Aşağıda okuyacağınız çeşitli Latin Amerika ülkelerindeki kadın hareketiyle ilgili bilgi ve değerlendirmeler, konu hakkında yayınlanmış çeşitli kitaplardan derlenmiştir. Tümünün adını belirtmek olanaksız, ancak en azından toplu bir inceleme olması bakımından 1992 yılında Almanya’da Peter Hammer Verlag tarafından yayınlanan “Feministamente- Frauenbewegung in Latinamerika“ (Latin Amerika’da Kadın Hareketi) kitabı belirtilebilir.
Kitap, bir giriş yazısından sonra başlıca sekiz bölümden oluşmaktadır: 1. Kadınların otonomluğu ve kendi kendilerini örgütlemeleri. 2. Sosyal hareket-Kadın hareketi-Feminist hareket. 3. Politikaya ait olan nedir? 4. İnsan hakları ve kadın hakları. 5. Ahlaki ve feminist direniş. 6. Kadınlar ve şiddet. 7. Kadın dergileri. 8. Kadın hareketi: Sonuç ve perspektifler.
Her bölümde Latin Amerika’nın değişik ülkelerinden kadın yazarlar (ki bunlar aynı zamanda ülkelerindeki kadın hareketinin de içindedirler) kıtadaki ve ülkedeki kadın hareketinin durumu, sorunları vb. üzerine görüşlerini aktarmaktadırlar.
Değerli ve değersiz birçok kitap Türkçeye çevrilirken, neden Latin Amerika gibi, en azından Batı Avrupa ülkelerine ve ABD’ye göre ülkemize daha çok benzeyen bir bölgedeki kadın hareketini, kendi sözcülerinin ağzından irdeleyen bir kitap dilimize çevrilmemiştir, üzerinde düşünülmeye değer.
Belki de bu nedenlerinden bir tanesi, Latin Amerika ülkelerindeki feminizmin, Avrupa ülkelerinde ve ABD’de olduğundan oldukça farklı anlaşılmasıdır. Kadın sorununun sosyal sorunlarla birlikte ele alınması, ülkemizdeki bazılarının (çeşitli feministler de dahil) hiç hoşuna gitmemektedir anlaşılan.
Konuya girmeden önce, bu yazının Latin Amerika’daki kadın hareketi hakkında genel bir bilgi vermeyi amaçladığını, ayrıntılı bir inceleme olmak iddiasını taşımadığını belirtelim.
Latin Amerika ülkelerindeki feministlerin gerçekleştirdikleri ilk genel toplantı, 1981 yılında Kolombiya’nın Bogota kentinde yapıldı. Toplantıya L. Amerika ve Karayip ülkelerinden çeşitli kadın örgütlerinin temsilcileri katıldı.
Bu kadın örgütlerinin üyeleri, özellikle 1970’li yıllarda, sürekli olarak kendilerine yöneltilen “lesbiyen olmak“ ve “sınıf mücadelesini bölmek“ suçlamalarına göğüs germek zorunda kalmışlardı.
Sonraki yıllarda L. Amerika’daki feminist hareket hızla genişledi. Meksika’nın Taxco kentinde yapılan 4. genel toplantıda, feminist teriminin çok geniş bir içeriği olduğu kabul edildi. Herkes kendisini artık böyle tanımlıyordu ama, feminizmin içine cins, kültürel farklılık, insan hakları ve yeni bir toplum isteğine kadar herşey giriyordu.
1990’da Arjantin’in Sen Bernardo kentinde yapılan ve 3000 kadının katıldığı beşinci toplantıda, feminizmin en önemli özelliğinin “çeşitlilik içinde birlik“ olduğu, farklı örgütlenmeler ve farklı hedeflere yönelmenin birliği olduğu olgusu açıklık kazandı.
Feminist olmak kendi başına yeterli bir tanım olmadığı gibi, feministler arasındaki bir grubun görüşlerini alıp bunu genellemek de olanaksızdır.
Tek tek ülkelerdeki kadın hareketinin görüşlerine geçecek olursak; Panama’dan Margarita Munoz şöyle demektedir: “Feminizm, L. Amerika’da Avrupa’dakinden farklı anlaşılır.“ Komünist partisiyle aralarındaki farklılık konusundaki soruya verdiği yanıtta ise özetle şunları söylemektedir: “Bizim için üzerinde anlaştığımız ve Panama’da en önemli olan bir nokta vardir: Hepimiz Panama ulusundan yanayız ve ABD emperyalizmine karşıyız. Geriye kalanda ise farklılıklar vardır.“ Farklılık olarak, partinin Panama’daki kadınların çeşitli sorunlarına yeterince ilgi göstermemesi getirilmektedir.
Bolivya’dan bir başka kadın (Jael Bueno); ülkede 1970’li yıllarda ve 1980’lerin başlarında askeri diktatörlüğe karşı mücadelede maden işçilerinin eşlerinin kurdukları komitelerle önemli bir rol oynadıklarını belirtiyor. Bolivya’da kadınların sadece kendi cinslerinin sorunlarını değil, diğer sosyal sorunları da gündeme getirdiklerini belirtiyor.
Honduras’tan Alba de Mejia ise daha ayrıntılı konuşuyor: Honduras’ın Orta Amerika’daki devrimci gelişmeyi engellemek ve anti-Sandinist faaliyetleri örgütlemek amacıyla ABD tarafından askeri bir üs olarak kullanıldığını, halk hareketinin (ve kadın hareketinin de) buna karşı mücadele ettiğini belirtiyor. Honduras’da kadınlara karşı uygulanan “olağan“ (ya da bilinen) şiddetin yanısıra, ülkenin askerileştirilmesinin de kadınlara karşı seksüel şiddeti arttırdığını belirtiyor. Ardından şunları ekliyor Menja:
“Biz devrimi beklemekle yetinemeyiz. Honduras’daki ilerici erkekler şunu savunuyorlar: Önce sosyal devrim ve sonra kadının kurtuluşu… Sanki devrim kadınları 14 saatlik ev işinden kurtarabilecekmiş gibi…“
“Kişisel olan politiktir“ deyimi L. Amerika kadın hareketinde de var. Peru’daki kadın hareketini bir başka açıdan ele alan Maritza Villavicencio şunu da belirtiyor:
“Feministler sosyal hareketlerde veya sendikalarda çalışan kadınları yalnızca kısa erimli hedefler için mücadele etmekle, toplumun erkek egemenliğine dayanan temelini sorgulamamakla eleştiriyorlar.“
Brezilya’dan bir başkası, feministlerin İşçi Partisi içinde yer aldıklarını ve bu partinin Leninist parti anlayışıyla yukarıdan aşağıya örgütlenmediğini belirtiyor.
Önemle ele alınması gereken konulardan bir tanesi de, devrim yapmış ülkelerdeki kadın hareketidir. Önemli iddialarla işbaşına gelen devrimci yönetimler kadınlar için ne yapmışlardır? Kadın hareketinin çeşitli bileşenleriyle ilişkileri nasıl olmuştur? Bu konuda ilk akla gelen ülkelerden bir tanesi Nikaragua’dır.
Maria Teressa Blandon, Nikaragua’da devrimden sonraki kadın hareketi konusunda şunları söylüyor:
„Kadın hareketi ve diğer sosyal hareketler Sandinist devrimin sonucudur. Kadın hareketinin ilk programında cinsiyetçi baskıya vurgu yapılmıyordu. Çok azı Sandinist yönetimde bulunan bir bölüm kadın, kısa sürede bu konunun önemini anladı. Ulusal kadın örgütü içinde bu konuda görüş geliştirmeyi kendine görev bildi.“ (…) “Bu devrimde de toplumun günlük yaşamında ‘normal’ olarak karşılanan, toplumsal normlar ve kültürel değerlerden kaynaklanan baskı ve aşağılama olduğunu gördük.”
Kadınların daha çok ”yol arkadaşı” olarak görüldüklerini belirten Blandon, önemli olanın yalnızca politik eylemin birlikte yapılması olmadığını, politik karar sürecine de eşit koşullarda birlikte katılınması gerektiğini söylüyor.
“(Kadın ve erkeklerin) birlikte olduğu örgütlerde, kadınların geçmişte, özellikle sendikalardaki çalışmaları çok önemli olmasına karşın, önderlik konumuna hemen hiç yükselemezlerdi. Bunu başardıklarında ise azınlıkta ve kadın sorunlarını gündeme getirmemeleri konusunda büyük baskı altında kalırlardı.”
Blandon, Nikaragua’daki “henüz evlenmemiş kadınların ailenin denetiminde olması, evlendikten sonra da bunun erkeğe devredilmesi” konusundaki anlayışın pek değişmediğini belirtiyor.
“Biz Nikaragua’daki feministler Sandinistler tarafından saptanmış politik öncelikler listesini değiştirmeye çalışıyoruz. Bu nedenle de politik olarak biz radikal, sekter ve ülke dışından görüşlerden etkilenmiş olarak görülüyoruz.”
Bunların tümü Sandinist devrimden sonraki tarihin ilk bölümüdür. Sandinistlerin, ABD destekli sağcılara karşı seçimi kaybetmeleri ve bir kadının (Chamorro) devlet başkanı olmasından sonra ülkede durum oldukça değişmiştir.
Kaybedilen seçimlerden sonra ülkede olanlar, kadınlar için iki kat daha kötü olmuştur. Kadınlar arasındaki işsizlik yüzde 70’e yükselmiştir. Çocuk yuvaları kapatılmıştır. Aynı şekilde kadınlar için çeşitli sağlık ve eğitim programları da kaldırılmıştır. Kilisenin etkinliğinin de artmasıyla birlikte, kadının, iyi bir anne ve eş olarak geleneksel rolüne yapılan vurgular artmıştır.
Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Devrimi yıllar önce veya yeni yapmış ülkelerde geriye dönüş olduğu zaman bundan özellikle etkilenen kadınlardır. Artan işsizlik, kadınların evlerine dönmesiyle bir oranda azaltılabilir diye düşünülmektedir. Geçinebilmek zorlaşmakta, çocuk yuvaları kapatılmakta ve ilk kaldırılan sosyal harcamalar da kadınlarla ilgili konularda olmaktadır.
Kapitalizme dönüş, erkek egemenliğinin artmasıyla birlikte gitmektedir. (Yeni devlet başkanı Nikaragua’da olduğu gibi bir kadın olsa dahi.)
1991 yılının 8 Mart’ında bir grup Nikaragua’lı kadın, Sandinistlere bağlı kadın örgütü AMNLAE’den çalışma anlayışı ve talepler yönünden farklılıklarını ilan ettiler ve “Yüzde 52” adıyla üç gün süren bir festival düzenlediler (Yüzde 52, Nikaragua’da kadınların nüfus içindeki oranıdır.) Bu festivalde taleplerini ve ne istediklerini ortaya koymaya çalıştılar.
Küba’da kadınların durumuyla ilgili bir değerlendirme, Yazın’ın önceki bir sayısında yer almıştı. (Bkz. Sayı: 54, Mart 1993). Küba’da devrimden sonra 34 yıl geçti. Bu süre içinde Küba kadınlarının durumu, eskisine göre olağanüstü iyileşti. Eğitim ve iş olanakları arttı. Doğal olarak toplumsal özgürlükleri de genişledi. Ama Küba yine de, ağırlıklı olarak bir “erkek ülkesi” olarak kaldı. Bu alanda yıllardan beri egemen olan gelenekler halen sürmektedir. Kübalı kadınlar bu durumun yalnızca ortalama erkeklerde değil, devrimci erkeklerde de kendini gösterdiğini söylüyorlar. Bu nedenle onlara “marksist-leninist” değil, “maçist-leninist” deniliyor.
Küba Kadınlar Federasyonu’ndan Carolina Aguliar, “feminizm sizin için ne anlam taşıyor?” sorusuna şu yanıtı veriyor:
“Federasyon kurulup kadınlarla birlikte çalışmaya başladıktan sonra, pratikle ilgili işler yoğundu. Feminizm terimini hiç kullanmadık. O zamanki çalışmalarımızda ülkenin ve devrimin savunulması acil önem taşıyordu. Biz kadınlar olarak yalnızca kadınların eğitim görmesini ve eşit haklara sahip olmalarını değil, politik sürece de aktif olarak katılmalarını da istiyorduk.
Birkaç yıl öncesine kadar feminizme karşı önyargılarımızın olduğu doğrudur; çünkü feminizm uluslararası bir olgu olarak görünüyordu ve çok farklı akımları barındırıyordu. Bugün bu kötümser dönem azçok aşılmıştır. Feminist hareketle çok iyi bağlarımız var. Şunu gerçekten söylemek gerekir ki, feminizm, kadın hareketinin teorisine önemli katkılar yapmıştır. Biz Kübalılar ise pratikte çalışık ve somut işler yaptık. Feminizmin yaptığı gibi bir teori geliştirmedik.”
“(…) Bizim feminizm terimine karşı önyargılardan kurtulmamız gerekiyor. Neden? Küba kadınlarının devrimden önceki tarihine baktığımız zaman, cinslerinin kurtuluşu için kavga vermiş ilk kadınların feminist olarak adlandırıldığını görürüz. Feminizmin temelinde ne bulunmaktadır? Kadın hakları için mücadele. Bu kelimeden korku duyulmaması gerektiğine inanıyorum. Yine de bu terim bizde kullanılmamaktadır.”
Küba’daki devrimci kadınlar arasında bu konuda farklı düşünceler vardır. Bir bölümü kendisini feminist olarak adlandırmakta, ama feminizmi Avrupa ve ABD’dekinden oldukça farklı anladığını belirtmektedir.
Sorun Nereden Kaynaklanıyor?
Neden sosyalizm kadınlar için daha iyi koşullar yaratamamıştır? Kadınlar için çok şey yapmış olmasına karşın bunu yaratamamıştır? Sorun büyük oranda kadını kurtuluşunu sağlayan koşulların ne olduğu konusunda yatmaktadır? Kadın iyi eğitim görmek olanaklarına kavuşunca, çalışabilince, erkeklerle eşit ücret alınca, çok sayıda çocuk yuvasının açılması sonucu kadının çocuklarına ayırdığı zaman azalınca; bütün bunlar gerçekleşince kadının kurtulacağı düşünülmüştür.
Bu sayılanların yapılmasının kadının toplumdaki konumu bakımından önemli bir gelişme olduğu, kadının hareket alanının olağanüstü genişleyeceği doğrudur. Ama yeterli olmamıştır. Sosyalist toplumlarda, kadının durumundaki tüm iyileşmeye karşın, büyük oranda “erkek toplumları“ olarak kalmışlardır.
Peru kadın hareketinden Gladys Acosta, “Kadın hakları: Tüm politik ideojilerdeki kör leke“ başlıklı yazısında, sorunun temelinde Marks ve Engels’in görüşlerinin yattığını belirtiyor.
Özellikle Engels tarafından kadının ezilmesinin ekonomik olarak ele alınması, bu boyutla sınırlandırılması kadının kurtuluşu konusunun eksik anlaşılmasını getirmektedir. Marksist teori toplumda kadının durumunun tam olarak anlaşılması için yeterli değildir, çünkü toplumdaki tüm sınıfları kesen “erkekçiliği“ ele almamaktadır. Ailedeki durumu sorgulamadan kadınların çalışmasını ve eğitim görmelerini sağlamak, kadının kurtuluşu için yeterli olmamaktadır. Kadının ev işlerini yaptığı, çocuklar ve gerekirse yaşlılarla ilgilendiği “ideal“ aile tablosu pek değişmeden gelecek kuşaklara aktarılmaktadır.
Nikaragua kadın hareketinden Sofia Montenegro, “Kadın Bakış Açısından Gelecek“ yazısında şunları belirtiyor:
“Feminizm tüm soldan oldukça daha fazla devrimcidir, özellikle solcu ve feminist olanlar için böyledir bu. Feminist düşüncenin temel sorunu, egemen sosyal ve kültürel ilişkileri değiştirmektir. Nikaragua’da biz reformcu değil devrimci bir feminizmi savunuyoruz. Heryerde, evde de, devrim. Yoksa birçok erkeğin sahip olduğu çifte ahlakla karşılaşmak durumundasınız. Devrimcidir ve cephede en öndedir, evde ise tam bir despottur ve kimse de buna tepki göstermez. Durum, biz ona karşı tepki göstermedikçe böyle sürüp gidecektir. Devrim, evlerimize de gelmelidir. Tersine olarak, insanlar toplumsal ve özel alanda tutumlarına sahipler ve devrim sanki sadece toplumsal alanda gerçekleşiyor gibi görülmektedir. Özel alanda biz kadınlar ezilmekteyiz. Feministler için özel olan politiktir ve yalnızca bu şekilde devrimin ve toplumun bölündüğü ve içine hapsedildiği bu çember kırılabilir.“
Nikaragua’daki devrimin neden bu konuda başarılı olamadığı konusundaki bir soruya ise; Nikaragua’daki devrimci hareketin büyük oranda maço karakterli olduğunu; her çeşit sınıf ayrıcalığına karşı savaşan erkeklerin yüreklerinin derinliklerinde erkek olarak ayrıcalıklarından vazgeçmeye hazır olmadıklarını belirterek yanıt vermektedir.
Bu kısa incelemenin sonunda bile, Latin Amerika’daki kadın hareketinin oldukça önemli iki özelliği saptanabilir:
İlk olarak; bu ülkelerdeki kadın hareketi (kendisini feminist olarak adlandırsın veya adlandırmasın), kadınların özgül sorunlarını, yaşanılan ülkenin sosyal sorunlarıyla birlikte ele almaktadır. Batı Avrupa ve ABD’deki çeşitli kadın hareketlerinde görüldüğü gibi; kadınların mevcut sosyo-ekonomik düzen tarafından ezilmesini atlamak, ya da bunu ikincil öneme sahip bir sorun olarak görmek söz konusu değildir.
İkincisi; Güney Amerika ve Karayipler’de iki devrim olmuştur: Küba ve Nikaragua devrimleri. Bu devrimler kadınlar için çok şey yapmış olmakla birlikte, kadınların toplumdaki genel durumunda köklü bir değişiklik yapamamışlardır. Toplumsal hayatta kadın okumuş, çalışıyor, erkekle aynı ücreti alıyor olsa da, yine erkeğe göre ikincil konumdadır.
Benzer bir pratik eski SSCB’de ve Doğu Avrupa ülkelerinde de yaşanmıştır ama, Latin Amerikalı kadının hemen yanında yaşanan pratikler kuşkusuz daha öğreticidir.
Bu olgu, Latin Amerikalı devrimci kadınların, sosyalist teorinin kadının kurtuluşu konusunda ortaya çıkan yetersizlikleri hakkında daha bilinçli olmasını sağlamıştır. Devrim gereklidir, kadının kurtuluşu için çok şey gerçekleştirir, ama yetmemektedir. Toplumda cinsler arasındaki ilişkiler değişmelidir ve bunun mücadelesi de hemen başlamalıdır. Devrim yalnız sosyo-ekonomik düzende değil, bu alanda da büyük değişim sağlamalıdır.
Bir Nikaragualı kadının sözleri kısaca herşeyi anlatmaktadır aslında: “Devrim, eve de gelmelidir.“