HDK’nin Emek Komisyonu’nun 1 Mayıs 2014 eylemlilikleri için yaptığı hazırlık toplantısında alınan öneri kararlarından hareketle “toplumsal barış” ile “ulusal barış” arasındaki ilişki ve fark üzerine kısa bir değerlendirmeyi gerekli görmekteyim.
Toplantı sonuçlarındaki ilgili cümle şöyle: “Materyallerde tamamen emek vurgusunu öne çıkartan afişlerin yanı sıra, toplumsal barış, Suriye ile savaş, doğa katliamları gibi konuları emekçilerle de ilişkilendiren afişlerin hazırlanması”.
Görüldüğü gibi alıntı yaptığım cümleden; toplumsal barışın doğrudan emekçilerin konusu olmadığı, ama emekçileri de ilgilendiren bir konu olduğu anlamını çıkarmak haksızlık olmaz. Çünkü burada kullanılan “toplumsal barış” kavramıyla Kürt sorununun barışçı çözümüne gönderme yapılmaktadır. Durum bu olunca Kürt sorununun barışçıl çözümüyle sağlanacak ”toplumsal barışın” emekçileri de ilgilendirdiğini anlatma ihtiyacı ifade edilmektedir. (Kürt sorununun demokratik çözümü ile sağlanacak sonucun adı ne olursa olsun emekçileri doğrudan ilgilendirdiği açıktır ama tartışmamız bu değil.) Konumuz “toplumsal barış“ kavramının içeriği.
Soyut bir savaş kavramı da, barış kavramı da pratikte tam olarak anlaşılır bir karşılık bulmaz. En genel anlamıyla, savaş en az iki tarafın birbiriyle mücadele içinde olması durumudur. (“Her mücadele savaş değildir” vb tartışmalara girmeyi anlamlı bulmuyorum.) Dar anlamıyla savaş ise bu mücadelenin silahla sürdürülmesi durumudur. Bu tarafların kim/kimler olduğuna göre savaş kavramı somut bir anlama kavuşur. Emperyalistler arası bir savaş “emperyalist paylaşım savaşı” olarak tanımlanırken, ezilen ulusların egemen uluslara karşı savaşımı “ulusal kurtuluş savaşları” ve işçi sınıfı başta olmak üzere sömürülen sınıfların, sömüren egemen sınıflara karşı savaşımı ise “sınıf savaşı” kavramlarında anlam bulur.
Savaşta olduğu gibi barışta da, en az iki taraf vardır ve barış bu tarafların aralarında vardıkları bir mutabakattır. Burada tarafların kimler olduğu, mutabakatın içeriği ve düzeyini, dolayısıyla barış kavramının somut kavramlaştırmasını belirler. Ezilen ulusların egemen uluslarla yaptıkları barış “ulusal barış” olurken, sömürülen sınıfların egemen sınıflarla barış yapmaları mümkün değildir. Ezilen sınıfların egemen sınıflarla barış yapmaları ancak sömürülen-sömüren ilişkisinin dolayısıyla egemen sınıfların egemenliklerinin ortadan kaldırılmasıyla olur. Bunun anlamı sömüren sınıfların ortadan kaldırılmasıdır ki, egemenlik olmadan sömürme ve sömüren/egemen sınıf olmaz. Dolayısıyla sömürülen ve ezilen sınıfların mücadelesinin başarısı sonucu, egemen ve sömüren sınıfların alaşağı edilmesiyle toplumsal barış sağlanır. Görüldüğü gibi, farklı ulusların barış içinde eşit ve demokratik bir ilişki içinde birlikte yaşayabilmeleri mümkündür. Ancak farklı sömüren ve sömürülen sınıfların eşit koşullarda ortak bir toplumsal form içinde yaşamaları mümkün değildir.
Bilindiği gibi, sosyalist hareket içinde bazı yapılar “Kürt sorununun demokratik barışçı siyasal çözümü” karşısında “ne barışı, barış işçi sınıfının zaferiyle gelir bunun için de sınıf savaşımı gerekir, burjuvaziyle barış olmaz” tarzında karşı çıkış içindedirler. Bu karşı çıkışın ayrıntılı bir eleştirisinin yeri bu kısa notlar değildir. Ancak şu kadarını belirmek gerekir ki, bu karşı çıkışta ulusal kurtuluş mücadelesi ile sınıf savaşını, dolayısıyla ulusların barışı ile toplumsal barış arasındaki farkı göz ardı etmenin de payı vardır. Yine bu farkı göz ardı etmelerinde HDK’nin metninde olduğu gibi, Kürt sorununun demokratik çözümünün toplumsal barışı sağlayacağı tespitlerinin yapılmasının da payı büyüktür. Sınıf savaşımını göz ardı ederek, sömüren ve sömürülen sınıfların toplamından oluşan bir toplumda “toplumsal barıştan” söz etmek bizim işimiz olmamalıdır diye düşünüyorum.
Konu kapsamlıdır ve bu bir not düşme yazısı olduğu için bu kadarı yeterlidir.