Hangisi daha gerici: AKP mi, CHP mi? – Arif Çelebi

CHP’nin AKP’ye muhalefetinin gericinin gericiye muhalefeti olduğu açık. Peki bütün bunlar gözler önündeyken nasıl oluyor da bir kısım solcularımız CHP ile ortak hareket edebiliyor. Ona, AKP’ye karşı tercih edilebilir paye verebiliyor. Bunun nedeni, Kemalizmden kopuşamama. Ne tuhaftır ki, Kemalizm bir kısım solcularımızın dinidir hala.

30 Mart yerel seçimlerinden hemen önceki günlerde, Sol gazetesinde CHP ilanlarının yayınlanması gazetenin kimi okurları tarafından eleştirilmişti. Bunlardan biri gazeteye gönderdiği mektupta duygu ve düşüncelerini özetle şöyle ifade ediyordu: “Belirli aralıklarla ve özellikle geçtiğimiz hafta gazetede gördüğüm CHP ilanı fazlasıyla canımı sıktı ve öfkelendirdi. Gazetemiz çıkmadan önce, bu gazetenin kapısından piyasacılık, gericilik giremez dedik… Fakat piyasacılığı ve gericiliği açık açık savunan bir partinin ilanı bu gazetede yer alırsa, bu gazeteye emek vermiş insanların emeğine haksızlık etmiş oldu.” (Sol, 30 Mart 2014)

Okurun bu çarpıcı eleştirisine okur temsilcisinin yanıtı, “Gazetenin çizgisini aldığı ilanlar belirlemez”le sınırlı kalsaydı üzerinde durmaya gerek kalmazdı. Ama okur temsilcisi yanıtı bununla sınırlı tutmuyor, “CHP ile AKP’nin aynı kategoride olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Gazete yönetiminin de aynı kategoriye koymadığını biliyorum” diyor.

Peki, Sol gazetesi CHP’yi hangi kategoriye koyuyor?

Gazetenin okuru, CHP’yi “Piyasacılığı ve gericiliği açık açık savunan bir parti” olarak tanımlıyor. Doğru ve yerinde bir tanımlama. Gel gör ki gazetenin yönetimi ve yazarları aynı fikirde değil. Onlara göre CHP, AKP gibi “piyasacı ve gerici” olarak tanımlanamaz, hem de “kesinlikle”!

CHP’ye “piyasacı ve gerici” demeye dili varmıyor Sol’cuların.

Peki, “piyasacı ve gerici” değilse, necidir bu CHP!

HASTA SOL

Yalnızca Sol gazetesi değil. BirGün de benzeri bir yaklaşım içinde. Her iki gazetede de CHP köşeleri var. Bu bir yana, her iki gazetenin CHP adaylarını öne çıkarmaları, TKP ve ÖDP’nin pek çok yerde CHP adayları için çalışmaları, CHP ile aralarının pek sıcak olduğunu gösteriyor. Ne var ki bu “sıcaklık” bir hastalık belirtisi, üstelik yeni de değil bu hastalık ve bunlarla sınırlı değil. 1970′lerde Demirel’e karşı Ecevitçilik, 1990′larda Özal’a karşı Erdal İnönücülük, şimdilerde de T. Erdoğan’a karşı Kılıçdaroğluculuk. Belli ki sinsi bir hastalık bu, belki öldürmüyor ama, CHP kuyruğunda süründürüp duruyor.

İDEOLOJİK MİKROP: KEMALİZM

“Ortada kötücül olana tutunmuş bir toplum var” diyor, Sol’un yazarlarından Kemal Okuyan. Kimdir “kötücül olan”? Ona göre AKP. Şöyle devam ediyor Okuyan, “Kasetler, tapeler, ancak belli bir yüzdeyi kopardı… Diktatörün peşinden gidenler hangi sınıfsal aidiyete sahip olurlarsa olsun bugünkü koşullarda umutsuz vakalardır.”

Peki “umutlu vakalar” kimlerdir?

CHP’nin, hatta MHP’nin peşinden gidenler mi?

AKP’ye oy verenler “kötücül olana tutunmuş” olduklarına göre, CHP ve MHP’ye oy verenler “iyicil olana tutunmuş” olanlar mıdır?

K. Okuyan hızını alamıyor: “Cehalet bir açıklama olamaz mı, haksızın peşinden gidenlere dair?” diye soruyor ve yanıtı yapıştırıyor: “Kısmen”.

Bir yanda piyasacı, gerici, haksız, hırsız, yolsuz AKP’ye tutunmuş kötücül, cahil, umutsuz vakalar; diğer yanda ana kitlesini CHP ve MHP’ye oy verenlerin oluşturduğu bilinçli, iyicil, umutvar varlıklar. Sol gazetesi “Cephe”yi işte böyle kuruyor.

Kemalizm mikrobu Sol beyni, işte böyle felç ediyor.

HANGİ SINIFIN PROGRAMI?

Herhangi bir politik akımı değerlendirirken temel kıstasımız ne olmalı? Bu politik akımı temsil eden kadroların sınıf kökeni mi? Yoksa bu politik akımı destekleyen kitlelerin sınıf bileşeni mi? Ya da salladıkları ideolojik bayrak mı?

Bunların her biri değerlendirmeye dahil edilmeli ama kendi başına temel kıstas olamaz. Söz konusu edilen politik akımın hangi sınıfın çıkarlarını program edindiğine ilişkin belirleme, onun hakkındaki değerlendirmenin ana kıstası yapılmalıdır. Fakat bu yetmez, aynı zamanda pratikte hangi sınıfın çıkarlarına hizmet ettiği de ortaya konmalıdır. Emekçi sınıflardan yana bir programla ortaya çıkan bir politik akım, pratikte egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda hareket edebilir.

Kendine Marksist diyen biri “ilericilik-gericilik” meselesini bu sınıfsal perspektifle ele alır, içinden geçilmekte olan tarihsel aşamada ve ülkenin özgün koşulları içinde yerli yerine oturtur.

Her Marksist bilir ki, politika son tahlilde ekonomik çıkarların, ideolojide politik fikirlerin soyutlanmasıyla oluşur. Burada kastedilen birebir indirgeme değildir. Politika birebir ekonomik çıkarlara, ideoloji de birebir politikaya tekabül etmez. Politika, bazen ekonomik çıkarların bir hayli uzağına bazen de çok yakınına düşebilir, ama hiçbir zaman ondan kopamaz, bir başka deyişle politika, ekonomik çıkarların ekseninde salınıp durur. İdeoloji ile politika arasında da politika ile ekonomi arasındakine benzer bir ilişki vardır. Nihayetinde, egemen sınıfın çıkarları toplumun küçük bir azınlığını ilgilendiriyor, toplumun geriye kalan büyük kesiminin bu çıkarların korunmasına ve geliştirilmesine ikna edilmesi, bir başka deyişle boyun eğdirilmesi gerekiyor. Egemen sınıf cephesinden politikanın ve ideolojinin görevi, bu boyun eğdirmeyi gerçekleştirmektir.

CHP HANGİ SINIFIN ÇIKARLARINI SAVUNUYOR?

CHP’nin tıpkı AKP gibi “piyasacı” olduğu sır değil. CHP, yeni sömürge Türkiye’nin mali-ekonomik sömürgeye dönüştürülmesi yönündeki AKP politikalarına da muhalefet etmiyor. Tam aksine, bazı konularda ayak sürümeye başlayan AKP’ye karşı uluslararası tekellere ve emperyalist merkezlere bu dönüştürmeyi kendisinin daha militanca yürüteceğine dair güvence üstüne güvence veriyor. Uluslararası tekellerin ve sermaye oligarşisinin ekonomik çıkarlarının aleyhine tek laf etmiyor, bu çevrelere bu çıkarları daha iyi gütme sözü veriyor.

Emperyalizmle ilişkileri kesme ya da sınırlamaya ilişkin de herhangi bir politikası yok CHP’nin. Suriye ve İsrail gibi konularda AKP’ye muhalefetinin halkçı hiçbir içeriği yok, aksine onu emperyalist merkezlere yeterince angaje olmamakla eleştiriyor, “maceracılık” eleştirisinin odağında da bu yatıyor.

Görülüyor ki CHP, emperyalist mali oligarşinin ve onun Türkiye’deki uzantısı olan sermaye oligarşisinin ekonomik ve politik çıkarlarının bekçisi ve yürütücüsü olarak çıkıyor ortaya. Onun AKP’ye muhalefetinin merkezinde, bu bekçiliği ve yürütücülüğü doğru yapmadığı yönündeki eleştirisi duruyor. Emperyalist mali oligarşiye ve içerideki sermaye oligarşisini AKP yerine kendisini tercih etmeye zorluyor.

CHP VE POLİTİK ÖZGÜRLÜK SORUNU

O halde, bu “Sol”cularımız nezdinde CHP’yi faklı kılan nedir?

Olur ya egemen sınıf partilerinden biri bazen diğerine kıyasla görece burjuva demokratik pozisyon takınabilir ve bu pozisyon kitleler nezdinde o partiye dair yanlış bir algıya neden olabilir, bu yanılsama solcuları da aldatabilir.

Peki, CHP’nin böyle bir yanılsamaya neden olabilecek bir duruşu var mı?

Kürt sorununun çözümü doğrultusunda hükümetin mecbur kaldığı diyalog sürecinin yasal müzakere aşamasına geçmesine karşıdır CHP, hatta PKK ile diyaloğa da karşıdır. Ana dilde eğitimi de istemiyor CHP, bunun ülkeyi böleceğini iddia ediyor. Irkçı-faşist “andımız”ın kaldırılmasına da itiraz etti CHP. Faşist 12 Eylül Anayasası’nın ırkçı-tekçi faşist maddelerinin, bir başka deyişle özünün korunması için mevzi kazıp duran da aynı CHP. Irkçı-faşist kontrgerilla artıklarının Kürdistan’da ve genel olarak halka karşı işledikleri suçlardan da yargılanmasını istemek bir yana darbecilerin, katillerin avukatlığına soyundu CHP. MGK’nın lağvedilmesi, kontrgerillanın dağıtılması ve bunların tüm karar ve uygulamalarının halka açıklanması yönünde de bir talebi yok CHP’nin. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasını ve zorunlu din derslerine son verilmesini de istemiyor. Başka örnekler de verilebilir, bu kadarı yeterli.

CHP’nin AKP’ye muhalefetinin, gericinin gericiye muhalefeti olduğu açık.

Peki, bütün bunlar gözler önündeyken nasıl oluyor da bir kısım solcularımız CHP ile ortak hareket edebiliyor. Ona, AKP’ye karşı tercih edilebilir paye verebiliyor. Bunun nedeni, Kemalizmden kopuşamama. Ne yazık ki, Kemalizm bir kısım solcularımızın beynini kemirmeye devam ediyor, onlar nezdinde Kemalizm “dinciliğe” karşı ilericiliği temsil ediyor. Ne tuhaftır ki, Kemalizm bir kısım solcularımızın dinidir hala.

* Atılım Gazetesi’nin 11 Nisan 2014 tarihli 116. sayısında yayımlanmıştır.

Yoruma kapalı