Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK), düzenlediği Demokratik Ekonomi Konferansı 8-9 Kasım tarihlerinde Van’da gerçekleşti. Konferansın ilk günü; ‘Enerji-Su ve Madencilik’, ‘Tarım-Hayvancılık ve Köye Dönüşler’, ‘Endüstriyel Üretim, Eko Endüstrinin Boyutları- Ticaret, Finans ve Toplumsal Pazar’ başlıklarıyla hazırlanan çalıştay rapor taslakları delegelerin eleştiri, öneri ve katkılarına açıldı. İlk gün Ticaret Sanayi Odaları (TSO) temsilcilerinden, sendika, oda ve emek örgütlerine, belediye temsilcilerinden akademisyenlere kadar 233 delege tartışmalara katıldı. Konferansın ele aldığı konuların genişliği, bütün tartışmaları ve sonuç bildirgesinde yer alan maddeleri bu yazı kapsamında ele almamız mümkün değil. Ancak DTK’nın bir sonuç bildirgesiyle açıkladığı ekonomi alanındaki kararlar daha geniş bir tartışmayı ve eleştiriyi hak ediyor
Konferansta sermayeyi temsilen Van, Urfa ve Diyarbakır TSO başkanları art arda söz alarak kendi sınıflarının taleplerini dile getirdiler. Konferanstan beklentilerini ise Diyarbakır TSO temsilcisinin okuduğu taleplerle ilettiler. İlk gün için emek, sendika ve köylü temsilcilerinin TSO temsilcileri kadar örgütlü olduğunu ve taleplerini net olarak ortaya koyduğunu söylemek güç. Konferansın kapitalizm eleştirisi ve halk yararını önceleyen ‘genel havası’ bu gerçeği değiştirmiyor. Kapitalizmin Kürdistan’ın talanına, yer altı ve yer üstü kaynaklarını yağmalamasına ve emek üzerinde azgın sömürü uygulamalarına eleştiri ve atıflar olsa da, DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek’in ‘Kürdistan’ın demokratik ekolojik paradigmayı benimseyen her sermaye yatırımına açık’ olduğunu ifade etmesi ve Kürt sermayedarları Kürdistan’a yatırıma davet etmesi gerçeği de orta yerde duruyor. Dolayısıyla konferans platformu ve sonuçlarının Kürdistan İşçi Sınıfı açısından ele alınmaya, hakkıyla geniş kapsamlı, derinlemesine bir tartışma yürütmeye ihtiyaç var.
Biz Cam Keramik İş Sendikası olarak Diyarbakır Tuğla işçileri içinde sürdürdüğümüz fiili sendikacılık deneyimlerimiz ışığında daha çok Kürt halkının bu gün özerklik talebiyle cisimleşen özgürlük mücadelesi ile Kürt işçi ve emekçilerinin yakıcı ekonomik talepleri arasındaki bağı kurmaya çalışacağız. Konferansta dile getirdiğimiz görüşlerimizi açmaya çalışacağız.
ÖZERKLİK, KAYNAKLARDAN PAY VE KÖYLÜ EYLEMLERİ
‘Enerji-Su Madencilik’ başlığında daha çok yerel yönetimlerin bölgedeki maden ve enerji kaynağı gelirlerinden pay alması talebi öne çıktı. Bu talebi yaz aylarında Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanı Gültan Kışanak ilk kez dillendirdiğinde halk içerisinde özerklik talebinin daha somut bir şekilde anlaşılmasına vesile oldu ve Türkiye genelinde de yankı buldu. Ancak Kışanak’ın bu demecinin tartışıldığı aynı günlerde Diyarbakır, Urfa ve Mardin’de köylülerin polisle çatışmayı göze alan ‘elektrik kesintisi protestoları’ dalga dalga yayıldı ve Kızltepe günlere yayılan ve adeta serhildan havasında süren eylemlere sahne oldu. Köylüler, Türkiye elektriğini üreten bir coğrafyada yaşamalarına rağmen ‘enerji’ kaleminin tarımsal faaliyetlerindeki maliyetine ve DEDAŞ’ın uygulamalarına isyan ettiler. Tam da Kışanak’ın dillendirdiği talep yaz aylarındaki Kürt köylüsünün geniş çaplı ‘elektrik’ protestolarının taleplerine denk düşüyordu. Buna rağmen sendikalar, emek örgütleri, DTK, siyasi partiler bu önemli gelişmeyi o dönem ıskaladı.
SUYUN BAŞINI KİM TUTACAK?
DTK Ekonomi Konferansında da böyle oldu. Sadece bu konuda değil, ‘Su Hakkı’ konusunda da çalıştay raporu ve sonuç bildirgesinde orta ve uzun vadede iyi niyetli ve halkçı kararlar alındı ancak GAP kapsamında AKP’nin inşa ettiği ve 3.5 milyon kişiye istihdam sağlayacağını öne sürdüğü tarımsal su kanalları meselesinin Kürt köylü ve çiftçisinin en yakıcı, güncel sorunları olduğu atlandı. Kürdistan’da üretilen elektriği fahiş fiyata çiftçiye satan AKP’nin su kanallarını Kürt köylüsünün hizmetine sunacağını düşünmek saflık olur herhalde. Su kanalları projeleri tamamlandığında bu suyun başını AKP etrafında örgütlenmiş büyük toprak sahipleri ve AKP yandaşlarının tutacağını bilmek için konunun uzmanı olmak gerekmiyor. Bu sorun Kürt çiftçisini bugün büyük isyana sevk eden ‘elektrik’ sorunu kadar yakıcı bir sorun olacak. Özerklik talepli özgürlük mücadelesinin demokratik, halkçı ve sağlam temellere dayanması için bu acil taleplerle birleşen bir mücadele özerkliğin içeriğinin doğru biçimde doldurulması bakımından elzem.
MADENLER NEDEN HALKIN MALI DEĞİL?
Adıyaman’dan Batman’a petrol üretimiyle, Şırnak’tan Silopi’ye kömür ve termik santrallerle, Diyarbakır’daki mermer ocaklarıyla maden ve enerji sektöründe kirli teknolojiye dayanan vahşi bir sömürü var. Önümüzdeki dönem daha da yaygınlaşacak olan bu sömürü ve talana karşı işçilerin örgütlenme, daha iyi ücret ve çalışma koşulları acil talepleri ile birleşmeyen, yerel yönetimlerin denetiminde kamulaştırmayı içermeyen bir maden ve enerji mücadelesi de ayakları havada bir mücadele olacaktır. “Madenler neden Kürdistan halkının ortak malı değil de ‘Bir avuç sermayedarın’ doğayı talan ederek tatlı kârlar kazandığı özel işletmeler olarak kalacak” sorusu özerklik mücadelesi veren her Kürdistani hareketin cevap vermesi gereken bir sorudur.
BURJUVAZİ İÇİN ÇÖZÜM SÜRECİ; SÖMÜRÜNÜN YOLLARINI DÖŞEMEK
AKP’nin çözüm süreci denen bu iki yıllık süreci, bir yandan Kürt halk hareketini etkisizleştirme süreci olarak kullanmaya çalıştığını, bunun yanı sıra sermaye için de bölgesel teşviklerle, ‘bölgesel asgari ücret’ uygulamalarını devreye sokup, Kürdistan’ı Türkiye’nin ‘Çin’i olarak dizayn etme süreci olarak ele aldığını görmek için yerel ve ulusal gazetelerin ekonomi sayfalarına bakmak yeterli. AKP’de temsilini bulan burjuvazi için çözüm sürecinin, işsizlik ve yoksulluk ile ‘terbiye’ edilmiş Kürt emekçilerini sınırsız ve vahşice sömürme yollarını döşeme süreci olduğunun altını çizmek gerek.
AKP’NİN KÜRDİSTAN’DAKİ TOPLUMSAL DAYANAKLARI!
Taşeron sisteminin yaygınlaştırılmasıyla Kürdistan’da hatırı sayılır ‘yandaş zengin’ kitlesi yaratan AKP, hastaneler, kara yolları vb. kurumlar eliyle ‘istihdam yaratan parti’ övgüsüne de mahzar oluyor. AKP ilçe ve il örgütleri istihdam büroları gibi çalışıyor ve her gün dolup taşıyor! AKP örgütlerinden referans alamayan bir işçinin bu alanlarda iş bulması mümkün değil. Bırakın düzenli bir taşeron işini, 8 aylık geçici bir iş için bile AKP’den referans olmadan İŞKUR’dan iş bulmak mümkün değil. AKP bu yolla toplumsal zeminini daha önceki sistem partilerinin başaramadığı kadar büyütmüş bulunuyor.
Önceki iktidar partileri ağa, bey, şeyh vb. ağlar üzerinden Kürdistan’da varlığını sürdürürken AKP bu ilişkileri kullanmakla birlikte esas olarak ‘modern kölelik’ bağıyla yoksul ve işe ihtiyacı olan halk kesimleriyle yeni türde bir ilişki kuruyor. Bu ‘modern kölelik’ ilişkisi Kürdistan’da AKP’ye toplumsal zeminini genişletme ve sağlamlaştırma olanağı sunuyor. Buna şimdi bölgede ‘Çözüm süreci coşkusuyla’ artan yeni yatırımları eklemek gerek. Kürdistan öyle görünüyor ki; önümüzdeki süreçte tekstil, gıda ve maden sektörünün taşınacağı ‘ucuz iş cenneti’ olacak!
‘SÖMÜRÜYE KARŞI ÖZ SAVUNMA’
Özerkliğin temel dayanağı olarak görülen halkçı belediyelerin mevcut durumda devletin ve sermayenin istihdam yaratma olanakları ile yarışması mümkün değil. Tek çare var. Kürt işçi ve emekçilerin ancak sendikal örgütlenmesini örerek bu emek sömürüsüne karşı ‘öz savunma’ gerçekleştirebilir ve AKP şahsında sistemin çarkına çomak sokulabilir.
‘EKONOMİ SADECE PARASI OLANLARIN İŞİ Mİ?’
Koferansta en çarpıcı konuşmayı yapan HDP Van Milletvekili Özdal Üçer’in sorduğu sorularla bitirelim yazıyı: “Su hakkı ama kimin hakkı? Ekonomi sadece parası olanların işi midir? Su kaynağımıza gelip suyu şişeleyen şirkete karşı ne tutum alacağız? Ticaret Sanayi Odaları ne diyecek bu konuda? 20-30 kat binaya ruhsat veren belediyelerimiz ekolojik mi? Herkes köye dönüş çağrısı yapıyor ama herkes başkasının dönmesini istiyor! Sermaye bizden saygı bekliyor. Sermaye bize hiç saygılı olmayacak mı? Partimizin yetkili etkili konumlarında olup da HES şirketi olanlar var. Tutumumuz ne olacak?’ Konferans bu vb. sorulara yanıt olabilmiş midir? Bunu zaman ve hayat gösterecek.
TOPRAK REFORMUNDAN GERİ ADIM MI?
Konferansın bizce en dikkat çekici yönlerinden biri de 6-7 Nisan 2013 tarihinde Viranşehir’de Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayında alınan ‘toprak reformu’ kararının ‘tarım reformu’ şeklinde revize dilmesi ve kurultayda alınan ‘Hazine arazileri ile büyük toprak sahiplerinin topraklarının bir kısmının topraksız köylüye dağıtılması’ kararının ‘hazine arazilerinin topraksız köylüye dağıtılması’ şeklini alarak, büyük toprak sahiplerinin topraklarını kapsam dışında bırakmasıydı.
Viranşehir’de yine DTK’nin düzenlediği Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı; tarım işçilerinin sorun ve taleplerini ele alması ve doğrudan onların kararlar alması bakımından 1.5 milyon tarım işçisinin talep ve özlemlerini ifade ediyordu. Dernekleşme, ardından sendikalaşma kararı ise bunun ete kemiğe bürünmesi idi. Ekonomi konferansında ise bu kararların esas alınması yerine, yeniden kararlar alınması ve ‘büyük toprak sahiplerinin topraklarının’ kapsam dışına çıkarılması itirazlarımıza rağmen sonuç deklarasyonunda yer aldı. Bu bir geri adımdır. Zira revize edilmiş şekliyle ‘Hazine arazilerinin topraksızı köylüye dağıtılması mücadelesi’ bile yine büyük toprak sahipleri ile Kürdistan’ın verimli arazilerine göz diken büyük tarım tekelleriyle mücadele edilmeksizin mümkün olmayacak. Kimi koruculuğun verdiği güç ile, kimi elde ettiği zenginlik ve devletle ilişkileri sayesinde hazine arazilerini işgal eden ve fiilen sahibi olan büyük toprak sahipleridir.
Topraksız Kürt ve Arap köylüsünün toprak talebi karşılanmadan mevsimlik tarım işçiliği köleliği son bulmayacağı gibi konferansın ve DTK’nın amaçladığı köye geri dönüşlerin maddi bir zemini ve karşılığı da olmayacaktır. Toprak reformu ve tarım işçilerinin örgütlenmesi, köye geri dönüşler ile ilgili olarak konferansın, yine DTK’nın düzenledği Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayında doğrudan tarım işçilerinin aldığı kararları esas alması gerekmektedir. Bu aynı zamanda DTK’nın yerinden yönetim, tabanın inisiyatifi gibi ilkeleri gereğidir.
*Cam Keramik İş Örgütlenme Uzmanı
Bu yazı 13 Kasım 2014 tarihli Evrensel Gazetesi’nde yayınlanmıştır.