Kıvılcımlı Külliyatı: İhtiyat kuvvet; milliyet, şark(doğu) [Kürt meselesi] (2) – Ahmet Kale


Geçen yazıda Kürt Meselesi diye adlandırdığımız kitabın ilk bölümlerini tanıtmaya çalışmıştık. Bu yazıda da bazı başlıkları incelemeye çalışacağız. Fakat anlaşıldığı kadarıyla İhtiyat Kuvvet Milliyet Şark (Doğu) kitabının tamamen tanıtılması birkaç sayı sürebilecek.

Ermeni katliamı konusundaki bölümden sonra, genel olarak milliyet, özel olarak da Kürt ulusunun tanımı ve sorunun çözümü üzerine devam eder kitap. Öncelikle çok net bir tespit yaparak girer lafa:

Şurası muhakkak ki milliyet meselesi, Komintern’in olduğundan çok, partimizin en zayıf cephesidir.”( Kitap, s. 21)

Daha YOL serisini tanıtmaya başlarken de söylemiştik. YOL’un 9 kitabı da Kıvılcımlı’nın tartışmak umuduyla o zamanki TKP Merkez Komitesine yazdığı öneri ve eleştirilerden oluşan raporlar toplamından oluşur. Burada da “…partimizin en zayıf cephesidir” diye başlıyor. Ve konuyu tartışmaya başladığı ilk paragraflarda Leninist prensiplerle yol almaya başlıyor. Öncelikle sorunu yaratan düzeni, onun hakim sınıfını ve siyasi temsilcilerini saptıyor:

Türkiye’nin kendisi, bu milli kurtuluş hareketlerinden bir önemlisine sahne oldu. Fakat bu kurtuluş hareketi, Kemalist burjuvazinin iktidar ve diktatoryası altına girdiği için, kapitalist vasıflarından ve çelişkilerinden kurtulamadı. Ve kurtulamazdı da. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi, Türkiye dış ilişkilerinde mazlum bir millet olmasına rağmen, iç ilişkilerinde zalim bir millet rolünü oynamaktan geri kalmadı. Bugün Türkiye nüfusunda önemli toplamı tutan iki milli varlık mevcut: Türklük-Kürtlük. Siyasi, ekonomik hakimiyet ve üstünlük, Türk burjuvazisinde olduğu için, Kürt halkı mistik ve belirsiz “Doğu Vilayetleri” kelimesi altında, özel ve gizli bir çalışma, bir sömürge, şiddetli bir temessül [asimilasyon] ve daha doğrusu bir imha siyasetine uğratıldı. Kemalizmin bu sömürgeci, yok edici siyaseti birçok tarihi ve siyasi zaruretler yüzünden, uluslararası denge içinde bugüne kadar adeta tarafsız bir ilgi veya ilgisizlikle görüldü. Hatta belki emperyalizm Türkiye’nin bu “Doğu Meselesi”ne daha büyük bir ilgi göstermeyi, çeşitli manevralarına uygun buldu.” (Kitap, s. 21)

Ardından gelen satırlar da adeta o zamanki Kürt isyanlarına karşı TKP’de hakim olan zihniyetin paramparça edilişidir. Şöyle devam ediyor:

Halbuki derebeyliğin Kürdistan’da ayaklandırdığı veya ayaklandırabildiği yığınlar için söz konusu olan şey, dini alet etmek veya emperyalizme alet olmaktan çok ekonomik ve milli baskıya karşı bir tepki idi. Yani Kürt halkı, zulüm denizine düşen herhangi bir insan gibi, emperyalizm veya feodalizm yılanına sarılmaktan başka bir şey yapmıyordu.”( Kitap, s. 22 abç)

Ezelden beri Kürt isyanlarına “emperyalizmin güdümünde” yaftası takılmaya çalışılır. Oysa Kıvılcımlı, “denize düşüp emperyalizm yılanına sarılıyorlar” dedikten sonra; “Bu mazlum halkı, acıklı durumunda yal­nız bırakmamak için, onun özel durumunu inceleyip tespit etmenin zamanı artık gelmiş ve geçmiş bulunuyor. Çünkü bizzat “emperyalizme alet olan” zümreler bile, bu kitleler arasında artık sırf dini ajitasyonlardan başka usûllerle propaganda ve hareket yaratmak teşebbüsündedirler” diyerek partiye düşecek görevleri çizmeye başlar.

Bu bölümdeki çok önemli saptamalar kitap okunduğunda daha açık görülecektir. Bundan sonraki bölümde Kürt Milliyeti’nin tarihi durumunu, niceliğini, ulus olma niteliğini ve sınıfsal durumunu ayrı ayrı bölümler halinde ayrıntıyla inceler. Biz de bunları birer ikişer cümle ile anıp, asıl sözü kitaba bırakalım.

Tarihini incelerken özellikle Kürdistan dediği yaylanın tarihi olarak Anadolu’dan ayrı bir ülke ve tüm ticaret yollarının dört yol ağzı olduğunu özenle belirtir. Daha yakın tarihteki duruma geldiğinde yeniden ve dolaylı olarak Ermeni kıyımına değinerek Kürt ulusunun durumunu belirtir. Kitaba bakalım:

Derebey Osmanlılığının son devirlerine doğru, Türk burjuvazisi adına, yabancı kapitalizmin dayattığı reformlarla yan yana, saltanat devletinin merkezileşmesi başladığı ve kuvvetlendiği zamanlarda, Kürdistan’daki klan sisteminin kılı kımıldamadı. Hatta “Tanzimat-ı Hayriye” sıralarında küçük derebeyliklerin “ilga” edilmesi [ortadan kaldırılması], Kürdistan aşiretleri için bir felaketten çok bir nimet olmuştur. Tam merkeziyetli bir devlet şebekesi kuruluncaya kadar, aşiretler daha başıboş ve serbest kalmışlardı. Meşrutiyet burjuvazisinin sahnede görünüşü, Kürdistan aşiret ulularının, ağa ve beylerinin ekmeğine yağ değil, kaymak sürmüştür. Söylediğimiz gibi Kürdistan’da milli uyanış; iç gelişme ve dış kışkırtmalarla büyüyen Ermeniliğin, tarihinde nadir görülür bir ölçüde çapul edilmesi, bir sanatları da çapul olan ağa, bey ve uluları biraz daha tombullaştırmak ve kuvvetlendirmekten başka bir netice vermedi. Tarihin ters cilvelerinden biri de, Kürdistan yaylalarında gerçekleşti. Yalnız ekonomik temel üst katlara etki etmez, üst katlar da, hatta aynı derecede ekonomik temele etki ederler. Siyasi hakimiyeti elinde tutan Türk burjuvazisi, ekonomik olarak geri bir klan sistemi (Kürt aşiret ve beyleri) ile el ele vererek, daha yüksek bir ekonomik gelişimi temsil eden Ermeniliğin, Türkiye’deki kökünü hemen hemen kazıyabilmiştir. Türk burjuvazisi birdenbire, koca Kürdistan’da sırf Kürtlükle karşı karşıya kalıvermişti.” (Kitap, s.27)

Daha sonraki Nitelikçe Kürtlük (Millet olarak)başlığında millet olmanın özellikleri sıralanmadan önce şu açıklama yapılır:

Tabi ciddi bir konuda “Kürtleşmiş” olanların hangi “ırk”tan olduklarını anlamak, “kan muayenesi” usûllerine başvurmak, ancak Kemalist milliyetçiliğin, o da nalıncı keseri kabilinden harcıdır. Halbuki böyle bir metodun mantıki neticesini Anadolu Türklerine de uygulamaya kalkışmak gibi, Kemalizm için tehlikeli, bizim için boşuna bir olasılık da vardır. O zaman kimlerin kanlarında nelerin bulunacağını “Allah bilir”di… Fakat milliyetin, tarihi ve sosyal bir kavram, ırkın ise doğal ve çevresel bir nitelik olduğunu bilenler için bu üzüntü ve yapmacıkların anlamı yoktur. Onun için biz, insanların “Kürtleşmiş” veya “Türkleşmiş” olduklarıyla değil, bugün sosyal olarak “Kürt” mü, “Türk” mü tanındığı ile yetineceğiz.” (Kitap, s. 36)

Bu belirlemeden sonra millet olma vasıfları sıralanır ve içleri doldurulur. Başlıklar halinde sıralarsak: 1) Yurt birliği, 2) Öz dil birliği, 3) Kültür birliği, 4) Ekonomi birliği gereklidir. Bu başlıkları da birer ikişer cümle ile özetleyelim:

YURT BİRLİĞİ: “Kürtlerin, yüzyıllarca süre Anadolu’dan coğrafya bakımından bağımsız, özel dünya yollarının geçit ve uğrağı olmuş, iklim ve tabiatça az çok homojen bir yurt içinde bir arada yaşamış bir topluluk olduklarını ispata gerek kalmaz” (s. 36)

ÖZ DİL BİRLİĞİ: “Kürtçe, Türkçe ile hatta taban tabana zıt bir dildir.” (s. 36) Dendikten sonra özel bir gayretle belli başlı Kürt şiveleri denerek Asıl Kürtçe ve Zazaca anılır, bazı sesler karşılaştırılır.

KÜLTÜR BİRLİĞİ: ” Kürdistan’ın her tarafında, Kürtlüğe has ortak özelliklerin bulunduğunu, o kadar ki, bu özelliklerin, burjuvazinin bile ödünü patlatacak kadar çok sağlam ve sarsılmaz olduğunu, bizzat burjuva yazıcıları da sıkıntıdan terleye terleye anlatırlar.” (s. 38) Denir ve devamında Türk burjuvazisinin başlıca baskı politikalar İskan ve Tehcir olarak sergilendikten sonra konu,  “Türk burjuvazisinin hakimiyet ve baskısının müddet ve şiddeti ile doğru orantılı olarak Kürtlüğün zihniyeti ve kültürü genişleyecek ve homojenleşecektir. Kürdistan halkının öyle bir “Kürt kafası” deyişi vardır ki, bu kafa ezildikçe büyüyen ve kesildikçe çoğalan masal devlerinin başlarına benziyor”(s. 40) diye bağlanır. Kıvılcımlı’nın kuşağı göremedi belki ama özellikle şimdiki kuşaklar mücadelenin hangi biçimde ve ne kadar büyüdüğünü görüyor, yaşıyorlar.

EKONOMİ BİRLİĞİ: “Kürdistan’a has, yani Türkiye’den az çok bağımsız bir pazar ilişkilerinin bulunup bulunmadığını tespit etmek yeterlidir. Kürdistan’ın kendisinin, bağımsız pazar ilişkileriyle Anadolu’dan ayrı kalışını bize açıkça gösterecek iki su götürmez olay var: 1 – Kaçakçılık, 2 – Gümüş para.” (s. 41)

Kürdistan ve Kürt milletinin nitelikleri bu 4 başlıkta böylece açıklandıktan sonra Kürdistan’daki sosyal sınıfların analizine geçer sonraki bölümde.