Polisin Soma işçi kırımına karşı sokaktaki öfkeyi boğmak, sindirmek için çok yoğun şiddet kullanıyor oluşu, “otoriterizmin” (ya da solda daha popüler tabirle “faşizmin”) tabiatı icabıyla, genel geçer bir şekilde açıklanacak bir şey değil. Hükümetin bilinçli bir stratejisiyle karşı karşıyayız. AKP/Erdoğan, sokaktaki öfkeyi yalnızlaştırmak, onu tecrit etmek için sokaktaki muhalefeti kriminalize etmeyi seçmiş görünüyor. Erdoğan’ın Soma’ya dair daha ilk açıklamasında faciayı “istismar etmek isteyen marjinal gruplardan” bahsetmesi bunun ilk işaretiydi. Piyasaya alelacele sürülen “Gezi yıldönümü öncesi sokağı karıştırmaya dönük provokasyon” minvalli pespaye argümanlar da aynı amaca hizmet ediyor. Yani hükümet Soma’daki taammüden cinayete yönelik öfkenin kendi tabanına ulaşmasını önlemek, onu “Geziciler” ile alakalandırarak yaygınlaşmasını engellemek, etkisini sınırlamak istiyor. Kriminalizasyon ve polis şiddetiyle oluşturulan çatışma görüntüleri de öfkeyi tecrit etmenin, onun AKP “kompartmanına” sirayet etmesine mani olmanın bir yolu.
Berkin Elvan cenazesinde yaşadıklarımızı dünkü Taksim eyleminde “hızlandırılmış” bir biçimde yeniden deneyimledik. Bir yandan çok geniş bir kitle tepkisini ifade etmek için, polis şiddetine maruz kalacağını bile bile, sokağa çıkmayı seçiyor. Ancak diğer yandan polis şiddetiyle de karşı karşıya kalmak istemiyor, bir başka deyişle, polis şiddeti karşısında uzun süre duramıyor, tutunamıyor. Polisle çatışmayı seçmiyor. Dün onca kalabalığa karşın hızla dağılışımızın ardında polisin yoğun şiddeti kadar bu halet-i ruhiye de var. Bu korkaklığımızla, kararlı olmayışımızla falan ilgili bir şey değil. Öfke olduğu kadar yorgunluk da var; bunu kabul edelim. Hepimize şu ya da bu oranda sirayet eden bu halet-i ruhiyeyi hesaba katmamız gerek (eğer sokakta “biz bize” kalmak istemiyorsak).
Dolayısıyla her vesilede Gezi’nin bir replikasını üretmek hülyasını bırakıp, öfkemizin, tepkimizin, isyanımızın sokakta akabileceği başka mecralar yaratmamız, icat etmemiz gerekiyor. Bu gidişle daha çok polis şiddetiyle karşı karşıya kalacağız elbet, bunu göze almak gerek. Ancak şu son bir yılda bir biçimde siyasallaşmış, sokağa çıkmış kitlelerin her vesilede “dayak yemesine” de müsaade etmemek, başka (gene militan ve doğrudan) eyleme biçimleri üzerinde düşünmek, bunları tartışmak gerekiyor. Herkesin bir biçimde parçası olabileceği, katılabileceği, bazen riskin olabildiğince az olduğu, daha gevşek, daha sınırlı bir angajman gerektiren (ama kararlı ve etkili) katılım ve eylem biçimleri pekâlâ olabilir. AKP’nin taşeron cumhuriyetine karşı öfke sandığımızdan da yaygın. Bu öfkenin akabileceği alternatif mecralar yaratmak “sokak siyasetinin”, toplumsal muhalefet güçlerinin, hepimizin boynunun borcu olmalı.