Radikal gazetesi dış politika yazarı Fehim Taştekin ile siyasihaber.org için yaptığımız röportajı sunuyoruz.
Ukrayna’daki gelişmeler ve Rusya’nın Kırım ve Doğu Ukrayna’ya yönelik hamlelerinin Suriye sorunu ile ilişkisi var mı? Bu gelişmelerin Suriye’ye yansıması nedir?
Rusya’nın Suriye politikası genel anlamda klasik devlet siyasetinin karakterini taşıyor. Buradaki siyasetin temel kodlarında ‘dış müdahaleye ve içişlerine karışmaya karşı çıkma’ ve ‘klasik ortakları ve nüfuz alanlarını koruma’ amacı yatıyor. Suriye, Rusya’nın onlarca yıldır müttefiki. Libya’da müdahalenin önünü açan BM oylamasından bu yana Rusya oyuna getirildiğini söylüyor ve bunun kendi ittifak halkasında tekrarlanmasına müsaade etmiyor.
Belki Batılı cephe Rusya’ya karşı rövanşı Ukrayna’da almak için ‘Turuncu Devrim 2’yi kurgulamış olabilir ama Moskova’yı kendi nüfuz bölgelerinde eskisi gibi köşeye sıkıştırmak kolay değil. Nitekim Rusya karşı hamlelerle Kırım’ı tekrar kendi topraklarına katma fırsatı buldu ve bunu değerlendirdi. Şimdi sıra Doğu Ukrayna’da. Eğer Batı oyunlarına devam ederse Rusya ummadıkları başka adımlar da atabilir. Rusya’ya çok rahat oyun oynayabildiği bir coğrafyada Suriye’ye karşılık bedel ödettirmek ters tepebilir. Şu ana kadar siyasi manzara Rusya’yı Suriye konusunda makas değiştirmeye zorlayacak bir baskının oluşturulamadığını gösteriyor.
AKP’nin dış politikasının uluslararası düzeyde itibarsızlaşmasını mevcut dengeler içinde nasıl değerlendirebiliriz?
AKP’nin 2009-2010’a kadarki dış siyaseti Türkiye’yi çevreleyen gerilimlerin düşürülmesini hedefleyen boyutlar taşıyordu. AKP, içerde kendi iktidarını perçinleyinceye kadar dış politikada barışçıl bir çizgi izledi. İçerde ipleri eline alınca dışarıyla kavgaya başladı. Komşuların iç işlerine müdahale etme, tarafsızlığını yitirme ve mezhepçiliğe kayma gibi yeni yönelimler Türkiye’nin zemin kaybetmesine yol açtı. Türkiye kendi bölgesindeki süreçleri etkileyecek manivela kuvvetini kaybetti.
AKP-Gülen Cemaati gerilimi Suriye konusuna nasıl yansır?
Suriye politikasında iki taraf arasında bir çatışma olduğunu zannetmiyorum. 2011’de Suriye krizi patlak verdiğinden beri Cemaat’in yayın organlarının izlediği siyaset ve kullandığı dil Başbakan Erdoğan’ınkinden farklı olmadı. Bilmiyorum, belki Suriye’ye bu denli müdahil olunmasını tasvip etmiyorlardı ama bunu kimse kavga konusu yapmadı. AKP-Cemaat kavgası çıktıktan sonra elbette bakış açıları da farklılaşmış olabilir. Sonuçta AKP’nin en kolay vurulabileceği yerlerin başında yolsuzluk skandalından sonra Suriye bataklığında yapılanlar yer alıyor. Bunun ifşa edilmesi ve Hükümet’in köşeye sıkıştırılması tercih edilebilir. Ama bütün bunlar AKP’nin Suriye politikasını etkiler mi, pek sanmıyorum. Asıl baskı faktörü ABD’dir. Oradaki çatlağı da Mayıs 2013’te Beyaz Saray’daki tatsız toplantıdan beri biliyoruz.
Rojava’daki gelişmelerin Türkiye’ye (Kürt bölgesine ve Hatay’ın öznel durumuna) yansıması ne olabilir?
Rojava Kürt davasında yeni bir halka. Kanton esaslı özerkliğin ortaya koyduğu yapı bölge için yeni ve umut vericidir. Etnik, mezhepsel ve dinsel yapıların uyumu üzerinden bir sistem bu hatlar üzerinden çatışmalara gebe olan bölge için üzerinde durulmaya değerdir. Tabii başarılı olup olamayacağını zaman gösterecek ama çıkan ya da çıkacak sorunlar fikrin orijinalitesini bozmaz. Rojava başarılı olursa ve özerkliğini koruyabilirse Kürt sorunuyla ilgili Türkiye’nin hissedeceği baskılar katlanır. Türkiye Kürt sorununu çözememiş ülke olarak köşeye sıkışacaktır. Rojava’daki hakim gücün PKK ile bağlarını ve etkileşimini dikkate aldığımızda bu baskının boyutlarını tahmin etmek güç değil. Sınırın iki tarafında da Kürtler birbirlerinin yüzüne bakıyor. Buradaki etkileşim Güney Kürdistan’la etkileşimden çok daha büyük. Hatay ayrı bir mesele. Suriye krizi Türkiye sınırlarından beslenmeye devam ettiği sürece Hatay’daki Arap Alevilerinin hissettiği ötekileşme artabilir, böyle bir tehlike var. Burada Hükümet’in mezhebi saiklerle katliam yapan silahlı gruplara olan desteği, mezhepçi ve ayrıştıran dili birinci dereceden etkili. Ancak daha ileri senaryoların şu an için yersiz olduğunu düşünüyorum.
Cenevre III’ten ne beklenebilir?
Cenevre III’ün toplanıp toplanmayacağı belirsiz. BM-Arap Birliği Suriye Özel Temsilcisi El Ahdar el İbrahimi’nin siyasi çözüme ilişkin umudu tükenmiş durumda ve görevi iade etmesi bekleniyor. Cenevre II hiçbir sonuç vermese de taraflar açısından şöyle bir etkisi oldu: Rejim ‘terörist’ ve ‘dış güçlerin maşası’ dediği muhalif kanadı muhatap aldı. Muhalifler ise ‘eli kanlı’ rejimle müzakere etmeyi ihanet sayan çizgiyi terk etmek zorunda kaldı. Tabii tarafların pozisyonları birbirine yaklaşmadığı için Cenevre III’ün düzenlenmesi konusunda kimse uluslararası aktörlerden güçlü bir inisiyatif beklemiyor. Biraz da Ukrayna krizinin bu süreci ötelediğini söylemek mümkün. ABD, sahada muhaliflerin elinin güçlü olduğu bir pozisyonu yakalamadan siyasi çözüm için bastırmayabilir. Suriye krizi ABD açısından içe dönük bir patlama karakteri arz ettiği sürece sürdürülebilir bir krizdir. Bu krizin karakteri değişirse ABD alternatif yollar üretebilir.
Suriye’de önümüzdeki süreçte ne gibi gelişmeler bekliyorsunuz?
Son aylarda rejimin kendine olan güvenini yeniden kazanmasına yarayan gelişmeler yaşandı. Ancak Ürdün ve Lübnan sınırlarında elde edilen kazanımlar rejimin ülkenin tamamında kısa sürede kontrolü sağlayabileceği anlamına gelmiyor. Halep’in de yer aldığı kuzey cephesi çok daha çetin. Çatışmalar ve fiili bölünmüşlük hali yıllarca sürebilir. Rejim kendini tamamen sağlama alsa bile sınır bölgelerinde alan hakimiyeti kuran silahlı gruplar varlığını bir süre daha koruyabilir. Bu biraz da Türkiye gibi komşu ülkelerin belirleyeceği siyasete bağlı. Türkiye silahlı gruplara desteği kestiği an iç savaşın seyri hızlıca değişir.