IŞİD İslamcı bir hareket mi? Bu soru IŞİD’e karşı verilen/verilecek mücadeleye dair “şeytani” ayrıntıların kriptolojik manivelası. Zira gündelik pratiği, farklı ideolojik eklemlenmeleri veya her biri tek bir kutsal kitaba dayanan farklı tefsirleriyle birden çok İslam’ın varlığından söz etmek mümkün. Bu durumun siyasi anlamda çoklu bir denklem yarattığını görmek içinse farklı meşreplerden birçok siyasi aktörün IŞİD üzerine söylevlerine bakmak bugün için somut ve geçerli.
Chicago Üniversitesi’nden Evrim ve Ekoloji profesörü Jerry A. Coyne, Eylül ayında “newrepublic” adlı internet sitesinde yayınlanan makalesinde (Türkçe çevirisi Siyasihaber.org’da mevcut)[1] Müslüman ya da değil uluslar-arası ölçekte etki sahibi birçok siyasi aktörün IŞİD’e yönelik belirlemelerinde vuku bulan itinalı bir ayrıştırmaya dikkat çekiyor. Obama’nın da dâhil olduğu söz konusu aktörler IŞİD’in “hakiki” İslam’ı temsil edemeyeceğini, en dar ihtimalle bile İslam’ın “sapkın” bir biçimi olabileceğini ileri sürüyorlar. Coyne makalesinde, böylesi bir ayrıştırmanın su yüzüne çıkardığı “hakiki din”, “doğru inanç” gibi kavramların siyasi anlamlarını irdeliyor. Coyne’a göre İncil, Kur’an ya da diğer kutsal kitaplarda şiddete çağrı yapan, öldürmeyi salık veren, cehennemle tehdit eden birçok bölüm bilinçli siyasi tercihlerle by-pass ediliyor ve uygarlık, kardeşlik gibi temalar kutsal kitaplardan siyasi birer argüman olarak cımbızlanıyor. Böylece IŞİD ve benzeri oluşumları, din dışı başkaca niyet/hedefleri olan ve İslam’ı gerçek yüzlerini örtecek bir maske olarak kullanan bir terörist örgüt olarak ele almak mümkün hale geliyor ve siyasi egemenlerin iktidar ilişkileri için güçlü bir maya işlevi gören “din” mefhumunun; temiz, masum, insan-üstü tarafsız alegorik misyonu egemenler lehine muhafaza ediliyor. Coyne, “hakiki inanç” karşısında dine referansla eyleyen siyasi oluşumları sapkınlık ve dine aykırılığa mahkûm eden bu tür siyasi hamlelerin nesnellik ve gerçeklikten yoksunluğunu işaret etmek için Kur’an’dan ve İncil’den örnekler vererek dinlerin pekâlâ şiddeti ve katliamı telkin edebileceğini ve IŞİD gibi din referanslı hareketlere yönelik; “doğru inanç” gibi kisvelerle din savunucu bir pozisyonda sarf edilen eleştirilerin analitik bir tahlili yansıtmadığını belirtiyor.
Peki, bu tespitlerden çıkarılması gereken nedir? Dinin, bu tartışma özelinde İslam’ın, zaten şiddet ve katliama uygun bir kitabi özü olması hasebiyle din referanslı katil eylemlerine, dinci şiddete karşı mücadelenin din-karşıtı bir temelde biçimlendirilmesi gerektiği mi? O halde, “hakiki inanç” gibi şiddet eylemlerinin dışında kurgulanan/algılanan barışçıl dinsel bir algı iptal edildiğinde; Engizisyon zulmünü benimsemeyen Hristiyanların, Filistinli masumlar karşısında İsrail’i lanetleyen Yahudilerin veya IŞİD’e karşı an itibariyle Kobane’de canhıraş savaşan Kürt halkı içinde Müslümanların dinsel aidiyetlerini ve algılarını nasıl anlamlandırmalıyız? Tam da bu nokta; söylem düzleminde “hakiki/doğru inanç” ifadesinin egemen din siyaseti ile tâbi/madun kesimler arasında olası tezahür farklılıklarını görünür kılıyor. Coyne’un makalesinde egemen din siyasetinin “hakiki inanç” retoriği isabetli tespitlerle ele alınmışken, toplumsal kesimlerin dine dair farklı (sınıfsal-kültürel) anlamlandırma düzeylerine ve pratiklerine sahip olabileceği muğlak bırakılmış görünüyor. Coyne, her ne kadar “hiçbir modern Hristiyan ya da Musevi”nin hoş görmedikleri dini emirlere uymadığını dillendirerek aynı inançsal aidiyetlerin farklı pratikler doğurabileceğine cılız biçimde değinse de “doğru/yanlış inanç” ayrımının egemen din siyasetinin aleyhine iptal edilme çabası totolojik ve indirgemeci bir eğilime göz kırpıyor.
Kutsal kitapların telkinleri ile inançlı kesimlerin dini pratikleri arasında doğrusal bir izleğin ve sürekliliğin yoksunluğu göz ardı edildiğinde; siyasi iktidarın ve beslediği sınıfsal konumların çeşitli biçimlerde empoze ettiği anlam haritasının, dini tarifleyen başat argümanları teşkil etmesi zorunluluk halini alıyor. Bu durumda da dine aykırılığın tayin edicisi olarak egemen din siyaseti, “hakiki inanç”ın koruyucusu kisvesiyle dine referans veren tüm pratiklerin denetçisi konumuna erişiyor ve siyaset ve ideoloji sahasında ele alınan dinin, anlamlandırma pratiği bağlamında sınıfsal-kültürel farklılıkları egemen sınıf ve kesimlerin ideolojik hegemonyası içinde eriyerek “biricik”leşiyor. Farklı anlamlandırma pratikleri bu biçimde iptal edildiğinde, Coyne gibi “din doğru ya da yanlış değil, ancak irrasyoneldir” diyerek, dinci şiddet ile egemen din siyaseti arasındaki ayrımı iptal etmek mümkün görünüyor ama ne pahasına? “Din tektir” gibi bir tez sadece kutsal kitapların metinsel içeriklerini hesaba almak suretiyle; “tefsirci” ve “köktenci” olmakla eleştirdiği din karşısında tefsirciliğin tuzağına düşerek; din dahil olmak üzere toplumların tecrübe ettiği yazılı/yazısız (gelenek ve örf gibi) tüm kuralların farklı sınıfsal-kültürel konumlarca farklı anlamlandırıldığını gözden kaçırıyor. IŞİD’e lanet okuyan Müslümanlara “e sizin dininiz değil mi bu kâtillerinki de, hala uyanmadınız mı” diyebilmek abesle iştigal etmiyor bu noktada.
Coyne ve benzeri fikir güzergâhındakiler için iki ihtimal söz konusu olabilir o halde; Orta Doğu’da IŞİD’e lanet okuyanlar, Kobane’de cansiperane bir savaş verenler ya Müslüman değiller ya da Müslümanlarsa da dinlerinin telkinlerinden haberdar veya hoşnut değiller. Geri kalanlar da aktif ya da pasif biçimde IŞID’İ onaylıyor olsa gerek. Oysa bugün, sosyal medya başta olmak üzere birçok mecrada yankılanan “Allah IŞİD’in belasını versin, böyle Müslümanlık mı olur” gibi tepkiler İslam-bilmezliğin değil İslam’a yönelik farklı anlamlandırma düzeylerinin yansımalarıdır ve din sosyal pratikte; kutsal kitaptaki belirlemelerden ziyade (fakat azade değil), toplumsal kesimler ya da bireyler tarafından nasıl anlamlandırılıyorsa odur. Buradaki temel vurgu; farklı dini pratikler arasında iyi/kötü, doğru/yanlış gibi ayrım çizgileri tespit etmek ya da dinin bir yorumuna taraf olmak değil, sınıfsal-kültürel-tarihsel farkları görmezden gelerek inanç gruplarının sosyal pratiklerinin tahlil edilemeyeceğine dikkat çekmek üzerinedir. “Anlam” verili bir gerçeklik ya da tarihsellikte sabitlenemeyen, iktidar (hegemonya) ilişkileri içinde çeşitli (farklı sınıf konumlarının doğurduğu ya da muhatap olduğu) ideolojik eklemlenmelerle sürekli yeniden inşa edilen bir süreçtir.[2] Tüm dogmatik ve katı yapısallığına rağmen dinin anlamlandırılması da ancak “bir süreç olarak anlam” ölçeğinde ele alınabilir; eğer ki amaç toplumsal ilişkilerden âri bir metin incelemesi değilse. Aksi takdirde tek-il bir biçime indirgenen din, tüm pratik-ideolojik farklılıklarına rağmen, dinci şiddeti, egemen din siyasetini ve tâbi/madun toplumsal kesimlerin dini pratiklerini kapsayan, sabit, homojen ve totolojik bir bütünlük halini alır. Bu, tek ve bütünsel din yaklaşımı güncel bağlamda, IŞİD İslamı ile tâbi/madun kesimlerin İslamı ve egemen İslam siyasetinin özdeş ve bir görülmesine olanak yaratır. Bu olanaksa IŞİD karşısında konumlanan Müslümanların dini pratikleriyle de savaşmak gerekliliği anlamına gelir ki bu yaklaşımın savunucuları için (her daim seslendiremeseler de) mesele aslında tam da böyle ele alınmalıdır. Oysa sözgelimi, bugün IŞİD’in mezhepçi-dinci şiddetine karşı savaşın İslam-karşıtı bir ölçeğe taşınması Orta-Doğu’da bugünkünden daha vahim felaketlere çağrı yapmak olur. Lakin dinci şiddet ile diğer İslami inançsal pratikler arasında ayrımın gerekçesi, olası felaketlerden sakınan pragmatik bir taktikten çok daha fazlası olmalıdır. Bu bağlamda Coyne’un, egemen din siyasetinin “hakiki inanç” retoriğinin gayet sınıfsal çıkarlar ölçeğinde açıklanabilecek iktidar kaygılı içeriğine dair tespiti isabetlidir. Lakin bu tespitin, IŞİD ve Egemen İslam arasındaki illüzyonik ayrımı iptal etmek için başvurduğu “tek bir İslam vardır” çıkarımı alt-sınıfların, ezilenlerin, tabi/madun kesimlerin (aslında aynı zamanda farklı tarih ve coğrafyaların da) İslam’ını gözden kaçırmış veya yadsımıştır.
Dini pratikte sınıfsal-kültürel farkları gözden kaçıran perspektifi doğuran etkenler, metodolojik olarak diyalektik materyalizmin eksik kavranışı ya da tümden terkedilişine ilişkindir. Dinin hiçbir maddi dayanağı olmayan, tarih-dışı (ahistoric), irrasyonel telkinler bütünü olduğunu savlayan Aydınlanmacı tezler, dini en fazla tinsel mitik/mistik bir unsur olarak ele alabilir ve çareyi rasyonel olanın irrasyonelle savaşında görür. Oysa bir Weber tersinlemesi olarak da görebileceğimiz, Hikmet Kıvılcımlı’nın din yaklaşımı bu tür tezleri, bir ideal olarak dine karşı idealizm olarak ele alır. Kıvılcımlı’nın meşhur “Cennet ideali” örneği, kutsal kitaplarda cennet tasvirlerinin; maddi dünyanın, yine gayet maddi ifadeler bulabilecek gereksinimlerine referansla idealize edildiğini teşhis eder.[3] Bu bağlamda irrasyonel bir kavram olarak cennet ideali rasyonel betimlerden beslenir. Elbette din, maddi dayanakları olsa da bir “kutsallaştırma”, dogmalaştırma halidir ve irrasyonalize eden bir dil kurgusuna sahiptir. Lakin bu irrasyonel kurgusallığın maddi dayanaklarının ve toplumsal ilişkiler içinde nasıl maddi anlamlar kuşanabileceğinin ıskalanması, tarih-dışı, iktidar ilişkilerinden münezzeh bir din tarifine zemin kurar. Dinler-tarihi boyunca, değişen iktidar ilişkilerinin din üzerine radikal etkileri (örneğin; İslam tarihi açısından hilafetin Emevilere geçişi mühim değişimlerin yaşandığı bir eşiktir) Aydınlanmacı tezlerin tarih-dışı din algısı nedeniyle salt-tefsirciliği seçen yaklaşımlar tarafından çoğunlukla gözden kaçırılıyor ve maalesef birçok Marksist yaklaşım da benzeri metodolojik hatalardan sakınabilmiş değil.
Sonuç Olarak
Jerry A. Coyne, egemen din siyasetinin “hakiki inanç” retoriğine karşı geliştirdiği eleştiri ile belli açılardan mühim noktalara dikkat çekmekteyse de dini; tarihsel, sınıfsal-kültürel belirleyicilerle farklılaşan pratikleri gözden kaçırarak veya görmezden gelerek salt-kitâbi, maddi dayanaklardan münezzeh biçimde irrasyonel ve tek-il/bütüncül bir sosyal-pratik olarak değerlendirmektedir. Böyle bir yaklaşımın sonucu olarak IŞİD’e karşı mücadele, İslam-karşıtlığını barındırmadıkça egemen din siyasetinin empoze ettiği “hakiki inanç safsatası”nın tuzağına düşülecektir. IŞİD ve egemen İslam dışında farklı bir dini pratiğin imkansızlığı Coyne’un yaklaşımındaki tarih-dışı tefsirciliğin ve kaba din-karşıtı (ya da İslam-karşıtı) Aydınlanmacı zihniyetin yansımalarıdır. Ortadoğu’da birbirinden farklı İslami sosyal pratikler IŞİD’i İslam’a içkin görmemektedir ve bu reddiye İslam’a atfedilen kitâbi tek-likten hareketle sadece egemenlerin manipülasyonlarına bağlanamaz. Burada iki noktayı vurgulamakta fayda var ki birbirinden farklı pratikler içinde tezahür eden İslamlar birbirlerinden keskin, geçirgen olmayan sınırlarla ayrı değildirler. Zira hepsi aynı kutsal kitaptan referansla eylemektedir ama bu, bir ve aynı görülebilecekleri anlamına gelmez. İktidar ilişkilerinin ideolojik çarpışmanın sürekli varlığı nedeniyle yoksulların, alt-sınıfların, tâbi/mâdun kesimlerin islamı, egemen din siyaseti ile sürekli bir bakışım içindedir. Dolayısıyla IŞİD’e karşı mücadelenin zaruretle İslam karşıtı olması gerekmediğini belirtmek, farklı İslamlar arasında kategorik ve sabit bir taraf seçmek sonucunu doğurmaz. Dini pratikle ilişkilenmek her ideolojik tarafın ilgili pratiğe dair değerlendirmesi ölçeğinde gerçekleşecektir. Bugün, başta Kürtler olmak üzere Orta-Doğu halklarının IŞİD karşısında verdiği/vereceği mücadeleyle dayanışma gösteren Orta-Doğu sosyalistlerinin IŞİD’e karşı İslam-karşıtı bir mücadele öngörmemeleri pragmatik bir sakınma taktiğiyle değil tâbi/madun kesimlerin İslam’ının dinci şiddet karşısında konumlanabilen güncel anlam haritasıyla ve daha genel bir bağlamda sosyalistlerin, dini pratikte sınıfsal-kültürel ayrımların siyasi karşılıklarına dair Marksizm’e içkin yaklaşımlarıyla anlaşılmalıdır.
[1] https://siyasihaber.org/yazilar/isid-islamci-degilse-engizisyon-da-katolik-degildir-jerry-a-coyne
[2] HALL Stuart, “The Problem of Ideology Marxism Without Guarantees” içinde; Critical Dialogues in Cultural Studies (der. David Morley ve Kuan-Hsing Chen), Londra/Routledge, 1996, s. 26, 27s
[3] KIVILCIMLI Hikmet, Allah Peygamber Kitap, Sosyal İnsan Yyn, 2012, s.209-210