Üçüncü dünya savaşı – Nazan Üstündağ

Nazan Üstündağ

 

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık ile gazeteci Ruşen Çakır’ın söyleşilerinde değerlendirilmesi gereken nokta ve en önemli saptama kanımca Ortadoğu’da üçüncü dünya savaşı yaşandığıdır. Bu savaşın başlangıç tarihi ve kapsadığı alanı iyi belirlemek gerekir. Her ne kadar bugünlerde Ortadoğu’yu merkez almış olsa da bu büyük savaş yakın zamanda Afrika’da sürdürülenlerden bağımsız olmadığı gibi, Pakistan-Afganistan hattından Rusya’ya kadar geniş bir alanı ve bu geniş alanda kendini var eden farklı çıkar odaklarını ve güçleri kapsıyor.

Delil Karakoçan’ın bütününe bakmak dediği ve Kürdistan’ın parça politikasından sıyrılarak, bütünsel bir düşünceye ve eylemliliği salık verdiği yazısı önemli bir müdahale. Aynı şeyi sadece Kürdistan parçalarının değil tüm küresel ve bölgesel demokratik güçlerin yapması gerekiyor. Soğuk savaşın bitmesine ve kapitalizmin son büyük krizine kadar dünyada belli bir dengeyi, meşruiyeti sağlayan tüm yapıların ve kurumların iflas ettiği bir dönemden geçiyoruz. Nasıl ki her dünya savaşının sonunda yeni temsiliyet modelleri, yeni birikim biçimleri, yeni kimlikler, yeni kurumlar ve yeni siyasi sistemler ortaya çıktı, bu dünya savaşı sürecinin sonunda da benzer şeyler yaşanacak. Siyaseti ve düşünceyi buna doğru yönlendirmek gerekiyor.

Bugüne kadar bahsettiğimiz ezilenler ittifakının anlamı da ancak böyle bir bütünsellik içinde açığa çıkıyor.  Kadınlar, LGBTİ, köylüler, emekçiler, işsizler, etnik ve dini “azınlıklar.” Bu gruplar öylesine arka arkaya dizilmiyor. Bu grupları bir arada tutan şey hem bu (milliyeti, cinsiyeti, devleti, kenti, sermayeyi esas alan) düzen tarafından oluşturulup, hem de bu düzen tarafından ezilip, dışlanmaları. Bu yüzden ancak onların birlikte oluşturacakları bir özgürlük ve yaşam düşüncesi başka bir dünyayı yaratma potansiyeline sahip. Bu da gene parça-parça düşünerek değil “bütünleşerek” olacak bir şey.

Yine demokratik özerklik fikri de böyle bir bağlamda daha da önemli oluyor. Çünkü yeni, eşit ve özgür bir yaşamı kurmak için talip olunan demokratik özerklik ancak hayata geçirildikçe dünyanın yeni döneminin ihtiyaçlarına cevap verecek çerçeveye kavuşacak.

En önemlisi de farklı halklar ve farklı coğrafyalar arasında ki ittifakların yeni biçimleri ortaya çıkabilecek. Bugün bu ittifakları askeri güç ve sosyal yardım dışında hayal edemiyoruz. Ki askeri güç ve sosyal yardımın iç ve dış politikayı bir arada tutan mekanizmalar olarak yıllardır devletler lehine iş gördüğü bir coğrafyada bunun devlet dışı örgütlemesinin dahi devrimsel niteliğinin altını çizmek gerek.

Bu savaşı ilk ikisine hem benzer hem de nispeten farklı hale getiren en önemli meselenin hala kadın meselesi olduğunu düşünüyorum. Birinci ve ikinci dünya savaşlarının sonucunda yeni cinsiyet rejimleri, cinsler arası yeni ilişkiler doğmuştur. Batıda kadınların iki dünya savaşı arasında ve sırasında asıl üretici güç haline gelmelerinin bedeli 50’lerde ortaya çıkan muhafazakar/anne /eş kadın modeliyle ödenmiş, modern ev kadını en ideal kadın tipi olarak yerleşmiştir. Bu yeni savaşın da kadın bedeni, kimliği, kazanımları üzerinden cereyan etmesi hiç şaşırtıcı değil ve tarafları tanımamızda turnasol işlevi görüyor.

Bu savaş ilk kez açıkça kadınlara karşı yürütülen bir savaş aynı zamanda. Bunun Türkiye’deki son çehresi Hasret’i yalnız bırakan hukuk, Kuzey Kürdistan’daki ise eşbaşkanlıklara yönelik davalar.

Bundan böyle eylem ve düşünceyi bir dünya savaşı anlayışıyla geliştirmek gerektiği düşüncesindeyim. Bu bağlamda ekonomi, cins ve cinsiyet özgürlüğü, diplomasi, öz-savunma, hukuk ve benzerleri bir “modelin” uygulanması, Kürdistan’da özerkliğin sağlanması olarak algılanamaz sadece. Bir dünya savaşını “iyiler” lehine kazanmanın ve “iyiler” lehine bir dünya kurmanın yegane mekanizmalarıdır da.

(Özgür Gündem  – 29 Ağustos 2014 – Nazan Üstündağ)

Yoruma kapalı