi doğru bulan İlimciler Grubu, özellikle Kürt illerinde örgütlenmeye başladı, başlıca örgütlenme alanlarını, Diyarbakır, Batman, Urfa, Nusaybin gibi kentler oluşturuyordu. Ancak İlimcilerin(Hizbullah/Hizbul-Kontra) önündeki en önemli sorun bölgede silahlı mücadele veren başka bir örgüt olan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) idi.1980’lerin sonlarına doğru PKK bölgede halk tabanına sahip ve ciddi siyasal/askeri gücü olan bir örgüt haline gelmişti.
Hizbullah’ın PKK ile savaşını kendilerince meşrulaştıran zemin ise PKK’nin Marksist/Leninist bir hareket olması yani tanrı tanımazlardan oluşmasıydı. PKK onların gözünde kâfirdi özetle. Devletin 1990’ların başında hiç alışkın olmadığı bir savaş stratejisiyle nerededeyse birçok Kürt ilinde kontrolü ele geçiren PKK’ye karşı mücadele yöntemleri de işe yaramıyordu. 1980’lerin ortasında koruculuk sistemine geçmesine rağmen, devlet hala etkin bir başarı sağlayamamıştı PKK’ye karşı.1990’ların başlarında itibaren, kontr-gerilla-JİTEM gibi yapılarla devletin PKK’ye karşı başlattığı savaşın bir parçası da Hizbullah oldu. Çünkü Hizbullah PKK ile savaşımı aynı zamanda kendi içinde devrimci bir eylem olarak görüyor ve PKK’yi bitirmek için devletle iş birliği yapmakta herhangi bir beis görmüyordu. Hizbullah, Kısa sürede derin devletin operasyonel gücü haline geldi Kürt illerinde. Resmi rakamlara göre 500’ün üzerinde cinayet 1990-95 arasında başta Diyarbakır, Batman olmak üzere Kürt illerinde Hizbullah tarafında işlendi. Ancak bu sayı gerçekte binlerle ifade edilen Hizbullah katliamlarının yanında sadece resmi bir devlet verisi olmanın ötesine geçemiyor.
Hizbullah’ın 90’lı yıllar boyunca, JİTEM, koruculukla birlikte devletin temel silahlarında biri olduğu ve Hizbullah militanlarının açık bir biçimde devletten destek aldıkları defalarca kanıtlandı. Ancak, Hizbullah terörünün Kürt illerinin dışına çıkmasıyla birlikte devletin Hizbullah’a karşı tutumu değişti ve örgütle savaşmaya başladı.2000 yılında, örgüt lideri Hüseyin Velioğlu bir çatışmada öldürüldü. Velioğlu’nun ölümünden sonra Hizbullah silahlı herhangi bir eylem yapmamakla birlikte, silahsızlandığını da resmen deklare etmedi.1999 yılında PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanmasında sonra Hizbullah’a yönelik operasyonlarında yapılması ve örgüt liderinin öldürülmesi, devletin iki örgütü de bitirdiği imajını güçlendiriyordu. Tutuklu Hizbullah sanıklarının yargılandığı davada, 4 Ocak 2011 tarihinde, sanıklar serbest bırakıldıktan sonra yurtdışına kaçtılar.
Yeni “Hizbullah” Dönemi
Örgüt liderinin öldürülmesinin ardından yaklaşık 5 sene örgütten herhangi bir faaliyet duyulmadı.2004 yılında ise Hizbullah avukatlarından Hüseyin Yılmaz öncülüğünde Mustazaf-Der kuruldu. Hizbullah’ın siyasi kolu olduğunu kabul etmeyen fakat Hizbullah’la ilişkisi olmadığını da söyleyemeyen dernek 2012 tarihinde “Hizbullah terör örgütüyle ilişkisi olduğu” gerekçesiyle kapatıldı. 2013 yılında ise Said Şahin ve Hüseyin Yılmaz öncülüğünde partileşme kararı alan yapılanma, 20013’te resmen partileşerek Hür Dava Partisi/HÜDA-PAR’ı kurdular. Partinin 1.Kongresinde parti genel başkanlığına Zekeriyya Yapıcıoğlu getirildi. Parti açık bir biçimde Hizbullah’ın siyasi kanadıydı. Parti hızla palazlandı, şüphesiz bu hızlı gelişmenin nedenleri arasında iktidarın gizli ya da açık desteği var olmasına karşın (Çünkü Henüz kurulmuş bir parti olmasına rağmen, parti liderleri Erdoğan’la görüşmüşlerdi) partinin özellikle Batman, Diyarbakır ve Urfa gibi illerde belirli bir kitlesinin olduğu da bir gerçek. Ancak 90’lı yıllardaki Hizbullah’ın aksine partide “Kürtçü” bir söylem de mevcut. Bu yolla AKP’nin bölge illerinde var olan oy potansiyellerine oynadıkları açık. Aynı zamanda Kürt Özgürlük Hareketi içinde de yer alan İslami yönü ağır basan Kürtlere de alternatif olma niyetindeler. Peki, bunu başarmaları mümkün mü?
Bu soruya olumlu bir yanıt vermek oldukça güç. HÜDA-PAR kendisini her ne kadar, siyasi bir parti olarak tanımlasa da Hizbullah’ın devamı olduğu konusunda neredeyse herkes hemfikir. Zaten kendileri de bu konuda farklı bir beyanda bulunmuyor. HÜDA-PAR’ın Hizbullah ismiyle birlikte anılması ise başlı başına bir sorun teşkil ediyor bölge illerinde. Kürt illerinde Hizbullah denilince akla, enselerden sıkılan kurşunlar, gündüz vakti sokak ortasında satırlalar la yapılan infazlar, domuz bağları ve işkenceler geliyor.
Devletin hiçbir zaman tasfiye etmediği ve hatta AKP iktidarı döneminde açık ya da gizli desteklerle beslenen Hizbul-Kontra “operasyonel” bir çete olarak hazırda bekletiliyordu. Devletin bu “operasyonel” çetesi Kürtlerin Kobanê serhıldanı ( ayaklanma) sürecinde tekrar devreye sokuldu. Devletten beslenen bu çete asker ve polis desteği ile Kürt yurttaşları sokaklarda katletmeye başladı. Anlaşıldığı kadarıyla AKP sadece sınırın güneyinde çeteleri beslemekle yetinmemiş, içeride de hazırlık yapmış.
Tuncay Şur