Ebola salgını neden önlenemedi, nasıl önlenebilir? – Uğur Erözkan

ebola-8787

 

Bu Makale Bilim ve Gelecek dergisinin Eylül 2014 sayısından alınmıştır.

6 Aralık 2013’te Gine’nin güneyinde, Liberya ve Sierra Leone sınırlarına yakın bir köy olan Guéckédou’da 2 yaşında bir erkek çocuğu birkaç gün süren yüksek ateş, kusma ve ishal şikêyetlerinin ardından yaşamını yitirdi. Bir hafta sonra çocuğun annesi, onun ardından da 3 yaşındaki kız kardeşi ve büyükannesi öldü. Hepsinde aynı semptomlar gözlenmişti. Yüksek ateş, kusma ve ishalle başlayan bu hastalık çok kısa sürede birkaç düzine insanın ölümüne neden oldu.

İnsanları öldüren virüsün Ebola olduğunu doktorlar Mart ayında keşfettiler. Ancak hastalık çoktan Gine, Liberya ve Sierra Leone’de yayılmıştı. Hastalığın ortaya çıktığı bölge olan Guéckédou’da görev yapan bir doktor, salgının sağlık personeli dahil herkeste büyük bir korkuya neden olduğunu, doktorları ve sağlık personelini çalışmaları için ikna etmekte zorlandığını ifade ediyor.

Hastalıkla mücadele etmek için bölgeye Mart ayının sonunda ulaşan Sınır Tanımayan Doktorlar örgütü, salgını “eşi görülmemiş” olarak niteledi. Dünya Sağlık Örgütü ise, çok geniş bir alana yayılmış olması ve onlarca ayrı noktada hastalığın etkili olması nedeniyle salgına müdahale etmenin çok zor olduğunu ifade ediyor. Ebola’nın Gine’de ilk kez görüldüğü tarihten bu yana geçen 8 ayda salgının yayılma hızı, etkilediği alanın genişliği ve neden olduğu ölümleri göz önüne alırsak, hastalığın ilk kez ortaya çıktığı 1976’dan bu yana görülen en kötü salgınla karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. Epidemiyologlar (hastalıkların yayılışı ve salgınlarla ilgilenen biliminsanı) salgının aylar sürebileceğini söylüyor. 

Salgını tetikleyen nedenler

Peki, bu kadar yaygın ve şiddetli bir Ebola salgınının ortaya çıkmasının nedenleri neler? Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda görevli Prof. Dr. Mehmet Zencir, bu sorunun ekolojik ve sosyal-siyasal-kültürel nedenleri olduğunu söylüyor. Zencir, Ebola salgınını tetikleyen nedenleri şöyle sıralıyor(1):

– Ormansızlaştırma politikaları.

– Sert ve uzun süreli kuraklık.

– İç savaş (Sierra Leone, Liberya).

– Yoksulluk.

– Sağlık hizmetlerinde tahribat ve yetersizlikler.

– Hükümete, kamu görevlilerine ve uluslararası kurumlara olan güvensizlik.

– Salgının hafife alınması, ulusal ve uluslararası düzeyde gecikmiş ve etkin olmayan kontrol önlemleri.

Salgının Gine’de ortaya çıktığı Sierra Leone ve Liberya sınırları arasında kalan bölge, bu ülkelerde uzun süredir yaşanan iç savaştan kaçan insanların yerleştiği bir kesişimi oluşturuyor. Ormanlık alanın yeni yerleşimler için sürekli olarak tahrip edildiği bölgede vahşi hayvanların yaşam alanlarına müdahale edilmesinin insanlarla diğer primatlar arasındaki etkileşimi artırdığı, salgının ortaya çıkmasında bunun etkili olduğu düşünülüyor.

Ekolojik dengenin bozulmasının yanı sıra ortaya çıkan Ebola salgınıyla mücadele konusunda ciddi bir engel de bulunuyor. Gine, Liberya ve Sierra Leone dünyanın en yoksul ülkeleri arasında yer alıyor. İnsani kalkınma indeksine göre 185 ülke arasında Gine 178., Sierra Leone 177. ve Liberya 174. sırada bulunuyor. Salgınla mücadele etmek için ne yeterli para kaynakları ne de sağlık personeli ve ekipmanları var. 20 Ağustos itibariyle salgının en yoğun olarak görüldüğü ülkelerde rakamlar korkutucu boyutlara ulaştı: Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, Ebola salgınında Liberya’da 576, Gine’de 396, Sierra Leone’de 374 kişi hayatını kaybetti. Ebola’nın görülmeye başladığı bir diğer ülke olan Nijerya’da ise şimdiye kadar 4 kişinin öldüğü biliniyor. 

Yoksul ülkeler kendi kaderine terk edildi

Salgının Afrika’nın yoksul ülkelerinde yayılmasının önüne geçilememesinin asıl nedeni ise kaynakları Ebola ile mücadele etmeye imkân veren ülkelerin uyguladığı sağlık politikaları. Ebola salgınına karşı alınan temel önlem hastalığın yayıldığı ülke ve bölgeleri tecrit etmekten ibaret. Gelişmiş ülkeler uzun süreli bir sağlık yatırımı ya da araştırma bütçeleri yerine salgınlardan etkilenen ülkelere ekonomik yardım yapmayı tercih ediyor. Başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin her birinin, salgının kendi ülkelerine sıçraması halinde uygulanacak eylem planları rezervde tutuluyor. Bunun en çarpıcı örneği geçtiğimiz günlerde yaşandı.

Cornell Üniversitesi Weill Tıp Fakültesi’nden Doç. Dr. Zeynep Hülya Gümüş, ABD’de yaşanan Ebola krizini şu sözlerle aktarıyor:

“Ebola salgınının medyada ilk zirve yaptığı günlerde New York’taki Mount Sinai (Musa Dağı) Hastanesi’nde Ebola alarmı verilmesi hem New York hem de ABD kamuoyunu salladı. Batı Afrika’dan özel ambulanslar ile kurtarılan ve karantina altında tedavi edilen iki ABD’li sağlık görevlisinin dışında, bu ilk ABD’li Ebola vakası olacaktı. Genellikle Afrika ve Güney Amerika kökenlilerin yaşadığı Harlem’e komşu olan hastaneye çok yakın zamanda Batı Afrika’dan dönen ve hem yüksek ateş hem de mide rahatsızlığı semptomları gösteren bir hasta gelmişti. Hasta gelir gelmez bulaşıcı hastalık kurulu devreye girmiş, gelişinden yedi dakika içerisinde karantinaya alınmış, alınan numuneler de Ebola virüsü testi için ABD Hastalık Kontrol Merkezi’ne (U. S. Centers for Disease Control and Prevention) gönderilmişti. Testlerin sonucunun anlaşılması için geçen iki günlük sürede Mount Sinai civarı tamamen bir medya karnavalına döndü. Bu esnada biz de canlı olarak TRT Türk Küresel Bakış programına bağlanıp Ebola krizini konuştuk. Hasta üç gün karantinada tedavi edildi. Ebola virüsü taşımadığı kesinleşince sessizce taburcu edildi. Hastanın kimliği açıklanmadı ve basına sızdırılmadı. Batı Afrika’dan özel ambulans ile kurtarılan diğer iki sağlık görevlisi ise insanlar üzerinde ilk defa denenen ilaç kokteyli ZMapp ile tedavi edildiler. Şu anda tamamen iyileşmiş durumdalar ve onlar da taburcu edildiler. Bu iki örnek de gösteriyor ki ABD’nin ileri teknoloji merkezleri Ebola türü bir bulaşıcı virüs ile savaşmaya hazırlıklıydı.”

Gelişmiş ülkelerin, ellerinde imkân olmasına rağmen yoksul ülkelerde yaşanan salgına müdahale etmemelerinin temel nedeni, bunun “kârlı” bir iş olmaması. ABD’deki Teksas Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden virolog (virüsbilimci) Thomas Geisbert Scientific American dergisine yaptığı açıklama çarpıcı:

“İnsan çalışmaları konusunda yatırım arıyoruz … ancak bu, aşı geliştiren küçük firmaların ekonomik durumuna bağlı. İnsan çalışmaları pahalı ve çok büyük devlet yardımı gerektiriyor. Ebola açısından, küçük bir küresel pazar bulunuyor – büyük ilaç şirketlerini Ebola aşısına özendirecek bir sebep yok dolayısıyla devlet fonuna ihtiyaç duyuyor.”(2)

Üstelik Ebola, bu konuda tekil bir örnek değil. Zencir’in aktardığına göre, erken ölüm ve sakatlıkların yüzde 10’undan fazlasının tropik hastalıklar nedeniyle gerçekleşmesine karşın 1975-2004 arasında bulunan ilaçların yüzde 1’inden azı tropik hastalıklarla ilgili.

Sonuç olarak, yaklaşık 40 yıldır bilinen ve gelişmiş ülkelerin elinde ölümleri asgari düzeye indirebilecek aşıların olduğu bir hastalık nedeniyle Afrika’da binlerce insan yaşamını yitirdi. Bu durum, yoksul ülkelerin kendi kaderine terk edildiğinin en somut göstergesi olarak karşımızda duruyor.

 

Ebola virüsü nedir, nasıl yayılıyor ve alınabilecek önlemler nelerdir? 

The Naked Scientists adlı internet sitesi, Ebola’nın nasıl bir virüs olduğuna, nasıl yayıldığına, tedavisinin mümkün olup olmadığına, bir aşı geliştirilmesi konusunda insanlığın hangi aşamada olduğuna ilişkin bir dizi merak edilen soruyu Cambridge Üniversitesi’nden Chris Smith’e sordu. 4 Ağustos tarihinde yayınlanan söyleşiyi sizler için çevirdik.

- Ebola tam olarak nedir? Nereden geldi ve Ebola’yı durdurmak için ne yapabiliriz? Sen bir virolog olarak bize Ebola’ya neyin neden olduğunu söyleyebilir misin?

– Ebola bir virüs. Filovirus olarak adlandırıyoruz, mikroskopta bakıldığında çok ince bir saman çöpü ya da çubuk gibi gözüken; çoğunlukla eğilip bükülen ve kendi kendini dolaştıran ya da bazen kendi kendine 8 şeklinde düğümler atan yapıda bir virüs. Aşağı yukarı 18 nanometre uzunluğunda; ki bu ölçü, bir milimetrenin 80 milyonda bir genişliğine ve yaklaşık binde bir uzunluğuna denk geliyor. Vücut sıvıları aracılığıyla yayılıyorlar; ancak zaman zaman hava yoluyla da yayılabilecekleri düşünülüyor. “Ebola vücut sıvılarıyla yayılıyorsa sağlık görevlileri neden maske kullanıyor? Virüsün hava yoluyla da yayılma olasılığı olduğunu mu düşünüyorsunuz?” şeklinde bir soru gelmişti. Evet, bunu düşünüyoruz. Ayrıca bir insanda Ebola virüsü varsa vücudunun tamamından bu enfeksiyonun bulaşma olasılığı var demektir. Ebola hastaları yaralandıklarında, iğneyle kan verdiklerinde, herhangi başka bir sıvı örneği verdiklerinde, ishal olduklarında; kısacası vücut sıvılarının herhangi bir nedenle havaya temas ettiğinde çevrelerindeki insanlara hastalığı bulaştırma olasılığı bulunuyor.

–  Ebolayı bu kadar ölümcül yapan nedir?

– Ebola ilk olarak insanlarda ortaya çıkmış olan bir enfeksiyon değil, meyve yarasalarına özgü bir enfeksiyon. Bunu 2005 yılında Eric Leroy adlı bir biliminsanının yaptığı saha araştırması sayesinde öğrendik. Leroy, insanlardan başka hastalıktan etkilenen ve kitlesel ölümlerin gözlendiği büyük maymunların Afrika’da etkileşim halinde olduğu bütün hayvanlar üzerinde yaptığı araştırma sonucunda bu bilgiye erişmeyi başardı. Bu araştırmalar sırasında biliminsanları, meyve yarasaları üzerinde yaptıkları incelemelerde hem Ebola virüsüne hem de virüsün genetik materyallerine rastladılar. Bu da yarasaların Ebola virüsünden hem etkilendiklerini hem de bu virüsün olası taşıyıcısı olduklarını gösteriyor. Öyle gözüküyor ki yarasalar ya doğrudan ya da başka hayvanlar aracılığıyla virüsü insanlara bulaştırmış ve bir salgının ortaya çıkmasına neden olmuşlar.

Bu, Ebolanın yarasalar için o kadar da ölümcül bir hastalık olmadığı anlamına mı geliyor?

– Evet ve bu durum virüsün insanlar için çok tehlikeli olmasının asıl nedenlerinden biri. Çünkü virüs bir yarasanın vücudunda yaşayabilecek şekilde evrimleşiyor. Eğer virüs konağının çabucak ölmesine neden olursa, bu onun başkalarını etkileme şansını azaltır. Ancak konak, virüsü taşıyacak fakat ölmeyecek şekilde yaşamaya devam ederse virüsün yayılması hızlanır. Ancak bir yarasanın bağışıklık sistemi ve vücudu bir insanınkinden oldukça farklıdır. Her iki tür de memeli olmasına rağmen birbirlerine pek benzemiyorlar. Virüs, yarasanın bağışıklık sistemini aldatabilmeyi başarmış; fakat bir insanın vücuduna girdiğinde muazzam büyüklükte bir mücadele başlıyor ve virüs insanın bağışıklık sistemini tam anlamıyla ele geçiriyor. Dendritik hücrelere(1) saldırıyor, bu hücrelerin içerisinde büyüyor fakat aynı zamanda bağışıklık sistemine, sistemin kendisini yok etmesine neden olacak kadar büyük miktarlarda kimyasal salgılatıyor. Aynı zamanda hastalıklarla savaşan birinci derecede savunma mekanizmamızı oluşturan akyuvar hücrelerinin -lenfositler- kendilerini yok etmesine neden oluyor. Bu nedenle virüs vücudumuza girdiğinde bağışıklık sistemini büyük ölçüde zayıflatıyor ve ortaya çıkan iltihaplı kimyasallar nedeniyle vücudun bir tür şok geçirmesine neden oluyor.

Yani vücudumuzun kendi kendisine zarar vermesine neden oluyor. Buna karşı herhangi bir tedavi yok mu?

– Şu anda yok, en büyük problem de bu zaten. İnsanlara önerebildiğimiz tek şey destekleyici terapi. Bu da aslında kullanabildiğimiz her türlü araçla iflas etmekte olan organları ayakta tutabilmek için desteklemekten başka bir şey değil. Hastalara yeterli miktarda sıvı vermeye, yeterli miktarda kaloriyle beslemeye, tansiyonlarını normal değerlerde tutmaya çalışıyoruz. Bunun yanı sıra pıhtılaşma sorunuyla da mücadele etmemiz gerekiyor; çünkü hastaların karşı karşıya kaldıkları şok durumu pıhtılaşmama faktörünü de gündeme getiriyor. Sonuç olarak yüksek bir kanama riski söz konusu oluyor. Ebola’nın son aşamaya geldiğinin belirtilerinden biri hastaların bütün açıklıklarından kan boşalmaya başlaması. Gözlerinden bile kan geldiği görülebiliyor. Bu nedenle, kesin tedavi için bir aşı üretilene kadar destekleyici tedavi Ebola tedavisinin temelini oluşturmaya devam edecek.

Bir sonraki sorum da bu olacaktı. Bir aşıdan söz ediliyor. İşe yarayacak bir aşı üretmeye ne kadar yakınız?

– Bazı deneyler yapıldı ve içlerinde Amerika Birleşik Devletleri’nin de olduğu bir dizi ülke Ebola’nın protein katmanı üzerinde çeşitli çalışmalar yaptı. Geni, nezleye yol açan bir zararsız adenovirüse(2)  naklettiler. Bunun ardındaki fikir şuydu: Birine genetiği değiştirilmiş bir virüs bulaştırıyorsun, nezle virüsü çoğalırken bağışıklık sistemine de Ebola’nın neye benzediğini gösteriyor, bağışıklık sistemi de güvenli bir şekilde Ebola’ya karşı antikorlar üretmeye başlıyor. Eğer bunu yapıp bağışıklık sisteminin virüsü ele geçirmesini sağlayabilirsen vücudu Ebola’ya karşı korumayı başarabilirsin.

Peki, bu insanlara yardım etmeye başlamak için ne kadar uzaklıkta?

– Aslında bu araştırma şimdiye kadar öncelikli olarak yürütülmüş olan bir araştırma değil; çünkü bu aşıyı yapabilecek paraya ve iradeye sahip olan ülkeler için Ebola bu zamana değin bir tehdit oluşturmuyordu. Bu son salgın, Ebola 1976’da ilk kez görüldüğünden bu yana, son 40 yılın en büyük salgını. Fakat şu anda 700’den fazla insanın öldüğü ve 1200’den fazla insana hastalığın bulaştığı(3) ve virüsün havaalanlarından vs. batıdaki ülkelere yayılma tehlikesinin olduğu bir durumla karşı karşıyayız. Batılı ülkeler ani bir kararla bu sorunla ilgilenmeye başladılar ve Ebola araştırmasını öncelikli olarak ele almaya başladılar. Belki bu sayede bir aşının geliştirilmesi konusunda başarı sağlanabilir.

Ebola’nın İngiltere’de yayılmaya başlama tehlikesi ihtimali nedir?

– Şu anda riskin çok düşük olduğunu düşünüyorum. Hemen endişelenmemizi gerektirecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Ancak gerçek şu ki milyonlarca uçak yolculuğu yapılıyor ve insanlar sürekli uçaklarla seyahat ediyorlar. Bunun bir sonucu olarak ülkeler arası geçişler çok hızlı hale gelmiş durumda ve Ebola’nın kuluçka dönemi ise üç haftaya kadar çıkabiliyor. Bu nedenle şöyle bir senaryo pekâlâ mümkün: Virüsün bulaştığı ancak hastalığın semptomlarını göstermeyen, kuluçka evresinde olduğu bir insan bir ülkeden diğerine, diyelim ki bir batılı ülkeye gidebilir ve burada hastalığın etkileri ortaya çıkıp insanlara virüs bulaştırabilir. Bu şekilde bir salgının yayılması olasılığı var. Bu nedenle hükümetler olası bir salgın halinde bunun yayılmasını nasıl engelleyeceklerine ilişkin çeşitli senaryolar üzerinde çalışıyorlar.

Dipnotlar

1) Mehmet Zencir. Ebola salgınını tetikleyen ekolojik-sosyopolitik nedenler. https://siyasihaber.org/yazilar/ebola-salginini-tetikleyen-ekolojik-sosyopolitik-nedenler-mehmet-zencir

2) Ebola salgını ve denek olarak kullanılan halklar. http://haber.sol.org.tr/bilim-teknoloji/ebola-salgini-ve-denek-olarak-kullanilan-halklar-haberi-95822 

Kaynaklar

1) Tracing Ebola’s Breakout to an African 2-Year-Old. http://www.nytimes.com/2014/08/10/world/africa/tracing-ebolas-breakout-to-an-african-2-year-old.html?ref=science&_r=4&referrer

2) Using experimental drugs and vaccines against Ebola is ethical, WHO panel says. http://news.sciencemag.org/africa/2014/08/using-experimental-drugs-and-vaccines-against-ebola-ethical-who-panel-says

3) Two Ebola patients in the US have been cured. http://sciencealert.com.au/news/20142208-26053.html

Çeviri dipnotlar

1) Dendritik hücreler memelilerin bağışıklık sistemini oluşturan immün hücrelerden biridir. Bu hücrelerin ana işlevi antijenleri işlemek ve immün sistemin diğer hücrelerine yüzeyinden sunmaktır.

2) Adenovirüsler, solunum yolları, göz, sindirim sistemi ve idrar yollarının zarlarını ve mukozalarını etkileyen çok zararlı olmayan bir virüs grubudur.

3) Söyleşinin yapıldığı 4 Ağustos tarihinde açıklanmış olan resmi rakamlar bu şekildeydi. 18 Ağustos’ta yayınlanan sayı ise 2473 kişinin hastalığa yakalandığını ve 1350’sinin yaşamını yitirdiğini gösteriyor. 

Çeviri kaynak

Chris Smith ile söyleşi, The Naked Scientists.

* Bilim ve Gelecek dergisinin eylül ayında çıkan 127. sayısı.

Yoruma kapalı