Yazar İhsan Eliaçık, 10-11 Mayıs tarihlerinde Amed’de yapılacak Demokratik İslam Konferansı’nı Özgür Gündem gazetesine değerlendirdi. Eliaçık, konferansın; kan gölüne dönen Ortadoğu’ya barışı, adaleti ve ortak yaşamı hakim kılma arayışı olduğunu belirtti
İlk olarak Demokratik İslam Konferansı ile başlamak istiyorum. Bu konferansı Ortadoğu, Türkiye ve İslam dünyası için önemli kılan nedir, hangi ihtiyaçtan doğdu?
Bu konferansın en önemli özelliği, devlet dışında bir sivil oluşum tarafından yapılıyor olmasıdır. Bugüne kadar yapılan diğer konferanslardan farklı olarak bölgenin sahici sorunlarından kaynaklanıyor olması. Ortadoğu’da her yer kan gölü, insan hakları, demokrasi, hak-hukuk, adalet yerlerde sürünüyor. Özellikle Suriye’de ortaya çıkan İslami hareketler, bir takım Selefi gruplar Alevilerin, Kürtlerin kanı, malı, ırzı, namusu helaldir diye fetvalar veriyor. Demokrasi, insan hakları, özgürlük söylemi kafirlik olarak görülüyor. Beş yüz sene öncesinin, yedi yüz sene öncesinin fıkıh kitaplarıyla idare eden, imparatorluklar döneminde kalma siyasetnameleri siyasi felsefede kullanmaya kalkan böylesi bir ortamda Demokratik İslam Konferansı yapılacak.
Sayın Öcalan bu kongreyi önerirken Medine Sözleşmesi’ne atıfta bulunmuştu. Nedir bu Medine Sözleşmesi? Kimler arasında yapılmış, nasıl bir toplumsal mutabakat sağlamıştır, bu güne uyarlanma şansı var mı?
Medine Sözleşmesi peygamberimizin Kur’an’ın temel değerlerinden hareketle Medine’de gerçekleştirmeye çalıştığı bir arada yaşama formülüdür. Yani bir toplum projesidir. Medine Sözleşmesi bir müddet sonra yürürlükten kalktı, anlaşma bozuldu. Ama bu girişimin kendisi önemli. Peygamber Medine Sözleşmesi’nde ortak paydada farklı inançları buluşturmaya çalıştı. Ama bu kadar önemli bir sözleşme uzun yıllar boyunca Müslümanların gündemine hiç girmedi, hiç dönüp bakmadılar. Medine Sözleşmesi’nden ilham alarak farklı inançların bir arada olduğu çoğulcu bir yapı gelişmedi. Türkiye’de doksanlı yıllarda bir dönem tartışıldı. Ben yazdığım Adalet Devleti kitabında bir bölüm açtım. 90’lı yıllarda Ali Bulaç da gündeme getirmişti. Ali Bulaç sanırım Diyarbakır’daki konferansta da Medine Sözleşmesi ile ilgili bir sunumda bulunacak. Bunu biz tekrar gündeme getirmek istiyoruz. Öcalan’ın yönlendirmeleriyle Kürtlerin de gündemine girdi. Öcalan’ın buna gönderme yapması çok önemli bir gelişme.
Yani Medine Sözleşmesi referans alınarak faklı kültürlerin, inançların bir arada yaşaması sağlanabilir…
Evet. Fakat Medine Sözleşmesi’nde daha çok farlı inançlar vardı. Biz ona farklı kimlikleri, mezhepleri de ekliyoruz, ne kadar farklılık varsa hepsini ekliyoruz. Diyoruz ki, peygamberimizin Medine’de yaptığı gibi hak-hukuk temelinde, eşitlik temelinde buluşalım. Evrensel değerlerde buluşup barış içeresinde bir arada yaşamanın formülünü geliştirelim. Araya sınır koymadan, sınıf yaratmadan, birbirimizi sömürmeden, birbirbirine saldırmadan ve savaş çıkartmadan barış içerisinde yaşayalım. İşte bunun formülüdür Medine Sözleşmesi.
Farklı inançların bir arada yaşamasının hukuku ve ilkeleri Medine Sözleşmesi’nin ilkeleri olabilir diyorsunuz?
Tabi. Ama bunun dışında da belli başlı kavramların esas alınması gerekir. Mesela, rıza. Bunun rızaya dayalı olması gerekiyor. Çoğulcu olması gerekiyor. Tek tipçi olmaması gerekiyor. Kur’an’ın Rum Suresi, ‘sizin dilleriniz ve renkleriniz Allah’ın ayetlerindendir’ diyor. Dil zaten bildiğimiz anadillerdir, renklerde kimliklerdir, inançlardır, ritüellerdir, gelenek-göreneklerdir. Medine Sözleşmesi işte bunun örneği. Bu noktada kapitalist moderniteye karşı Öcalan’ın Demokratik Uygarlık Manifestosu kitabında söyledikleri ile Medine Sözleşmesi’nde anlatılmaya çalışılanlar örtüşüyor. Öcalan’ın zihninde geliştirmeye çalıştığı toplum projesi ile bizim Medine Sözleşmesi’nden ilham alarak yıllardan beri söylediğimiz şeyler bu noktada örtüşüyor.
Peki barış dini olan İslam, nasıl şiddetle anılan, kanla bir araya gelen bir dine dönüştü? Bunun nedenleri nelerdir?
Batılıların İslam dünyasındaki sömürgeci işgal faaliyetleri neden oldu. Bu işgal faaliyetlerine karşı birçok İslamcının tepki göstermesi, bu tepkiyi gösterirken de işi çığırından çıkarmaları… Yani adam önce işgalcilere karşı savaşacağım diye onların askerlerini öldürüyor. Sonra onlara destek verenleri öldürüyor, sonra sivilleri öldürüyor. Sonra kendisine muhalif düşünen herkesi işgalcilerle işbirliği yaptı diye düşünüyor. Böyle bir şiddet sarmalının içerisinde kaybolup gidiyor. Halbuki İslam’da savaşın ve barışın hükümleri vardır. Yani öldürdüğün düşmanın cesedini bile saygıyla kaldırmak zorundasın. Eğer savaşmak zorundaysan savaşın bir ahlakı vardı. Bunlar dümdüz edilmiş, hiçbiri tanınmıyor, her şey yakıp yıkan, serseri hareket dönüşüyor. Sonra da buna cihad deniliyor.
Bu sorum, bir önceki cevabınızla bağlantılı olacak. İslam dünyasında İslam ve demokrasi bir araya gelemez, birbirine çok uzak şeyler düşüncesi hakim gibi. Bu algının nedeni, yapılan bu işgal hareketleri mi? Yani demokrasi ve İslam ilişkisi nasıl olmalıdır?
Medine Sözleşmesi bence adına demokratik İslam anlayışı dediğimiz anlayışın ilham kaynağıdır. Kur’an’daki Meşveret ayetleri ve rıza ayetleri, İslam’ın demokratik yorumunun da aynı zamanda ilham kaynağı olabilir. İslam dünyasında şöyle bir anlayış gelişmiş: Mesela saltanata küfür demezler ama demokrasiye küfür derler. Halbuki küfür olacaksa saltanat küfürdür. Çünkü bir kişi tanrı yerine geçiyor. Ama yüzyıllar boyunca saltanat devam ettiği için 1300 yıl boyunca İslam tarihinde saltanattan başka bir şey görmediğimiz için saltanat dediğin zaman kimsenin tüyleri diken diken olmuyor. Ama demokrasi dediğin zaman tüyleri diken diken oluyor. Çünkü İslam dünyasındaki bütün işgal hareketleri demokrasi adına yapıldı. Dolayısıyla demokrasi bizi işgal eden Batılıların sembolüne dönüştü. Halbuki saltanatta Bizans’tan geliyor. Muaviye tarafından Bizans’tan örnek alınarak oğlu Yezid’le beraber çifte biat alınarak İslam dünyasına sokulmuştur. İslam’ın demokratik yorumu Bizans’tan saltanat, harem hayatı, saray hayatı ithal edilerek boğuldu. Saltanat, İslam’ın siyasi reformlarının gelişmesine engel oldu ve onu boğdu.
Peki İslam bir siyasal yapılanmayı nasıl tarif ediyor?
Kur’an yönetimin nasıl olması gerektiğini birçok kavramla açıklıyor. Bir; adalet, yönetimin amacı adalet olmalıdır. İkincisi; emane, yani yönetim dediğin şey halkın bir emanetidir, Allah’ın bir lütfu değildir. Üç, ehliyet: Yönetime ehil olanlar gelmelidir. Kim bu işi anlıyorsa o gelmelidir. Dördüncüsü; meşveret, yani danışılarak işler yürütülmelidir. İşte demokrasi de burada İslam’la örtüşüyor. Meşveret kelimesi Türkçe’de ancak üç kelime ile tercüme ediliyor: Açıklık, seffaflık ve katılımcılık. Çağımızda buna demokrasi deniliyor.
Yani İslam için en uygun yöntem demokrasi…
Evet. Meşveret anlayışı tamamen bunu öngörüyor. Demokrasi Yunanistan’da doğmuştu. Demos mu, Genos mu tartışması vardı. Genos, yani genetik soyla gelen aileler mi yönetecek, yoksa halk mı yönetecek. Bu tartışmanın bizdeki karşılığı, saltanat mı olacak yoksa meşveret mi olacak. Dolayısıyla burada demokrasiden rahatsız olmanın bir anlamı yok. Şöyle bir şey de var: Cumhuriyetle demokrasi arasında fark var. Mesela bir devlet cumhuriyetle yönetilebilir, o devletin yöneticileri seçimle işbaşına gelir ve seçimle gider. Ama bir devlet vardır, devlet özü itibariyle bir tahakküm, sömürü kurumudur. Demokrasi burada toplumu biraz daha önceleyen bir şey. Yani sadece cumhuriyet yetmiyor. Cumhuriyet devletçi olabilir. Ama demokratik cumhuriyet dediğin zaman bu halkın daha da yönetime katıldığı, kararlara halkın direk iştirak ettiği, kendi sorunlarını çözdüğü, dışardan böyle bir şeyin dikte edilmediği, merkeziyetin yok olduğu daha fazla yerinden yönetimin olduğu bir durum.
Bir nevi demokratik özerklik yani…
Evet. Aslında demokratik özerklik dediğimizde bu. Benim anlayışıma göre, Türkiye’de 81 il var 81’i de demokratik özerk olmalıdır. Bir tane Ankara’da değil 81 başbakan olmalıdır. Yetkiler dağıtılmalıdır. Kur’an diyor ki: “ihtiyaçtan fazlasını infak edin.” Yani ihtiyaçtan fazla paran varsa onu aktaracaksın, biriktirmeyeceksin. İktidar da böyledir. İhtiyaçtan fazla yetki, iktidar, güç merkezden yerele doğru kaydırılmalıdır. Bu bütün dünyanın her yerinde böyle olmalıdır. Medine Sözleşmesi’ni çağımıza aktardığımızda olan budur. Medine’de merkezi yönetim yoktur. Yahudiler vardır, kabileler vardır, halklar vardır. Medine Sözleşmesi’nde ortaya çıkan felsefe egemenlik değil ortaklıktır.
Konferansın temeli de bir ortaklık yaratmak üzerinden olacak o zaman…
Evet. Biz bölgemizde Türkler, Kürtler, Aleviler, Sünniler Şiiler, Süryaniler, Êzidîler, Ermeniler, Rumlar Araplar, Farslarla nasıl bir ortaklık kurabiliriz? Bu ortaklıkla barış içerisinde, binlerce yıl yaşayabiliriz. Demokratik İslam Konferansı, bu ortaklığın bir arayışıdır.
Bir sonraki Avrupa’da
Konferans kurumsal bir yapıya kavuşturulacak mı?
Bunları konuşacağız. Kurumsal bir yapıya kavuşması isteniyor. Hatta bunun devamı olacak, 24-25 Mayıs’ta Avrupa’da da Demokratik İslam Konferansı yapılacak. Sonra bakacağız, oradaki duruma göre. Başka ülkelerde de olabilir, gidip bunlar anlatılabilir. Buradan yolla çıkarak Ortadoğu’nun barış içerisinde bir arada yaşama formülünün arayışları devam eder. Bu sadece burada kalmayacak.
Son olarak, konferanstan kısa ya da uzun vadede ne tür sonuçlar bekliyorsunuz?
Kısa vadede birçok kişinin bu işin içine katılarak, tartışmaya müdahil olması söz konusu olabilir. Bu da bölgede çözüme dair, barışa dair, umutların artmasına vesile olabilir. İnsanlar şöyle düşünebilir, deme ki kendimiz, kendi tarihimizden ve değerlerimizden yola çıkarak bir formül geliştirebiliyoruz, bunu becerebiliriz. Bu sadece bir girişim, insanların gündemine girecek ve konuşa konuşa bölgenin Müslüman halklarına Medine Sözleşmesi üzerinde örnek göstereceğiz. Kur’an’ın söylediği de bu, peygamberin yaptığı da bu diyerek bölgeye bu fikriyatı yaymaya çalışacağız.
Konferansta 6 başlık tartışılacak
Nedir bu konferansta konuşulacak konular, başlıklar?
Konferansta altı başlık konuşulacak. Birinci başlık, İslam’ın Temel Esasları. Nedir bu İslam, İslam’ın temel esasları neden ibarettir? İkinci başlık, Medine Sözleşmesi. Bu başlıkta Medine Sözleşmesi’ni bütün yönleriyle masaya yatıracağız. Üçüncü başlık, İslam’da Şiddet, Barış ve Savaşın Hükümleri konusu. Şiddete ne zaman başvurulur, barış hali nasıl konulur, savaş hükümleri nelerdir, kim öldürülür, kim öldürülmez. Dördüncü başlık, İslam ve Kapitalizm. Sosyal adalet meselesi, bölgedeki zengin yoksul uçurumu, bunların giderilmesine yönelik nelerin yapılabileceği, kapitalist moderniteye karşı dayanışmacı, toplumcu modellerin esaslarının neler olabileceği konuşulacak. Beşinci başlık olarak da, İslam’da Kadın ve Hakları konusu konuşulacak. Altıncı ve son başlık olarak da, İslam’da Kavim, Millet ve Ulus Meselesi bütün yönleriyle konuşulacak.
Röportaj: Kenan Aydın