Beyrut’ta uzun yıllar kunduracılık yaptıktan sonra Keseb’e yerleşen Papken’in gencecik oğlu Kevork’u sırf giydiği botlar nedeniyle öldürmüşler. Devletin ‘uzaktan ilgilendiği’, bölge sakinlerinin ise seferber olduğu Vakıflı’daki misafirhanede kalan Papken acısını 1 ay boyunca eşinden sakladı.
Gözyaşı sürmez ebediyyen; ya durulur ya kurur. Kasketinin altına gizlediği göz pınarlarında yaş kalmamış Papken Curyan’ın.
Suriye’nin Keseb kasabasında ayağındaki postalın bedelini canıyla ödeyen 23 yaşındaki oğlu Kevork’un acısını, karısı Nivart’tan tam 1 ay saklamış. Konuşmak istemedi, “Hayatım cehennem olmuş, ne konuşacağım ki” deyip uzaklaştı. Bir saat sonra kapı araladı: “Soracaksan kalabalık içinde değil baş başa sor.”
1939’da Hatay’ın ilhakı üzerine Musa Dağı’ndan ayrılan Ermenilerin Beyrut’ta aynı köy isimleriyle kurduğu Ancar semtindeki kunduracılık yıllarından başladı. Bir türlü 21 Mart’ta Kaide ve cihadi selefilerin eline geçen Keseb’te olup bitenlere gelemedi. Gelmek istemedi.
Ölüm acısını 1 ay sakladı
Gözleri kıpkırmızı kesildi, biz sustuk, o konuştu: “Milisler geldiğinde eşim, annem ve iki kardeşimle birlikte villada saklandık. Kardeşim o villanın bahçıvanıydı. Oğlum motosikletiyle gelmişti bizi götürmeye. Milisler bastı. Karımı ayırıp başka bir yere götürdüler. Oğlumun bahçe işinde kullandığı ayağındaki botlara bakıp ‘Sen nizamın askerisin’ dediler. ‘Hayır’ dedim, ‘Tek bir oğlum var, ailenin tek oğlu olduğu için askerden muaf.’ İnanmadılar, belge istediler. Bu kez duvardaki av silahını görünce oğluma ‘şebbiha’ dediler. ‘O silahtan her evde var’ dedim. İkna edemedim. Çekip vurdular, oğlum kucağımda can verdi. Üzerini battaniyeyle örttüm oracıkta. Bizi alıp başka bir eve götürdüler. Ceset orada kaldı. Daha yeni kendine dükkan açmıştı. Üç gün bekledim, gidip gömmeme izin vermediler. Ayrılmadan önce karanlıkta mezar kazmama izin verdiler. Ceset kokmaya başlamıştı. Başıma silah dayadılar, kazamadım doğru düzgün. Yarım metreyi geçmez kazdığım. Sonra bizi bir çiftliğe götürdüler. 13 gün orada kaldık. Eşimle buluştuğumuzda söyleyemedim, çığlık atar onu da vururlar diye. Türkiye’ye getirildiğimizde de söyleyemedim. Fakat internete yazmışlar, Beyrut’ta kızım öğrenmiş; sordu, inkâr ettim. Kızım vazgeçmedi. Birileri ‘25 bin dolara kardeşini buluruz’ demiş, o da parayı hazırlamaya başlamış. Bunu duyunca mecburen ona da karıma da söyledim. Ama bizimle gelen 92 yaşındaki annemin hala haberi yok.”
Samandağ’ı sarsan top sesleri
Hafta sonu Samandağ Kalkındırma Derneği’nin davetlisi olarak gittiğim Hatay’a bağlı Samandağ’da denizden esen rüzgârın dövdüğü sahilde Keseb’in hemen altında Basit tarafından gelen top sesleriyle irkiliyorum. 25 km ötedeki savaşın yarattığı tedirginlik var herkeste. Alevileri boğazlamaktan bahseden sınırın öte tarafındaki gruplar yüzünden bölge insanının yönelttiği ürkütücü soru şu: “Bize de sıra gelir mi? Senin geçen yıl yazdığın Peşaver senaryosu gerçek olur mu?”
Fırsat bu fırsat Keseb tarafını dikizleyen Musa Dağı’ndaki Vakıflı Köyü’ne gittim. Rejimin denetimindeki Lazkiye’ye kaçamayan Ermenilerin özel operasyonla getirilip yerleştirildiği Vakıflı’ya girerken üzerinde çiçekler bırakılmış yeni mezar dikkat çekiyor: Son sürgünün 23 mağdurundan biri olan 82’lik Loder Tırtıryan’a ait. Kalbi daha fazlasına dayanamamış, 24 Nisan 1915’in yıldönümünde sürüldükleri topraklara gömülmüş.
Aklı şipşaklarda
Köye ait misafirhanenin avlusunda dimdik ayakta duran, bir başına oturmuş uzaklara dalan, ağır adımlarla volta atan 70’lik, 80’lik, 90’lık Ermenilerin gözlerindeki ifadeler, alınlarındaki kıvrımlar o kadar derin ki soru sormaya dilim varmıyor. Papken Curyan’ı işte bu avluda dinledim. Her birinin sadece bugüne değil geçmişe dair anlatacağı o kadar çok hikâye var ki… Yokuşları adımlayan Hagop Giragosyan evlenemediği yegâne aşkından söze girip ekledi: “Ben ormancıydım, dağlara tırmanmaya alışkınım. Yürümeden duramıyorum.” Ormancılıktan sonra Keseb’in ‘şipşakçısı’ olmuş: “Tüm fotoğraf makinelerimi sakladım. Yedi tane, hepsi antika. Şimdi kim bilir başlarına ne gelmiştir.” Lazkiye vaadiyle 3 Nisan’da Türkiye’ye getirilen Sırpuhi ve Satenik Titizyan kardeşler ise son sürgünün tanınan yüzü. Biz sohbet ederken Beyrut’taki yeğenlerinden gelen telefon nedeniyle ikilinin mutluluğu görülmeye değerdi.
‘Sunnileri saldılar’
“Biz Antepliyik” diye söze başlayan Anahit Aharonyan’ın hikâyesi ise daha önce “Bizi götürmeyin, buracıkta öldürün” sözleriyle basına yansımıştı. 66 yaşındaki Anahit, Halep doğumlu. Türkçeyi anne ve babasından öğrenmiş. 91 yaşındaki amcası Nerses Tangukyan ile birlikte her yaz olduğu gibi Keseb’e 20 dakika mesafedeki Öküzoluk’taki (Nebain) yazlığa gitmişler. Kışa doğru Halep’te çatışmalar artınca ‘Keseb daha sakin’ diyerek dönmemişler. 95 yaşında yatağa mahkûm Kesebli ninenin acı çektiği odada içini bir kez daha döktü Anahit: “Önce Suriye askerleri 3 gün evimizde kaldı, duvarları delip silahları yerleştirdiler. Vuruştular. Yan yana oturuyorduk, birbirimizi duyamıyorduk, yüksek sesten Nerses’in kulaklığı bozuldu. Askerler giderken ‘Yürüyebilirseniz sizi de götürelim’ dediler. Nasıl yürüyeceğiz, değnekle ayakta duruyoruz. Askerler kaçıp gitti, biz kaldık. Sonra ötekiler geldi. Gecenin üçü, biri girdi, mutfakta çekmeceleri karıştırdı, ‘Tamam bıçak arıyor, birilerini boğazlayacak’ dedim. Yatak odasındayım. Nerses’i de uyandırmadım. İki kişi daha geldi, odalara bakıp gittiler. Ses çıkarmadık. Ardından 50 kişi karınca sürüsü gibi daldı. Bizi gördüler, ‘Ne işiniz var’ dediler. ‘Hiç, burası evimiz’ dedik. Evin halini sordular. Çatışmalardan kapı pencere kalmamıştı. ‘Askerler yaptı’ dedik. ‘Hangi askerler’ diye sordular, ‘Bilemem’ dedim, ‘Artık sizden mi başka taraftan mı?’ Biri bağırdı, ‘Başını ört’ diye. Örtü yoktu, battaniyeyle örttüm. ‘Kimsiniz’ dediler. ‘Ermeniyiz’ dedim. Nüfus kağıtlarını aldılar, ‘Alevi olsaydınız sizi boğazlardık’ dediler. Bizi götüreceklerini söylediler. Dedim ki ‘Vurun bizi, kurtulalım, zaten 5 gündür ölümü bekliyoruz’. ‘Biz adam vurmayız’ dediler. Bizi kucaklayıp pikabın arkasına koydular. Hava soğuktu. ‘Bizi içeri alın’ diye ısrar ettim. Biri merhametliydi, zar zor içeri sığdık. Hastane gibi bir yere götürdüler. Yaralılar vardı. 4-5 saat bekledik. Tekrar bizi arabaya bindirdiler, 2 saat yol aldık. Bir çiftliğe vardık. Orada 13 gün kaldık. Yerde yattık. Çantaları yastık yaptık. Nerses’in ayakları şişti, kanadı. Orada 85 çocuk, 75 avrat, 50 erkek vardı. Onlar Halep’te muhaliflerin kontrolündeki bölgedenmiş. Hepsi Sünniydi. ‘Beşşar’a silah çekmemek için buraya geldiniz değil mi’ diye suçladılar. Onları Halep’e saldılar. Sonra Ermenileri alıp Keseb’teki kiliseye götürdüler. Baktık ki bütün kameralar karşımızda. ‘Kiliseye bir şey yapmadık, gelin görün’ dediler. Ama bütün heykelleri ve haçları kırmışlardı.”
Müptezel bir şov
Kameralı şov ‘Ermenilere zarar vermedik’ kodlu mizansenin sırıttığı an. Mizansen, tam da 1915’in yıldönümü yaklaşırken Keseb’i ele geçiren gruplara sağlanan lojistik destek nedeniyle köşeye sıkışan hükümetin İstanbul’daki Ermeni Başepiskoposu’nu arayıp ‘Keseb’teki Ermenileri getireceğiz, İstanbul’a mı yoksa Vakıflı’ya mı yerleştirelim’ diye sormasıyla başlıyor. Fütursuz bir mizansen. ‘Muhalifler evlerinden alıp sınırda Türk yetkililere teslim etti’ denilen yaşlılar üzerine bir kilim atılmış beton zeminde 8 ile 15 gün arasında esir tutulmuş. Kilisede dua ederken dışarıda bomba patla(tıl)mış, ‘Bakın rejim bombalıyor’ denmiş, gitmeye direnenler de böylece ikna olmuş! Şimdi devletin ‘uzaktan’ ilgilendiği, bölge halkının ise ihtiyaçları için seferber olduğu bu insanlar Beyrut’a ve oradan Lazkiye’ye gitmek istiyor. Milisler pasaportlara el koyduğundan Dışişleri’nden seyahat belgesi bekleniyor. Adı ‘Cassa Bella’ yani ‘Güzel Ev’den gelen Keseb, Vakıflı ve Ancar Ermeni bakiyesinin üç kurtuluş vahası. Birbirine bakan üç yüz. Keseb’in geleceği meçhul. Ancar bugün de kaçanlara sığınak. Vakıflı ise tek Ermeni köyü etiketini büyükşehir yasasıyla geçenlerde yitirdi. Artık orası Samandağ’ın bir mahallesi. Bu da 100 yıllık yüke ilave bir yük.
Radikal gazetesinden alınmıştır.