Ak Parti Hükümeti kuzeydeki yani Türkiye Kürdistan’ındaki Kürde şunu söylüyor: Seninle şimdilik bir sorunum yok ancak, kardeşini öldüreceğiz! Suruç’ta (yani Kuzey Kürdistan’da) yaşayan Kürdün kardeşi ise Kobanê’de (Yani Rojava’da-Batı Kürdistan’da) yaşıyor. Suruç’la Kobanê arasında sadece bir tel örgü var, tel örgünün Türkiye’de kalan tarafı ile “barışmak”, Kobanê’de kalan tarafı ile savaşmak demek, Suruçlu bir ailenin yarısını öldürdükten sonra kalan yarısıyla barışmaya çalışmak demektir. Bu mezkûr durum ne derece mümkünse, Ak Parti’nin hâlihazırdaki aklıyla çözüm sürecini yürütmesi de o derece mümkündür.
Barış masasından gelinen nokta: dünyayı PKK’ye karşı savaşa çağırmak!
Ak Parti Hükümetinin IŞİD çeteleri ile var olan ilişkisini zora sokan en önemli gelişme; nasıl rehin alındıklarını ve hangi şartlarda serbest bırakıldıklarını henüz tam olarak bilmediğimiz “rehine krizinin” son bulması oldu. Rehinelerin serbest kalması Ak Parti ile IŞİD arasında var olan ve zımni anlaşmaya darbe vurdu, çünkü tüm dünyanın karşısında durduğu, pek inandırıcı olmasa da, yer yer müdahale ettiği IŞİD çetelerine karşı Ak Parti’nin arkasına sığınacağı bir perde kalmadı artık. Nihayet Erdoğan ABD’de IŞİD’a Türkiye’nin de savaş açtığını ve askeri ya da siyasi her konuda “uluslar arası koalisyonun” yanında olacaklarını açıkladı. Erdoğan’ın bu açıklamasından sonra, daha önce hükümet kurmayları tarafından “unsur, reaksiyon, tepki…” gibi “şirin” sözcüklerle telakki edilen IŞİD, “terör örgütü” olarak vaaz edilmeye başlandı. Ancak anladığım kadarıyla Erdoğan kayıtsız şartsız IŞİD’ı terör örgütü ilan etmiyor, aynı anda dünyaya sinirli bir tonda sesleniyor: “Ey dünya, IŞİD gibi bir terör örgütü çıkınca ayaklanıyorsun da PKK gibi bir terör örgütü çıkınca neden ayaklanmıyorsun. Çünkü birinin önünde İslam var, diğerinde yok. Dert, dava İslam” Anlaşılan, Erdoğan IŞİD’ın “uluslar arası koalisyon” tarafından vurulmasını pek de hoş karşılamıyor ve IŞİD’a müdahalenin İslamla bir hesaplaşma olduğunu düşünüyor. Fakat gelin görün ki, tüm dünyanın karşısında açıkça IŞİD’ın yanında saf tutmak çok da mümkün olmadığından, “tamam IŞİD’ı vuralım ama yanında PKK ve PYD’yi de vuralım” diyor mealen. Bu durum iki şeye işaret ediyor kanımca.
Birincisi: Irak ve Suriye’de Kürt, Türkmen, Ezidî, Şii, Hıristiyan, Sunni… demeden itiraz eden tüm başları kesen bir orta çağ barbarlığı ile Ezidîleri, Kürtleri, Türkmenleri ve diğer hakları koruma mücadelesi veren PKK ve PYD Erdoğan’ın gözünde aynı derecede tehlikeli.
İkincisi: Madem adımıza, vekaleten, Kürt güçleri ile savaşan IŞİD Kürtlere karşı başarılı olamıyor, o halde IŞİD’a karşı savaşma bahanesiyle ve eğer mümkünse uluslar arası destek de alarak, kendimiz Kürtleri dövelim anlayışı.
2012’de Rojava için “Suriye’nin kuzeyinde oldubittiye izin vermeyiz” diyen Erdoğan’ın(Hatırlarsak kısa bir süre önceye kadar G.Kürdistan için de Irak’ın Kuzeyi ifadeleri kullanılıyordu) ve hükümetin Rojava politikası hala aynı noktada. Değişen tek şey ise vekâlet verip Rojava’ya saldırdıkları çetelerin herhangi bir muvaffakiyet sağlayamamasından kaynaklı tedirginliğin giderek artması.
Erdoğan’ın IŞİD çıkışı ve “koalisyona” destek açıklamaları sadece aynı anda dünyayı PKK ile savaşmaya çağırmakla sınırlı kalmadı. İlaveten IŞİD’a dönük hava operasyonlarının yeterli olmayacağı ve kara operasyonun yapılması gerektiğini de söyledi ve şüphesiz en önemlisi de Rojava hattında “tampon bölge” kurulması gerektiğinin altını ısrarla çizi. Erdoğan’ın Rojava hattında kurmayı ısrarla önerdiği “tampon bölge” projesi ile 2 Ekim’de TBMM’de görüşülecek olan tezkerenin TSK’ya sınır dışı operasyon yetkisini de kapsadığı birlikte düşünülürse Erdoğan ve hükümetin amacı daha da netleşiyor. Rojava’ya bir şekilde müdahale etmek yani IŞİD’ın başaramadığını başarma umudu.
Aynı mecliste Kürtlerle barış ve Kürtlere karşı savaş kararı almak!
Türkiye tarihinde bir ilk olarak TMBB’den altı maddelik çözüm kanunu çıkaran hükümet, 2 Ekim’de aynı TBMM’den Kürtlere karşı savaş kararı çıkarmak için oylamaya gidecek. Bu durum yazının başında belirttiğim hususa tekabül ediyor. Yani Suruçlu Kürt için çözüm yasası çıkaran TBMM, Kobanêli Kürt için savaş tezkeresi istiyor aynı parlamentodan. Özetle aynı parlamento bir aileden bazılarını öldürmek için, bazılarıyla da barışmak için oylama yapıyor. Hükümetin çözüm sürecine dönük hassasiyeti bu kadar yani!
Hükümet sürece ihanet etti
Türkiye’de “ihanet” sözcüğü genellikle gayrı Müslüman halklar için ve sıklıkla da Kürtler için kullanılır. Çözüm süreci başladığından bu yana da “ihanet eden ya da etmeye tevessül eden” taraf hep Kürt tarafı olarak zikredildi. Ancak 2013 tarihi Newrozu’u ve Sayın Öcalan’ın tarihi çağrısından bu yana Kürt tarafı üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirdi demek gayet de yerinde olacaktır. Hükümet için ise aynı şeyi söylemek mümkün değil ne yazık ki. Geldiğimiz noktada her ne kadar “hükümetimiz sürecin başarıya ulaşması noktasında varlığını ortaya koymuştur” (B.Arınç) minvalinde açıklamalar yapılırken aynı kişi tarafından “terör ve asayişsizlik konusunda acımasız davranacağız” denilmektedir. Burada bahse konu olan “terör” den PKK kastediliyor, “asayişsizlik” ten de sınır illerinde Kürt halkının akrabalarını koruma çabası. Kısa bir süre önceye kadar devletin resmi yayın organları ve onlar gibi çalışanlar PKK için “terör” tanımlamasını pek kullanmıyorlardı. Ancak devletin resmi ajansı olan AA son günlerde sık sık “terör” ibaresini Kürtlerle ilgili haberlerin hemen hepsine iliştiriyor. Kuzey’de yani Türkiye Kürdistan’ında PKK ateşkese bağlı kaldı Kobanê deki saldırılara kadar. Fakat artık tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde Türkiye destekli, IŞİD çetelerinin Kobanê’ye dönük saldırıları ve Türkiye’nin sınırda Kobanê ile dayanışan Kürtlere dönük saldırgan tavrı PKK ve KCK yönetiminin sürece ilişkin konumlanışını değiştirdi.
PKK ve KCK yönetimlerinin “Kobanê’ye Türkiye destekli saldırılar devam ederken Kuzey’de çatışmasızlık hali ortadan kalkmıştır” özetindeki açıklamalarının arkasından gelen Bitlis’te TSK ve HPG arasındaki çatışma sürecin bittiğine mi işaret ediyor diye kaygılara neden oldu/oluyor. PKK ve KCK tarafından yapılan açıklamalardan sonra Sayın Öcalan’ın da sürecin devam ettiği/etmesi gerektiği noktasına vurgu yapmak kaydıyla, tüm Kürt halkını Kobanê için seferber olmaya çağırmasından en azından şu sonuç çıkarılabilir; Sürece ilişkin ciddi sorunlar var ve Erdoğan-hükümet bu sorunları çözme iradesi göstermek yerine dünyayı PKK’ye karşı savaşa çağırmakla, çatışma dilini körüklemekle ve “terörle mücadele” edeceğini açıklamakla meşgul.Bununla da yetinmeyen hükümet, içeride sözüm için herhangi somut bir adım atmazken, Kuzey’de neredeyse yarım asırlık bir savaşın cephesini genişletip Rojava ile de savaşma planları yapıyor. Tüm bu gelişmelere bakarak Kuzey’de devam eden çözüm sürecine kimin ihanet ettiğini çıkarmak çok da zor değil.
İki taraf, iki çözüm anlayışı
19 Temmuz 2012’den bu yana Rojava Kürtleri kendi kendilerini yönetiyorlar. Esad, Türkiye destekli Nusret Çephesi ve IŞİD çetelerinin tüm saldırılarına rağmen Rojava özgürlüğü teslim alınamadı. 2012’de Türkiye sınırında PKK ile ortak hareket eden PYD öncülüğünde Rojava Kürtlerinin özerklik ilan etmesine rağmen Kuzey’de PKK ile müzakere masasına oturan Ak Parti hükümeti neyi hesapladı. Birçoklarının da düşündüğü gibi hükümet; Rojava’daki gelişmelerin “otorite boşluğunun geçici bir sonucu” olduğunu düşünüyordu ve o tarihte Erdoğan da “Suriye’nin kuzeyinde oldubittiye izin vermeyiz” diyerek gerekli görüldüğü zaman Rojava’nın düşürülmesi için destek sunacaklarını örtük de olsa dile getirmişti. Hükümetin beklentisine göre Rojava kısa sürede düşecekti, tıpkı Suriye’deki isyancı grupların Esad’ı kısa sürede devirecek olmaları gibi, Suriye’de İhvan temelli yeni yönetim de Ak Parti hükümetinin dostu ve müttefiki olacaktı. G.Kürsitan ile zaten ekonomik temelli geliştirilen pazarlık “Irak’ın kuzeyi” söyleminden “G.Kürdistan yönetimi” ne bırakmıştı yeni retoriği. Dolayısıyla tek “sorun” PKK ile belirli düzeyde bir anlaşma yapmaktı ve o denendi. Ancak Ak Parti tüm Ortadoğu politikasında olduğu gibi Rojava politikasında da umduğunu bulamadı. Cihatçı çetelere verdikleri tüm desteklere rağmen Rojava düşmedi. Düşmemekle kalmayıp yeni bir çelişki yarattı hükümet için o da şu: PKK’nin, sıklıkla kullanılan tabirle, Rojava kanadıyla dolaylı yoldan savaşırken, PKK ile barış görüşmeleri yürütmek. Evet, bu durum hükümetin çözüm sürecinde yaşadığı ve bugün de geçerli olan, hatta gittikçe derinleşen en büyük çelişki. Özetle Ak Parti hükümetinin Rojava’ı Suriye’de kurulacağını sandığı İhvan tandanslı rejime hapsetmek, G.Kürdistan ile petrol ekseninde iyi geçinmek ve PKK’yi de bu iklimde giderek pasivize etmek üzerine kurulu çözüm politikası berhava oldu.
PKK kanadından baktığımızda ise, Kuzey’de adı konmamış bir bölgesel güce ulaşmış, rüştünü doldurmuş ve siyasal stratejisi bağlamında “demokratik özerk” bir bölgesel yönetimin ilk pratiğini Rojava’da PYD aracılığıyla hayata geçirmiştir. Bu şartlar altında Türkiye ile müzakere masasına oturması belki de tarihindeki en büyük fırsattı. Çünkü olabildiğince güçlü bir şekilde masaya oturmuştu. Rojava’daki özerk Kürt yönetimi Türkiye’nin müzakere sürecinde nasıl elini zayıflatıyorsa, PKK için ise tam tersi geçerli. Son tahlilde gelinen noktada Rojava’nın Türkiye’nin beklentilerinin aksine tüm dünyanın gözü ününde, tüm dünyanın “karşı” olduğu cihatçı IŞİD çetelerine karşı neredeyse bütün bölgede savaşan tek merkez olması ve bu bağlamda PKK-PYD’nin Ak Parti’nin öngördüğünün aksine uluslararası kamuoyunda meşruiyetinin artması hükümetin aklındaki çözüm süreci stratejisini yerle yeksan etti. Hükümetin saldırganlığının artması tam da bu gelişmelerle ilişkili kanımca.
Bijî Berxwedana Kobanê (Yaşasın Kobanê direnişi)
IŞİD çetelerinin Rojava’nın en küçük fakat en stratejik kantonuna yönelik saldırıları iki haftayı aştı. IŞİD çeteleri tank, top ve ağır silahlarla Kobanê’ye saldırıyor. IŞİD’a karşı kurulan uluslar arası koalisyonun göstermelik hava bombardımanları dışında YPG ve YPJ savaşçıları Kobanê’yi ellerinde hiçbir ağır silah olmamasına rağmen kahramanca savunuyor. Kuzey’den (Türkiye Kürdistan’ından) dayanışmak isteyen halka ise Türkiye panzer, asker ve polislerle saldırıyor. Yazının başında belirtmiştim, tel örgünün bir tarafı Rojava’nın Kobanê kantonu, diğer tarafı Türkiye’nin Suruç kasabası. IŞİD çeteleri Türkiye desteğiyle Kobanê’ye saldırıyor, Türkiye ise Suruç’taki halka. Peki, Kobanê nasıl direniyor; Kobanê Kantonu Eş Başkanı Enver Müslüm özetliyor: “İnanın gençler tankların üzerine gidiyor. Bu inanılmaz bir direniş”
Çünkü barbarlık karşısında savunulan sadece Kobanê kenti değil, İnsanlık onuru aynı zamanda, hepimizin onuru…
Tuncay Şur