Mehmet Horuş: İtibarlı ölemeyecekler

“Darbelerle ve darbecilerle hesaplaşma” olarak sunulan 12 Eylül Davası’nda sona gelindi. 18 Haziran son duruşma olabilir. Süreç içerisinde AKP hükümetinin gerçek niyetinin darbelerle hesaplaşmak olmadığı bir kez daha ortaya çıktı.
Buna rağmen 12 Eylül davasının müdahil avukatlarından Mehmet Horuş darbecilerin mahkûmiyet kararının öneminin altını çiziyor. Horuş, “İtibarlı ölmelerini önleyeceğiz. Daha alt kademedeki işkencecilere ulaşacağız. Devletin kendi belgeleriyle devleti mahkûm edip tarihe not düşeceğiz” diyor.


12 Eylül yargılamaları tek bir davadan ibaret değil. Ancak en çok üzerinde durulan yaşayan iki darbeci general Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılandığı dava. Nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?

Bu davada iki emekli general şahsında 12 Eylül mahkûm edilecek. Böyle sembolik bir anlamı var. Ama bunun dışında alt kademe darbecileri, tahminen 1500-2000 kişilik bir kadroyu kapsayan daha geniş bir darbe soruşturması var. 12 Eylül döneminde meydana gelen ölüm, işkence ve kötü muamele olaylarıyla ilgili 57 ile dağıtılmış işkence ve ölüm soruşturmaları var. Ankara’daki davada henüz bir karar verilmemiş olması nedeniyle değişik illerdeki savcılar soruşturmaları ağırdan alıyorlar. Ya da tamamlasalar bile davayı açmıyorlar. Bursa, Samsun ve en önemlisi Diyarbakır’da savcılık, 12 Eylül dönemindeki ölüm olaylarıyla ilgili zamanaşımı dolayısıyla takipsizlik kararı verdi. Amasya’da Cumhuriyet Savcılığı 12 Eylül döneminde Suluova’da işkence merkezi olarak kullanılan Et Balık Kurumu’ndaki işkencelerden ötürü insanlığa karşı suçtan dava açtı. Bu dava en az Evren ve Şahinkaya’nın yargılandığı dava kadar önemli. Orada yüzlerce belki binlerce kişiye işkence yapılmış.

İdam sehpalarında hesaplaştılar

Bu dava 12 Eylül hesaplaşması mı?

Aslında bu hesaplaşma darbe döneminde sıkıyönetim mahkemelerinde başladı. O dönemki siyasi yapılar, tek tek devrimcilerin idam sehpasındaki son sözleriyle rejimle hesaplaşma başlatmıştır. Pek çok hukuksal hesaplaşma da oldu. O dönemki sistematik işkence olaylarıyla ilgili çok sayıda suç duyurusu var. Darbenin ağırlığının hissedildiği koşullarda bile yapıldı. Pratiğe geçirilmesi anayasa değişikliğiyle oldu. Dava açıldı, şu anda sona gelindi.

Devlet içi mesele gibi algılanamaz

Müdahillik sürecinde de mahkeme niyetini ortaya çıkardı sanırım. İşkence görenleri değil de kurumları müdahil kabul etti.

Bu davanın iddianamesinde suçun muhatabı-mağduru olarak bütün toplum gösterilmiştir. Aslında bu iddianameyle her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının bu davaya müdahil olma hakkı var. O yüzden müdahillik ret kararları yerinde değildir. Ama mahkeme biraz da usul ekonomisi açısından cimri davranmayı tercih etti. Özelikle işkence ve kötü muamele iddialarıyla ilgili ayrıca suç duyurusunda bulunup dava konusu etti. “Bu bir darbe davasıdır sizin iddialarınız işkence ve kötü muameleyle ilgili bunlar ayrı suç kapsamına girer” deyip Cumhuriyet Savcılığına gönderdi başvuruları. Nitekim o soruşturmalar da sürüyor. Bu davanın iddianamesi anayasal düzeni değiştirmekten ibaret olduğu için, darbe devlet içi mesele gibi yargılanmak istendiği için müdahillik olgusuna da bu pencereden bakıldı. Bu yüzden de müdahil olarak Meclis Başkanlığı, Başbakanlık, CHP ve MHP gibi o dönem kapatılan partiler kabul edildi. En baştan buna itirazlarımız oldu. Darbe halka karşı yapılmıştır, devlet içi mesele olarak ele alınamaz.

MİT ve Genelkurmay ayak diredi

Resmi kurumların yaklaşımı nasıl oldu bu süreçte?

 

İddianamede mahkemece asıl muhatap gösterilen Meclis ve Başbakanlığın aktif katılımı olmadı. Hatta bu her duruşmada eleştirildi. Örneğin MİT, istenen belgelerde ayak diredi. Genelkurmay’dan talep edilen belgeler için defalarca yazışma yapılması gerekti. Çoğu zaman mahkemenin talep ettiği belge ve bilgilerle ilgili olumsuz yanıt verildi. Bu dava devlet içi bir tür mesele gibi ortaya konulmuş olsa da ister istemez bu işin toplumsal muhataplarıyla yürütülmeye başlandı.
Bir yandan hem o dönemin yargılanması talep edilirken diğer yandan da süreci uzatma gayreti vardı o zaman. Hükümetin katkısı olmadı. İyimser beklentimizle 18 Haziran’da çıkacak kararla devam eden soruşturmalar, yeni açılan davalarla daha tutarlı bir 12 Eylül yargılaması sürecine girmeyi umut ediyoruz. Ancak 12 Eylül’le hesaplaşmak tek başına mahkemelere bırakılacak bir konu değil. Türkiye, gerçek anlamda demokratikleştiği, bütün bu 12 Eylül kalıntısı antidemokratik yasalardan, zihniyetten arındığında 12 Eylül’le hesaplaşmış olacak. Yoksa 12 Eylül’ün bütün kurumları ayakta dururken hatta 12 Eylül’ü aratacak pek çok olay yaşanırken darbeci iki yaşlı generali mahkûm etmenin anlamı olmayacaktır. Cumhurbaşkanlığı‘nın bu davaya taraf olması simgesel açıdan önem taşıyordu ama mahkeme özel olarak cumhurbaşkanlığı’na iddianameyi göndermesine rağmen Cumhurbaşkanlığı müdahil olmadı. Bunlar tarihe not edilecek. Bu yargılamanın kendisi bile aslında bir tür tanıklık oldu.


Cumhurbaşkanı sıfatıyla ölmemeli

18 Haziran’la ilgili beklentiniz nedir?

 

Balyoz ve Ergenekon davalarıyla kıyaslandığında burada çok ciddi belge, delil tartışması olmadı. Zaten darbe için kanıt aramaya da gerek yok. 12 Eylül günü çıkan Resmi Gazete ya da Konsey’in ilk açıklaması yeterli. Sanıklar kurucu iktidarın yargılanamayacağı teziyle savunma yapıyorlar. 18 Haziran’da göreceğiz, mahkûmiyet kararı bekliyoruz. Yaşı ve sağlık durumu dikkate alındığında Kenan Evren’in cenazesinin eski cumhurbaşkanı sıfatıyla devlet töreniyle kaldırılmasını Türkiye’nin kaldıramayacağını düşünüyorum.

Mahkeme kararının önümüzdeki döneme yansımaları ne olur?

Ciddi mantıksal sonuçları olacak. 12 Eylül, anayasa referandumu ve Evren’in kendi cumhurbaşkanlığını da onaylattığı seçim meşru değil. Mahkûmiyet, başta darbe anayasası olmak üzere bir dizi mevzuatın da düzeltilmesini gerektirecek. Örneğin şu anda TBMM’nin web sitesinde Milli Güvenlik Konseyi’nin kararları TBMM yasama faaliyetleri altında gösteriliyor.

Toplum vicdanında çoktan mahkum

Mahkûmiyet kararı verilmesi devam eden diğer davalar açısından da önem taşıyor o zaman.

Zamanaşımından dolayı takipsizlik kararı verilmiş davalarla ilgili de hukuksal süreç tamamlanmış değil, itirazlar var. Kararın ardından alt kademedeki darbecilere, sistematik işkence, insanlığa karşı suçlarla ilgili davalar açılacağını düşünüyoruz. Aslında 12 Eylül, toplum vicdanında çoktan mahkûm oldu. Şu anda Türkiye’nin hangi sorununu ele alırsanız alın hepsinin ucu 12 Eylül meselesine dayanıyor, Soma dahil. Bu darbenin bir de azmettireni var. Soma meselesine baktığınızda bütün bu örgütsüzleştirme, sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma dönüp dolaşıp bizi 12 Eylül’e getiriyor. Mevcut seçim sistemi, yüzde 10 barajı, bugün konuştuğumuz pek çok meselenin arka planına baktığımızda bizi hep 12 Eylül’e götürüyor. Burada bir mahkûmiyet kararı verilmemesi demek 12 Eylül koşullarına maruz kalmaya devam etmek demek.

Güncel örneklerine ders

Darbecilerin yargılanması yolunu açan geçici 15. Madde değişikliğini de kapsayan anayasa referandumu sürecinde yaşanan tartışmalar bu davanın yeteri kadar sahiplenilmesini engelledi mi?

12 Eylül 2010 referandumunun muvazaalı bir referandum olduğu açık. Bu yöndeki eleştirilere hak veriyorum. Ancak neticede bu dava açıldı. 12 Eylül’de idam edilen, işkencede öldürülen devrimcilerin aileleri adına izliyoruz. Ailelerin tamamı bu davaya katıldı. O insanları sahipsiz mi bırakacaktık. Aradan bunca yıl geçtikten sonra aileler açısından mahkeme salonuna getirilmeseler de bu iki generalin yargılanıyor olması çok önemli. Evren ismi öyle bir imgeye dönüşmüş ki insanların zihninde ondan “sanık” olarak bahsetmek bile önemli bir adım. Evren ya da bugün ona özenmeye çalışan güncel örneklerine de bu bir ders aslında. Günün birinde siz de sanık sandalyesinde olabilirsiniz.

Kahramanca gitmişler idama

Kişisel olarak siz o süreçle ilgili sahip olduğunuz ayrıntılardan nasıl etkilendiniz?

1977 doğumluyum. 12 Eylül’ü bu davayla öğrendim. Evren’in anılarını okudum, aslında her şeyi söylemiş günün birinde yargılanma ihtimalini hiç düşünmeden. Bir tür itirafname gibi okunabilir. O dönem idam edilen 16 gencin 11’inin ailelerinin vekaletiyle katıldık dava sürecine.
Kitaplardan okuduğumuz idama gidiş öyküleri vardı. Onların propaganda öyküleri olduğunu söyleyenler olabilir ama ben devletin, emniyetin, MİT’in kayıtlarından okuduklarımdan da gördüm ki bütün devrimciler kahramanca gitmiş idama. Bu beni bu süreçte en çok etkileyen şeylerden biri oldu. Bir de ailelerin çocuklarını kaybettikten sora yaşadıkları. İdam edilenlerin hiçbirisi rastgele seçilmemiş. Her biri üzerinden topluma verilmek istenen mesajlar var. Yargılama sürecinde aileler değil devrimciler adına verdik dilekçelerimizi, mahkemede onlar adına söz aldık hep. Onların siyasal mirasına da sadık kalarak konuşmaya gayret ettik. Aileler de bu siyasi mirasa sadık. Yaşadıkları büyük acı ve mağduriyete rağmen fire vermeden hep çocuklarının siyasi mirasına ve ve onların değerlerine bir görev gibi katıldılar bu dava sürecine.

Röportaj Birgün Gazetesi’nden alınmıştır. (Sebahat Karakoyun)

Yoruma kapalı