HDP Genel Başkan Yardımcısı Özgür Müftüoğlu, AKP’nin emekçilere yönelik politikalarının iş cinayetlerini, kötü çalışma koşullarını ve yoksulluğu artırdığına dikkat çekerek, “Artık eğitimsiz, düşük nitelikli çalışanlar değil; mühendis, akademisyen, doktor da benzer koşullarda çalışıyor” diye ekledi. 60 milyonun ücretli emekle geçindiğini belirten Müftüoğlu, Kürtlerin de ucuz iş gücü olarak kullanıldığını ifade etti.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkan Yardımcısı, Yrd. Doç. Dr. Özgür Müftüoğlu ile 1 Mayıs vesilesiyle işçi ve emekçilerin gündemini konuştuk.
ANF’den Ali Barış Kurt’a değerlendirme yapan, Yrd. Doç. Dr. Özgür Müftüoğlu, “çözüm süreci”nin Türkiye’deki emekçilerin sorunlarının görünür kılınmasına yardımcı olduğunu vurguladı: “2013 Newrozu ile başlayan barış sürecinin sonrasında, Türkiye’de demokrasi ve emekçilerin sorunları daha görünür hale geldi. Uzun yıllardır hep çatışma ortamı, emekçilerin temel sorunlarının üzerini de bir şekilde örtüyordu. Siyasi iktidarlar da bunu kullanıyordu. Ama süreçle birlikte sorunlar gün yüzüne çıkmaya başladı.”
“Her ay 100 işçi iş cinayetlerine uğruyor”
2013’ten beri iş cinayetlerinin çok fazla gündeme geldiğini ifade ederek, her ay ortalama 100 işçinin iş cinayetine uğradığına dikkat çeken Yrd. Doç. Dr. Müftüoğlu, bunların önlenebilir ölümler olduğunu, bu sebeple ‘cinayet’ denildiğini hatırlattı: “İş cinayetleri bir sonuç. Bunun etkenleri de giderek artıyor. Giderek çalışma koşulları ağırlaşıyor, esnek çalışma dediğimiz, güvencesizlik ile birlikte günde 12-13 saat çalışma süreleri geçerli olmaya başladı. Düşük ücretler var. Asgari ücret 900 lira ve emekçilerin büyük kısmı asgari ücretin altında; 500-500 liraya, sigortasız çalışıyor. Güvence meselesi çok önemli. İşten çıkartılması işverenin iki dudağı arasında olan işçi, kötü koşulları kabullenmek zorunda kalıyor. Uzun çalışma koşulları, riskli çalışma koşullarına rıza göstermek zorunda kalıyor ve bu birikimlerin sonucunda da fena halde yoksullaşan kesimler doğuyor. Hem 12 saat çalışıp hem de açlık sınırının altında yaşamak durumunda kalmaları, çocuk işçiliğini de artırıyor; çocuklarını çalıştırmak zorunda oluyorlar. Zaten ölen 100 işçiden 10 tanesi çocuk oluyor.”
Hepimiz eşitiz ama…
Yrd. Doç. Dr. Müftüoğlu artık eğitimli-eğitimsiz tüm çalışanların kötü koşullarda olduğuna değinerek, “Kadın emekçiler son derece kötü koşullarda, hem ev içinde kendilerine yüklenen sorumlulukla hem de ucuz iş gücü olarak çalıştırılıyor. Burada bir nokta önemli; artık eğitimsiz, düşük nitelikli çalışanlar değil; mühendis, akademisyen, doktor da benzer koşullarda çalışıyor. Eskiden eğitimsiz çalışanlar için bu geçerliydi, şimdi eğitim alanlar da aynı; onların da yaşamları risk altında ve ucuz, uzun çalışma bu kesimler için de geçerli” diye konuştu.
“55-60 milyon ücretli emekle geçiniyor”
Yrd. Doç. Dr. Müftüoğlu, “Kötü çalışma koşullarının, sözünü ettiğiniz şekilde yaygınlaşması, emek mücadelesinin yaygınlaşması açısından toplumun lehine bir sonuç doğurur mu” şeklindeki sorumuza ise şu yanıtı verdi:
“Aslında mücadele açısından baktığımızda, evet, lehimize. Giderek yaygınlaşan işçi sınıfı, çalışan kesim var. Beyaz yakalılar, plazada çalışanlar, mühendisler, doktorlar; hepsi proleterleştiler. Hepsi işsizlikle, yoksullukla karşılaşıyor ve sınıfın bireyi oluyorlar. Bu gücün mücadeleye aktarılması lazım. Ortak sorunları olan bu kesimler ortak mücadele yürütürse, iyi sonuçlar alırız.
Kentleşmeyle birlikte tarımdaki iş gücü de doğrudan işçi haline geliyor. Hem de tarımda mevsimlik işçilik, kendi toprağında ücretli çalışanlar ve haliyle tarımı da içine alan, kapsayan geniş emekçi kitlesi çıkıyor karşımıza. 76 milyonun, çocuklarıyla vs. baktığınızda 55-60 milyonu ücretli emekle geçinenler yani kendi emeğiyle geçinenler. Tulumunu giyip kendi marangoz dükkanında ya da bakkalında çalışanı da kastediyorum. Yüzde 80 kadar büyük bir nüfus. Karşımızdaki kitle çok geniş. ‘Emekçiler’ derken, toplumun küçük kısmını kapsamıyor; 17 milyon, 18 milyon emekçi gözüküyor ama genel gelirini buradan sağlayana baktığınızda nüfusun önemli kısmının işçi sınıfının parçası olduğunu görüyoruz. Bütün bu sorunlar bu kesimlerin hepsini kapsıyor.”
“Kürtler en kötü işlerin en ucuz kısmında çalıştırılıyor”
Türkiye’de emekçilerin mücadelesini bölmek için kapitalizmin ayrımcı politikalar da uyguladığını ifade eden Yrd. Doç. Dr. Müftüoğlu, kapitalist sistemin doğasında din, milliyet, cinsiyet gibi farklılıkları, emekçilerin birbiriyle rekabet etmesi için kullanmanın olduğunu dile getirerek, ekledi: “Rekabet ettirip daha ucuza çalıştırır… Son 10-15 yıl içinde bir akademisyen olarak da söylüyorum, üniversitelerde ve emek piyasalarında kadınlara yönelik ciddi ayrımcılık var. Yine Kürt emekçilere yönelik ayrımcılık söz konusu. Kürt nüfusun önemli kısmı kentlerde, batıda ve köyleri boşaltıldığı için, savaş sürecinde ekonomik faaliyet yürütemediği için batıda gelmek zorunda kaldı. Emeklerinden başka hiçbir şeyleri; malları, mülkleri yok. Karınlarını doyurmaya çalışıyorlar. Anadilde eğitim de almadıkları için Türkiye’deki diğer emekçilere göre nitelikleri daha düşük sayılıyor ve en kötü işlerin en ucuz kısmında çalıştırılıyorlar.”
Ortadoğu’daki savaşların da Türkiye’de ucuz iş gücünü artırdığına değinen Yrd. Doç. Dr. Müftüoğlu, Suriye’den gelenlerin kötü koşullarda çalıştırıldığını anımsattı.
“AKP sendikaları baskı altına alıyor, yardım mekanizması uyguluyor”
Yrd. Doç. Dr. Müftüoğlu, AKP döneminde esnek, kuralsız çalışmanın yasa haline geldiğini, hükümetin ‘yardım mekanizması’ ile toplumu muhtaç duruma getirdiğini kaydetti ve şu değerlendirmeleri yaptı: “Son 12 yıllık AKP döneminde esnek çalışma, kuralsız çalışmanın yasalar haline geldiğini görüyoruz. kamu çalışanları da aynı süreçlerle karşı karşıya geliyorlar. Son 12 yıl içinde emekçilerin sahip olduğu sosyal haklar da giderek geriye gitti. Sosyal güvenlik mesela; 65 yaşında emekli olunamıyor… Esnek çalışma koşullarında bu süreyi doldurmak mümkün değil. Emekçilerin gelecek güvencesi ellerinden alınmış. Sağlık hakkı yeterli düzeyde kullanılamıyor; özel hastanelerde ödemeler gerekiyor. Zaten yoksullaşmışlar, haliyle maliyetleri de artırıyor; sağlık, eğitim gibi. Bunları da düşününce yoksullaşma giderek artıyor.
Bu yoksulluk beraberinde de muhtaç olmayı getirdi. Hakları ortadan kalkınca yardıma da muhtaç duruma geliyorlar; bu da büyük ölçüde AKP’nin inanç temelli sosyal politika dediğimiz uygulamalarını ön plana çıkarıyor. Sendikaların baskı altında olması ve inanç temelinde gelen yardım mekanizması üzerinden gelen anlayış doğuyor. Son seçimlerde de bütün olumsuz politikalarına rağmen biat kültürüyle oylarını korudu. Yardım kalkarsa yaşam hakları, sosyal haklar ortadan kalkacakmış gibi bir algı yaratılıyor.”
Sendikalar ne durumda?
Özellikle 1980’den sonra anayasa ve çıkarılan yasalarla sendikal mücadelenin baskı altına alındığını, sendikaların emekçilerden kopartılıp ‘bürokratik bir mekanizma’ya dönüştürüldüğünü ifade eden Yrd. Doç. Dr. Müftüoğlu, şöyle devam etti: “Hem baskılar hem de bürokratikleşmeleri, sendikaları emekçiler için güven duyabilecekleri bir kurum, mekanizma olmaktan çıkardı, tabii istisnalar var… Ama sendikalar büyük ölçüde geniş emekçi kesimlerin hakları için değil; kendi üyelerinin ücretleri için mücadele ediyorlar. Mesela taşeron işçiler konusunda bile söz söylemeyen, onların haklarını korumayan sendikalar var. Özellikle örgütsüz, bütün emekçi kesimlerin sınıf öncüsü yok.
HDP olarak, her şeyden önce tüm Türkiye’deki ezilen, kimliği yok sayılan, sömürülen kesimleri iktidara taşıma hedefindeyiz. Sendikalar sınıfın bir mücadele aracıdır ama partiler de sınıfın mücadele aracıdır. HDP olarak kenarda durup seyredecek değiliz; bir parçası olacağız. Sendikalardaki bu tarif ettiğimiz sorunların çözümünü ön plana getirmek, bürokratikleşmiş yapıyı yıkmak gerekiyor. Partimizin Emek Komisyonu olarak da emeğin yeniden yapılandırılması gibi çalışmalarımız var. DİSK’in, KESK’in genel kurul süreçlerinde de hayata geçirmeye çalışıyoruz. Sendikalarda örgütlenemeyen güvencesiz kesimlerin de sesi olma iddiasındayız. Emekçilerin tüm sorunlarını, taşeronların, mevsimlik işçilerin, çocuk işçilerin de temel sorunu olarak kabul ediyor ve bunlar için de hep çözüm üretmek hem de mücadelelerini yükseltmek için çalışıyoruz.”
Yrd. Doç. Dr. Müftüoğlu, HDP olarak sınıf örgütlenmesinde henüz başlangıç durumunda olduklarını söyleyerek, “İşçi sınıfı maalesef birbirine de düşmanlaştırıldı. Büyük bir milliyetçilik hakim. Bu engel ama kısa dönemli bir engel; bunu aşmaya çalışacağız. Milliyetçiliğin işçi sınıfının en büyük engeli olduğunu, Kürt halkının sorunlarıyla ortaklaşmanın ortak kurtuluşu sağlayacağını anlatacağız. En önemli açılımımız budur” dedi.
“Kentler finans sektörünün merkezi haline getiriliyor”
HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Özgür Müftüoğlu son olarak ‘Taksim’ tartışmasını yorumlayarak, HDP’nin yaklaşımını şöyle aktardı: “1 Mayıs küreselleşmenin, küresel sömürünün yükseldiği dönemde çok anlamlıdır. Her bir iş yerinde aslında 1 Mayıs örgütlenmesi gerekir. Yerelleri de 1 Mayıs alanı haline çevirmek lazım. Fakat burada şu hale geldi; kentler ve kentlerin merkezlerinden emekçiler süpürülmeye çalışılıyor. Kentsel dönüşümle kentlerden de uzaklaştırılmaya çalışılıyor ve kentler finans sektörünün merkezi haline getirilmek isteniyor. Taksim’in, ’77deki katliam dolayısıyla manevi özelliği de vardır ama onunla birlikte kent meydanlarında, kentlerde isyanının yükseltilmesine engel olunamaz. Bu biraz siyasi iktidarın tavrına da bir cevaptır. Yoksa 1 Mayıs’ı bu kadar saydığımız sorun varken Taksim’e kilitlemek değil mesele… Kentleri artık marka geline getirip satmaya çalışıyorlar; kongre merkezleri vs. Oysa kentler bizim birlikte mücadele yürüteceğimiz alanlardır. Bu nedenden dolayı inatlaşmaya döndü ama 1 Mayıs’a Türkiye’nin genelindeki sorunları gözardı etmeyen yaklaşım içinde olmalıyız.
1 Mayıs’a hazırlanırken HDP olarak faaliyetlerimizi yürüttük, yürütüyoruz. Bütün alanlarda afiş çalışmaları yaptık, stantlar açarak emekçilere dönük politikamızı emekçilerle paylaştık. Yine sendikalarla, sınıfın gerçek örgütleriyle birlikte bu alanlarda olacağız. Karşımıza ne çıkar bilemeyiz ama biz en barışçıl tavrımızla alanda olacağız.”
Bu yazı ANF’den alınmıştır.