Orhan Kemal: Önce ekmek, sonra her şey – Deniz Tunçel


2014 yılın 100. doğum günü Orhan Kemal’in. Hem de Haziran’da ölen/öldürülen güzel insanlardan biri. Çoğu kişinin yanlış bilmesiyle malul Hasan Hüseyin Korkmazgil’in “Haziran’da Ölmek Zor” isimli şiiri, Orhan Kemal için yazılmıştır.

Güzeldir Orhan Kemal, ışıl ışıldır, insandır. Çikolata’dır, Uyku’dur, Önce Ekmek’tir. Herkesin bir Orhan Kemal’i vardır, okuyucularından. Kimisi için senarist, kimisi için romancı, kimisi içinse öykücüdür o. Yoksul bir semt okulundaysanız, öykülerini okumak; tüm sınıfın alamadığı romanların üzerine konuşmaktan daha kolay olduğundan öykücüdür bende Orhan Kemal.

Ekmek parası
Ekmek parası peşinde koşan ırgatlar, parasızlık yüzünden okulu bırakan çocuklar, çektiği sıkıntılarla “kötü yola düşen” kadınların hayat mücadelesi öykülerinde en sık işlediği konulardır, kişilerdir. Tüm bu sorunların göbeğine “ekonomiyi” koyan Kemal, onların
davranışlarını belirlemede, hayatlarına yön vermede en önemli etmenin para olduğunu ileri sürer. Ve aslında her hikâyesinde bize bu bozuk düzenin nasıl düzeltilebileceğinin anahtarlarını verir. Kendisi de ekmek peşinde koştuğu için eserlerinde de bu çabadaki
insanları anlatır. Onun ekmek kavgası yazarlıktır ve kendisini yazı işçisi olarak tanımlar. Hayatta kendine açtığı bu yer, sorunlarını ekonomiye dayandırmasıyla her öyküde kendini belli eder.

Yoksul, erken yaşta çalışmak zorunda bırakılan çocuklar Orhan Kemal’dir, Orhan Kemal’in dilini de bu çocuklar belirler. En derin Marksist analizlerin yedirildiği öykülerini her eğitim düzeyindeki insan kolaylıkla okuyabilir; yorulmaz, keyif alır. Artı değer kavramı “Uyku” isimli öyküde uykusuzluktan bitkin düşen fabrika işçisi çocukların fotoğrafında verilir misal. İliklerine kadar sömürülen küçük işçiler, en izbe yerlerde artı değer üretmenin bedelini ağır ödemektedirler.

Soma’yı “dün”den görebilmek 

Yıllar önce Soma’yı yazmıştır Orhan Kemal, bugünün edebiyatçılarının edebiyat anlayışından çok farklı olarak. Bugün yazabilmek için belli bir eğitimden, belli okulları bitirmekten geçmek gerektiğinden, kitaba ulaşabilir olan kimliğin nispeten varsıl olmasından kaynaklı belki de, işçilerin işçi olmaktan kaynaklı sorunlarını öykülerde görmek zorken; Orhan Kemal yıllar öncesinde tıpkı Sabahattin Ali öykülerinde olduğu gibi küçük memurları, çocuk işçileri, vücudunu satarak para kazanmak zorunda kalanları, üçkağıtçıları eserlerinde sık sık işlemiştir.

Çikolata öyküsünde de ablayla kardeşin canı çikolata çekebilir, çünkü tadını biliyorlardır. Yoğurtçunun kızı ise daha önce hiç yemediği çikolatanın tadını özleyemez… İki kardeş paralarını birleştirip bakkala girerken yoğurtçunun “pis kızından” kurtulmaya çalışırlar da aralarında bir atışma çıkar. O zaman erkek kardeşin söylediği “bizim paramız var değil mi abla, niye susalım?” sözü,
Orhan Kemal o hikâyeyi yazdığında da, daha öncesinde ve sonrasında da parası olanın her zaman öncelikli konuşacağını, aynı zamanda son sözü söyleyeceğini, belki de hep haklı çıkacağını bize söyler. “Niye susalım?” dedirten güç, hala konuşandır…

Romanlarıyla Orhan Kemal
Türkiye’nin siyasal, ekonomik ve sosyal alanda modernleşmeyi yaşadığı yaklaşık otuz yıllık dönemine tanık olan Orhan Kemal bu süreci romanlarına başarılı bir şekilde yansıtmıştır. 1950 yılından itibaren Türk sinemasına katkı sunan birçok edebiyatçı gibi Orhan Kemal de bu alana dâhil olur, özellikle diyalog konusundaki başarısıyla birçok filmin senaryo yazımında görev alır. Zamanla maddi sıkıntılarının da mecbur kılmasıyla bu sektöre senarist olarak dâhil olur. 1930’lara kadar karşımıza çıkan ve Anadolu’yu konu edinen yazarlar; İstanbul’dan ve aydın perspektifinden bakarlar Anadolu’ya. Anadolu’yu mutlaka Cumhuriyet’e ayak uydurması anlamında değiştirilip dönüştürülmesi gereken bir “yer” olarak tanımlarlar. Oysa gerek Orhan Kemal, gerekse de
Sabahattin Ali, Anadolu insanının yanında yer alan bir kamera ile olayları vermektedirler.

Orhan Kemal’i kendinden önce yaşamış ve kendi döneminde yaşayan edebiyatçılardan ayıran en önemli özelliği; gerçeği, yaşanmış ya da gözlemlenmiş olma niteliği ile ve bir bütün halinde algılayıp okuyucuya sunmasıdır. Yazar bu bakış açısıyla çağdaşı birçok
toplumcu gerçekçi yazardan ayrılır. Kendisinden önce eser veren Sabahattin Ali’den, köylüyü değil, şehirdeki köylüyü; yarı feodal yapıdan çok, sınıf atlama çabası içindeki burjuvalaşma sürecini; farklı sosyal tabakalardan insanlardan çok yoksul ve işçi olanları
işleyişiyle ayrılır. Gurbet Kuşları, Avare Yıllar, Tersine Dünya, Murtaza, Bereketli Topraklar Üzerinde, Eskici ve Oğulları, Vukuat
Var… On beş tane roman bırakmıştır arkasında. Çoğumuzun adını çok duyduğu romanlardır bunlar. Senaryolarını da yazdığı bu romanlar köyden kente göç ve yoksulluk temasını, kentte kimlik sorunu yaşayan köy insanını, kadınların kent hayatı içindeki sıkışmışlığını anlatır. Hanımın Çiftliği’nde toprak işçileri girer hayatlarımıza, Murtaza’da kraldan çok kralcı her devrin insanı olanlar.