Ankara Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ile Azerbaycan Büyükelçiliği’nin bir yarışma düzenlediğini BirGün gazetesinden Serbay Mansuroğlu’nun haberinden öğrendik. Yarışmanın ismi: “Herkes Uyurken: Anadolu’dan Kafkasya’ya Ermeni Zulmü Uluslararası Afiş Yarışması“. Yarışmanın duyurusu üniversitenin web adresinde yer almış. Yarışmanın açıklama metninin girişinde ise “Türklerin tarihte büyük devletler kurdukları, bu devletlerde halklara hoşgörülü davrandıkları” söyleniyor. Devamında da, “Romalılar, Persler ve Bizanslılar tarafından üçüncü sınıf muamelesi gören Ermenilerin ilk defa Anadolu’ya gelen Türklerin adil, insani, hoşgörülü tavrıyla nefes alabildikleri” ve “Ermenilerin Türklere soykırım yaptığı”, “Türklerin şefkatine rağmen Ermenilerin ihanet içinde olduğu” öne sürülüyor. Yine açıklama metninde yer alan bilgilere göre “1. Dünya savaşı sırasında Doğu ve Güneydoğu’da Ermeni terörünün yaşanmadığı yer yok”. 1915’te Ermenilerin ‘devlet güvenliği’ nedeniyle sadece belli bölgelerde göçe zorlandığı savunulurken, “Ermeni çetelerin Müslüman Türkleri öldürdüğü, 1. Dünya Savaşı sırasında Doğu ve Güneydoğu’da Ermeni terörünün yaşanmadığı tek bir yer olmadığı” kaydediliyor. “Ermenilerin uyguladığı terörün Asala ile devam ettiği ve son olarak Azerbaycan Karabağ ve Hocalı katliamlarına uzandığı” öne sürülüyor. Yarışmanın sonuçları ise Ermeni yazar-gazeteci Hrant Dink’in ölüm yıldönümü olan 19 Ocak’ta açıklanacak.
Yarışmanın sonuçlarının açıklanacağı tarihin “özgünlüğünü” bir yana bırakacak olursak, kendisine üniversite diyen ve akademik çalışma yapan bir kurumun, yıllardır yalan ve dezenformasyonla yok sayılmaya çalışılan ama açılan devlet arşivlerindeki deşifre edilen telgraflarla gerçek olduğu ortaya çıkan bir olayı bu basitlikte ele alarak bu yalana akademik alandan meşruluk kazandırma çabalarını sadece utanç değil bir zavallılık örneği olarak da görmek gerekiyor. Daha önce açıklanan İngiliz, Alman ve Fransız belgeleriyle tamamen uyumlu olan bu belgelerin 1990 yılı başlarından itibaren araştırmacılara sunulduğu biliniyor. Kuşkusuz birçok belgenin tarih ve numara sırasına göre bakıldığında eksik olduğu, kimi belgelerin ise hala araştırmacılara açılmadığı da biliniyor. Ama Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti, İskan-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti/Aşair ve Muhacirin Müdüriyet-i Umumiyesi antetli ve Talat Paşa imzasını taşıyan bu şifreli telgraflara dayanarak kaleme alınmış hem Fuat Dündar’ın “Modern Türkiye’nin Şifresi” hem de Taner Akçam’ın “Ermeni Meselesi Hallolunmuştur” çalışmaları soykırım gerçeğini bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Çok daha önceleri Vahakn N. Dadrian’ın kaleme aldığı ve kusursuz biçimde soykırım gerçeğini anlattığı kitaplar ise, bugüne kadar yapılmış en kapsamlı bilimsel çalışmalardır.
1915 soykırımına uzanan yolda 1894–96 Ermeni katliamlarıyla birlikte bir milyondan fazla Ermeni’yi öldürürken, balta ve süngülerle katlederken, kadınlara tecavüz edip genç kadınları alıkoyarken insanlar elbette direnecek ve bu insanlık dışı saldırılara karşı koyacaktı. Şimdi utanmadan bu karşı koyuşu “ayaklandılar, isyan ettiler, dış düşmanla anlaştılar, şiddet uyguladılar” diye anlatmak, yavuz hırsızlıktan başka bir şey değildir. Yıllardır bu dezenformasyonla algı yaratanlar, artık bunu da yapamaz durumdadırlar. Örneğin, 24 Ekim 1895-2 Şubat 1896 yılları arasında ayaklanan iki bin civarında Zeytun Ermenisi, aylarca Osmanlı rejiminin askerleriyle çatışmış, çatışmalarda beş bine yakın Osmanlı rejim askerinin yanı sıra altı bin Ermeni de hayatını kaybetmişti. 12 Şubat 1896 tarihinde yürürlüğe giren anlaşmayla Padişah, Zeytunlulara vergi muafiyeti tanımayı, yargıç dışında tüm devlet görevlilerinin ve adliye memurlarının Zeytun yerlileri (yani Ermeniler) arasından atanmasını kabul etti. Anlaşmanın en önemli maddesi, Zeytun kazasına Hristiyan bir kaymakamın atanmasının kabul edilmesiydi. Yani Ermenilerin ve diğer milliyetlerin Osmanlı idaresinde “gül” gibi yaşadıkları tam bir yalandı ve Osmanlı İmparatorluğu Çarlık Rusyası’ndan sonra en büyük milliyetler hapishanesi olma özelliğindeydi. Müslüman olmayan milliyetlere uygulanan ağır vergilerin yanı sıra aşağılama, yok sayma ve gaddarlık konusunda Osmanlı’nın namını bilmeyen mi var? “Ekende yok biçende yok, yemede ortak Osmanlı” bir döneme damgasını vurmuş bir sözdü.
Ankara Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ile Azerbaycan Büyükelçiliği’nin ortaklaşa düzenledikleri bu afiş yarışması, artık yalan olduğu bilinen dezenformasyonu ısıtıp tekrar önümüze koyuyor ve buna inanmamızı bekliyor. Bu masala yanıt; “Atatürk’ün Selanik’te ki evi bombalandı” Maraş’ta “Aleviler camileri bombaladı” Sivas Madımak Otel’inde “dinimize küfrettiler” ve Gezi Direnişi sırasında “Kabataş’ta başörtülü bacımıza saldırdılar” nasıl gerçek değilse, Ermenilerin “Anadolu’da soykırım yaptığı” da gerçek değildir. Bütün bu mizansen ve uydurmalar, kendi katliamını ve soykırımını örtme ve gizleme çabalarıdır.