Bu kısa yazıda “ülkemiz tarihinin en büyük iş cinayeti Soma Maden Kazası nasıl ve neden gerçekleşti?” sorusuna cevap aramaya çalışacağım. Yazının kaleme alındığı şu dakikalarda, arama kurtarma çalışmaları halen sürmekte ve yetkililerden “kazanın nasıl olduğuna, sorumluların kimler olduğuna” dair en ufak bir açıklama henüz yapılmamış durumda. Esasen böyle bir açıklamaya ihtiyacımız da yok. Her gün ortalama 4 ya da 5 işçinin öldüğü Türkiye’de, taşeron sisteminin çalışma yaşamını adeta bir “mezbaha”ya çevirdiğini biliyoruz. Taşeron sisteminin iş sürecinin örgütlenmesinde sebep olduğu bir dizi hayati teknik sorunun yanında, en büyük etkisinin işçilerin örgütlülüğünü ve ortak hareket kabiliyetini aşındıran ve dolayısıyla işçi sağlığı ve iş güvenliğini bütünüyle sermaye sahiplerinin insafına terk eden bir sistem olduğunu da biliyoruz.[1]
Bu sebeple açıklamaya ihtiyacı olan bizler değil, 500′den fazla insanı göz göre mezara gönderen sorumlulardır. Bizim ihtiyacımız olan ise, taşeron düzenini bu topraklardan söküp atacak daha çok örgütlenme, daha çok mücadele!
Öncelikle kısaca Soma Maden Havzası’na dair genel bilgiler vereceğim ki ‘organize bir suç olarak iş organizasyonu’ burada nasıl işliyor anlaşılsın ve bunun gibi facialar ilerde önlenebilsin.
Soma Maden Havzası
Manisa’ya 90 km uzaklıkta bulunan Soma’da 2 şirket linyit kömürü üretimi yapıyor: İmbat Madencilik A.Ş. ve Soma A.Ş. Demir Export adlı şirket de 1 yıl içerisinde üretime başlayacak. Hali hazırda üretim yapan iki şirketin kazanın gerçekleştiği Eynez’de, Işıkla’da, Ata Bacası’nda ve Geventtepe’de ocakları bulunuyor. Darkale’de bulunan ve sürekli yangınlarla sarsılan ocak ise bir süre önce kapatıldı.
Bu iki şirkette çalışan işçiler Soma Merkez’in yanında, Manisa Kırkağaç’dan, Balıkesir Savaştepe ve Sarıbeyler’den, İzmir Bergama ve Kınık’dan geliyor. İşe yeni başlayan bir madencinin maaşı 1200 TL’den başlıyor ve 1800 TL’ye kadar çıkıyor. Zonguldak Taşkömürü Havzası’nda rastladığımız “ton başına ücret sistemi” Soma’da yoktur. İşçiler sabit maaşla çalışmaktadır. İşe yeni başlayan bir işçi sadece 1 günlük eğitim alıyor, bu kağıt üzerinde ise 1 ay gözüküyor.
İşçiler 3 vardiya çalışıyor, dolayısıyla ocaklarda üretim hiç kesintiye uğramıyor. Her ne kadar 3 vardiya olsa da işçiler hiç bir zaman 8 saat çalışmıyor. İşçiler sadece 8 saat boyunca fiilen kömür çıkarıyor. İş kıyafetlerinin giyilmesi, ocağa inilmesi, kömür çıkarılacak alana ulaşılması vs. için gereken süreleri dahil ettiğimizde işçilerin çalışma süresi 11-12 saati buluyor. Şirket tarafından işçilere yemek verilmiyor. İşçiler genellikle yumurta ve helvanın muhakkak bulunduğu kumanyalarını evlerinden getiriyor.
İş sözleşmesine göre işçilere her 6 ayda bir verilmesi gereken eldiven, çizme, baret vs. gibi ekipmanların yenilenmesi 9-10 ayı buluyor. Bu süre içerisinde, örneğin, çizmesi yırtılan bir işçi kendi cebinden bir çizme almak zorunda kalıyor.
Soma A.Ş. ve İmbat A.Ş.’de çalışan bütün işçiler Türkiye Maden İşçileri Sendikası üyesi. İşçilerin sendikadan ne bir beklentileri ne de sendikaya dair bir umutları var. İşçilere göre hem Soma A.Ş.’nin hem de İmbat Madencilik A.Ş.’nin sendika yönetimini belirlemeye kadar varan söz hakkı var. 7 sendika üyesinin 4′ünün bu 2 şirketin elemanı gibi çalıştığı herkesin ağzında. İşçiler aylık 60 TL olan sendika aidatını da çok fazla buluyor. İmbat Madencilik A.Ş.’de çalışan işçiler yıllık 4 ton kömür istihkakına sahipken, Soma A.Ş.’deki işçilerin yıllık kömür istihkakı ise 3 ton.
Rödovans Sistemi
Rödovans kelimesi Fransızca kökenlidir ve “bir şeyi kullanmanın karşılığında ödenen vergi” demektir. Bugün rödovans kelimesi daha çok madencilik sektöründe, bir maden sahasının belirli bir süreliğine, alt sözleşme yoluyla bir şirkete belirli bir para karşılığında verilmesi anlamına gelmektedir.
Kazanın gerçekleştiği Eynez’deki sahayı rödovans yoluyla Türkiye Kömür İşletmeleri’nden (TKİ) kiralayan şirket Soma A.Ş.’dir. Soma A.Ş. rödovans sözleşmesinde TKİ’ye her yıl için belirli bir üretim taahhüdünde bulunmaktadır. Şirket taahhüt edilen üretimi gerçekleştiremediğinde T.K.İ’ye tazminat ödemektedir. Açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, “rödovans sistemi taşeron sisteminin madencesidir.”
Peki “Soma’da taşeron yok” iddiası nereden çıkıyor? Bunu Zonguldak Taşkömürü Havzası ile karşılaştırmalı biçimde açıklayabiliriz. Zonguldak Taşkömürü Havzası’nda da aynı rödovans sistemi yürürlükte. Fakat Soma Maden Havzası’ndan farklı olarak, Zonguldak’ta rödovans sahibi şirketlere bağlı olarak çalışan daha ufak taşeronlar var. Bu şirketlere “taşeronun taşeronu” da diyebiliriz. Oysa kendisi bir taşeron olan Soma A.Ş.’ye bağlı olarak çalışan kağıt üzerinde hiçbir taşeron yok.
Bu noktada akla şu soru geliyor : Nasıl oluyor da ton başına ücret sisteminin olmadığı, herkesin sendikalı olduğu ve ana taşerona bağlı daha alt taşeronlar olmadığı bu düzenekte, taahhüt edilen üretim miktarını yakalamaya yönelik baskı ve disiplin işçiler üzerinde nasıl sağlanıyor?
Burada devreye enformel taşeron ağı dayıbaşılar giriyor.
Dayıbaşılar
Dayıbaşı tabiri genel olarak büyük toprak sahipleri için mevsimlik tarım işçileri bulan kişiye verilen ad. Bu tabir, aynı zamanda madencilikte de kullanılıyor. Dayıbaşılar, kağıt üzerinde şirkette ustabaşı olarak çalışıyor. Bu dayıbaşılar kendi yerel/enformel bağlarını kullanarak şirketlere madenci buluyor. Bulduğu işçilerin üretim sürecindeki bütün sorumluluğu ve kontrolü bu dayıbaşılara ait. Dayıbaşılar bunun karşılığında -sözleşmede gözüken ustabaşı maaşı 1800 TL’ye ek olarak- şirketten para alıyor. Kağıt üzerinde gözükmeyen taşeronlar işte bu dayıbaşılar. Ton başına ücret sisteminin sağladığı baskı ve disiplin mekanizması bu dayıbaşılar üzerinden yürüyor.
Yaşanan Katliam
Soma A.Ş. son 7-8 aydır, rödovans sözleşmesinde belirtilen üretim tonajını yakalayamıyor. Katliamdan aylar önce şirketin maddi sıkıntıda olduğu, yakın zamanda 2000′e yakın işçinin işten çıkarılacağı söylentisi dolanıyor.
Madeni denetleyen Bakanlık görevlilerinin patronlar tarafından lüks otellerde ağırlandığı, kimi zaman madene dahi girmeden görevlerini tamamladığı, madene girdiklerinde ise 1 saat içinde üstünkörü bir denetimle işlerini başından savdıkları Soma’da yaşayan hiç kimse için sır değil.
Katliam tam vardiya değişim saatinde meydana geliyor. İçeride 2 vardiyadan toplam 778 işçi bulunuyor. İSİG mevzuatına göre vardiyadaki işçilerin tahliyesinden sonra madene alınması gereken diğer vardiya, üretimde kesinti olmaması için erkenden ocağa indiriliyor.
Katliama dair 2 açıklama var. Detaylı ve kesin açıklamaya demokratik kitle örgütlerinin, siyasi partilerin, iş müfettişlerinin, akademisyenlerin dahil olduğu bir komisyon kurulur ve araştırma yapabilirse ulaşabileceğiz. Fakat şimdiden, her iki muhtemel açıklamanın da ana sorumlu olarak Soma A.Ş’ye ve TKİ üzerinden bir nevi ana işveren olan ve ayrıca da etkin denetleme görevini yerine getirmeyen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na işaret ettiğini söyleyebiliriz.
İlk açıklama, elektrik bantlarına aşırı yüklenmeden kaynaklı olarak trafonun patladığı yönünde. Fakat görüştüğüm maden mühendisleri ve ocakta çalışan elektrik işçileri bu açıklamayı doğru bulmuyor. Çünkü ocaktaki trafolarda kullanılan maddelerin anti-grizu özelliğine sahip olduğunu ve dolayısıyla patlama ihtimalinin bulunmadığını söylüyorlar. İkinci açıklama ise, patlamanın maden ocaklarında sıkça gördüğümüz gaz sıkışmasından meydana gelen bir patlamaya işaret ediyor. Bu patlama da bir dizi yangını ve seri patlamaları tetikliyor.
Hangi açıklama doğru olursa olsun, üretimin hızını kesmemek için gerekli İSİG önlemlerinin şirket tarafından alınmadığı, kaza olduktan sonra şirketin etkin bir şekilde işçileri tahliye edemediği ve devlet tarafından da etkin denetlenmediği. Her iki vardiyanın aynı anda ocakta olması, düzenli gaz ölçümlerinin yapılıp buna uygun olarak üretimin durdurulması veya ocağın tahliye edilmesi kuralına uyulmaması, patlamanın ve yangınların başka galerilere sıçramaması için gerekli tedbirlerin alınmaması, sorun olduğu bildirilen düzeneklerin anında yenilenmemesi vs. ilk akla gelenler.
*****
Daha önceki bir çalışmada dediğimiz gibi:
“Bitirirken vurgulamak istediğimiz nokta, bütün bu sürecin bilinçli politik tercihlerin bir sonucu olduğu, göreli ve mutlak değeri artırma mantığının çalışma ortamını bir cinayet mahalline çevirdiği, faili sermaye olan bu cinayetlere, konumu sermaye için gerekli şartları ve yasal düzenlemeleri sağlamaya indirgenmiş devletin “yardım ve yataklık” yaptığıdır. Dolayısıyla işçi ölümleri kaza değil, örgütlü bir cinayettir.”
Bu yazı sendika.org’tan alınmıştır.