Savaş Diliyle Müzakere ve Barış Olmaz! – Kadir Akın


Uzun süre önce Öcalan’ın inisiyatif alarak başlattığı ve bir tür koordinatörlüğünü de yine Öcalan’ın üstlendiği “Çözüm ve müzakere süreci” yeni bir evreye girdi. Denilecektir ki bu kaçıncı evre? Hakikaten görüşmelerin başladığı günden beri birçok evre sıralandı, bir çok aşamadan söz edildi, ama ortada henüz gözle görülür, elle tutulur bir gelişmeden ne yazık ki bahsedilemiyor.

Buna rağmen hem Erdoğan ve AKP’nin, hem de Öcalan ve PKK’nin karşılıklı olarak sürece yaydıkları ve geleceği kazanmak için birbirlerini “yokladıkları” bu zaman diliminde; hiç kimse Kürt Özgürlük Hareketini AKP’nin “yedeklediğini” ve “onu kandırarak tasfiye ettiği” gibi zehaba kapılmamalıdır. Kürt Özgürlük Hareketinin sözcüleri de bütün olan biteni görmekte ve bunları açıkça dile getirmektedirler.

Kuşkusuz AKP’nin ve onun önderi Erdoğan’ın tam anlamıyla amacı Özgürlük Hareketini kıstırmak, tasfiye etmek, onu aza razı etmektir. Erdoğan her evrede; kullandığı savaş diliyle, her düzeyde tekrarladığı “tek dil, tek millet, tek bayrak” diskuruyla bunu kanıtlamakta ve çözümden, barıştan yana olmadığını göstermektedir.

2014 yılında gerçekleşen yerel yönetimler ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini “savaş” koşullarında geçirmek istemeyen Erdoğan’ın oyalamaları ve Suriye Kürtlerinin Güney’de elde ettiği kazanımı “Rojava devrimi” olarak güvenceye alınması uğraşını gören Öcalan’ın çabaları, ayrıca kimi konjonktürel gelişmelerin bu sürecin devam etmesini sağladığını görmek gerekiyor. Erdoğan, kullandığı savaşın dilini hayata egemen kılmak için sürekli fırsat kollamakta, ama bu fırsatı istediği biçimde bir türlü yakalayamamaktadır. Şimdi Rojava devrimi için aşil topuğu olan Kobane’yi başından beri desteklediği IŞİD’e ezdirip, sonra IŞİD’e karşı bir hamleymiş gibi Suriye ile olan yüzlerce kilometrelik hat boyunca “tampon bölge” adını verdiği kendisi için güvenli bir bölge yaratma peşindedir. Erdoğan, daha Suriye’de Esat karşıtı gösteriler başladığında, 1998 yılında baba Esat’la yaptığı Adana anlaşmasını bu kez Suriye İhvanıyla yapmış ve Kürtlerin Irak’ta olduğu gibi bir özerk bölge yaratmasını istemediğini ortaya koymuştu. Sonuçta başına korktuğundan büyüğü olan Rojava devrimi geldi!

Bölgede çıkarı olan güçlerin aralarındaki çelişkiden faydalanma konusunda ustalaşan Kürt Özgürlük Hareketi, bugüne kadar yaptığı manevralarda başarılı oldu denilebilir. Şengal örneğinde görüldüğü gibi, KDP’nin yaptığı hatalardan da yeterince faydalanarak Irak Kürdistanı’ndaki nüfuzunu da büyüttü. Ne var ki; Rojava’da gerçekleşen devrim başta Türkiye’yi çılgına çevirmekte, emperyal güçleri endişelendirmekte, milliyetçi KDP’yi ise rahatsız etmektedir.

Başladığı günden beri elbette Kandil’in sözü ile Öcalan’ın sözleri arasında kimi farklılıkların olduğu, olacağı açıktır. Bu ara tondaki farklılıkları bir zamanlar FKÖ önderliğinin meselelere bakışındaki farlılık gibi değerlendirmek, derin çelişkiler aramamak gerekiyor. Yaser Arafat diplomasinin diliyle konuşurken, “Ameliyat Telati”nin başında bulunan Abu Cihat ve Abu İyad ise savaşın diliyle konuşuyor ama aynı şeyleri söylemeye devam ediyorlardı.

Kandil (Sabri Ok); epey bir süredir AKP’nin oyalama içinde olduğundan ve aslında bu süreci daha önce bitirmek gerektiğinden söz ederken, esas olarak Rojava’nın tayin edici olduğuna vurgu yapıyor. Demirtaş ise Davutoğlu’yla yaptığı görüşme sonrası “…Kobani, Türkiye’nin kendi içinde yürüttüğü çözüm sürecinin de doğrudan parçası haline geldi. Şimdi Kobani’nin IŞİD tarafından işgal edilmesi ve katliamın yapılması çözüm sürecini bitirebilir…” açıklamasını yapıyordu. HDP heyetinin adaya yaptığı ziyaret sonrası yapılan yazılı açıklamada ise Öcalan’a atfen ,”Sadece bölge açısından değil, insanlığın geleceği açısından da bıçak sırtı olarak tanımlanabilecek günlerden geçmekteyiz. Burada dar anlamda yürütülen görüşmelerden, müzakere yanı ağır basan bir kararlılık ortaya çıkmış ve bu düzeyde mutabakata varılmıştır… Bu itibarla Kobanê gerçekliği ile sürecin ayrılmaz bir bütün olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlatarak, herkesi büyük bedellere mal olan bu demokratik yolculuğumuz ve insanlık mücadelemizi sahiplenmeye çağırıyorum” denmektedir. Diller ve vurgu farklıdır ama söyledikleri aynı şeylerdir.

Dolayısıyla önümüzdeki günler ve haftalarda Rojava’ya dönük AKP’nin yaklaşımı belirleyici nitelikte olacaktır. “Yalanı su gibi içen” ve fıtratı bunun üzerine kurulu AKP ve onun önderliğinin çözüm sürecine ilişkin yaptıkları hamleler ise “dar anlamda” Şubat ayı ortalarına kalmış gibi görünmektedir. Daha önce Eylül başında beklenen açıklamalar Ekim başında Hükümet çevresinden gelmiş ama o açıklamanın içinde ise “esas hamlenin Şubat ayı içerisinde” olacağına vurgu yapılmıştır. Eh Şubat’tan Haziran ayında yapılacak seçimlere de 3 ay kalıyor zaten… Açık ki bu tarihleri AKP bilinçli biçimde öngörmekte ve oyalama taktiğini ve Kürt sorununda çözümsüzlüğü temel alan politikasını sürdürmek için zaman kazanmaya çalışmaktadır. Aslında AKP, başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’daki politikalarının başarısızlığını, başarıya çevirme fırsatının peşindedir.

Bugün gelinen noktada, Kobane üzerinden boğulmak istenen Rojava devriminin kazanımlarına sahip çıkmak, Kobane’de temelleri atılan değişik ulustan insanların kendi kendilerini yönettiği demokratik sistemin devam etmesini sağlamak, demokratlık ve insanlık görevi olarak önümüzde duruyor. Kobane ezilirse orada biz sosyalistlerin de düşleri, hayalleri ezilir. “Son derece ciddi gelişmelerin yaşandığı kritik bir dönemdeyiz. Sadece bölge açısından değil, insanlığın geleceği açısından da bıçak sırtı olarak tanımlanabilecek günlerden geçmekteyiz” lafı önemlidir. Gerçekten de bugünün önceliği ve temel görevi enternasyonalist dayanışmanın örülmesidir.