Bir yandan ‘Yerel Yönetimler’ olarak, kaybedilen bu seçimde, kazandıklarımıza! Bir hatırlatma olsun diye, bir buçuk yıl önceki bir yazı. “Pratikte gerçekleşmeyen bir şey aslında yoktur” diyerek…
Yerel seçimler yaklaşırken ve iktidar partisi, özellikle bölgede yeni oy barajları, sandık hendekleri kurarken, kentlere ‘ne yapmalı’yı bir yandan tartışmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Hatta artık tartışmak için çok geç hemen harekete geçmek gerekiyor. Son seçimden bugüne kadar geçen yaklaşık 4 yıl içinde, halkın belediyeleri mesela barınma hakkı için ne yaptı? Yani soruyu doğrudan sorayım; Kaç evsiz ailenin, 4 yıl sonra evi oldu? Hala kendimizi park ve bahçelerle avutmaya devam mı edeceğiz?
Burada lafı hiç uzatmadan barınma hakkının ‘gecekondu’dan başka çözümü yoktur dememiz gerekiyor. Beyaz solun kafasındaki ‘toplu konut’ ve hatta ‘sosyal konut’ yani yukarıdan aşağıya planlanan, müteahhitlere, ‘iyi’ ya da kötü inşaat şirketlerine ihale edilen kentten bahsetmiyorum. Doğrudan halkın kendi evlerini inşa ettiği bir yeni kent inşasından söz ediyorum. Nasıl ki bir ‘toprak reformu’ büyük toprak sahiplerinden alınan toprakların halka dağıtılması ise ‘Kent reformu’ da kent toprağının ‘gecekondu’ için halka açılmasıdır. Nasıl ki toprak reformu sadece toprağı dağıtmak değil de ürün için bilgi, kaynak ve mesela kooperatifleri örgütlemek ise ‘Kent reformu’ da sadece halka gecekondu için toprakları açmak değil nasıl ev yapılacağına dair bilgi, kaynak ve kolektif çalışmayı kolaylaştırıcı destek sunmaktır. Ancak örgütlenmiş ‘yeni gecekondu hareketi’ ile kentsel dönüşüm denilen kent topraklarının ranta teslim edildiği işgalden kent toprakları kurtulabilir.
Gecekondu sağlıksız değil mi? Hayır sağlıksız olan cezaevi inşası ile aynı plandaki ‘toplu konutlardır.’ Yasadışı diye engellenmeyen ve hatta ‘Kent reformu’ ile desteklenen gecekondu, hepsinden daha sağlıklı konutlardır. Zabıta korkusu altında bin bir telaş ile inşa edilen evler yerine bilginin paylaşıldığı evler inşa etmektir. Bu bazı kişilere rant kazandırmaz mı? Tabii ki denerler ama hemen tersine bakalım zaten ‘Kentsel dönüşüm’ün birilerine rant kazandırdığı çok açık değil midir? Bu konuda kuşkusu olan bir kişi var mıdır? ‘Kent reformu’nda bu en aza inecektir. Eh belki akraba, aile kayırmaları ya da küçük ölçekte mafya kurma girişimleri olacaktır, ama demokratik bir inşa süreci ile yani ilk baştan itibaren bu asgariye inecektir. Bir kez daha hatırlatayım ki ‘kentsel dönüşüm’ ile tamamıyla ranta hizmet eden bir sistemin yanında birkaç yüz ailenin birden fazla ev kapması, hiçbir şeydir.
Evler depreme karşı sağlam olmaz? Hayır yine tersinden söylemeliyim ki mesela Van depreminde yıkılan bütün binaları kim yapmıştır? Müteahhitler ve şirketler değil mi? Tabi ki yıkılanlar arasında gecekondular da vardır. Ancak sürekli engellenerek yapılanın yerine desteklenen gecekondularda deprem zararı en aza inecektir. İnsanlar yapıp satacakları değil yaşayacakları bir evi genellikle sağlam inşa edeceklerdir. Daha önce depremden hemen sonra da yazmıştım. Deprem de yıkımları esas doğuran denetimsizlik ya da ortaya yem olarak atılan birkaç aç gözlü müteahhit değil kentsel rant sistemidir. Yani merkezileştirilen, temerküz eden bir kent toprağın değerinin spekülatif biçiminde artmasına ve her şey pahasına daha yüksek ve sağlıksız binalar inşa edilmesine yol açar. Yaygınlaştırılan ve halka açılan toprak rantın düşmesine hatta yok olmasına yol açar ki bu öte yandan bütün kentte konut fiyatlarının ve kira fiyatlarının düşmesine neden olur. Yeni gecekondu hareketi sadece gecekondu yapanların değil, katılmayanların da daha ucuz ve sağlıklı barınma hakkına kavuşmasını sağlar.
Yasalar buna müsaade eder mi? Bu Anayasa’nın bile sosyal devlet ilkesi vardır ve barınma hakkını güvence altına alır(!) Yerel yönetimler bunu gerçekleştirmekten başka bir şey yapmayacaklardır ve Liverpool belediyesinin ‘militan döneminde’ kullandıkları bir söz vardı; ‘Yoksulları kıracağıma yasaları kırarım.’ Yaşasın gecekondu…
Bu yazı Özgür Gündem Gazetesi’nin 3 Nisan 2014 tarihli sayısında yayınlanmıştır.